Belki de binlerce fotoğraf albümünün solgun sayfalarında, dijital ortamın yer kaplamayan bir tık uzaklığındaki dosyalarında benim bile hatırlayamadığım bir zaman ve durumda çekilmiş binlerce fotoğrafım vardır.
Dünya’ya yayılmış albümlerimiz.
”Bak bu senin ilk yolculuğun.Bu hosteslerde ne çok sevmişti seni” derken şimdi büyümüş ne çok bebek vardır.
Yani fotoğraf çektirdiğimize göre sevmiş olmalılar bizi.
Bazen uçağa binmeden giriş kısmında,
”Uçağa giriyoruz tatile gidiyoruz” diyerek sevinen ,hoplayan zıplayan yolcular olur.
Bende onlara eşlik eder fotoğraf karesinin içine girerim.
Onlarla tatile gidiyor gibi heyecanlı.
Bazende zıpladığım oluyor bir kaç saniye.
Sonra da toparlanıp üniforma ciddiyetine uygun bir havada takılırım.
Tüm bunların içinde benim için en özel fotoğraf çekimi sıcak bir Nijerya gününde yaşandı.
Özel bir grup taşınacaktı bunun için olması gerekenden fazla sayıda ve tecrübeli bir ekip seçildi.
Nijerya’ya gidişte sadece bu özel uçuşu ayarlayan yetkili kişiler vardı.
Uçakta bulunan Türk rehber beni gelecek olan yolcuların tur rehberiyle tanıştırdı.
” Merhaba ben Arzu” dedim elimi uzatırken.
Rehber güldü ve ” Bu isim bizim oralardaki yerel bir dilde balık demek” dedi.
Ben de şaka yapıyor diyerek gülümsedim. Bu ismin balık anlamına gelmeyeceğini düşünerek.
Sonra kendi ismini söyledi.”Ben de Kennedy ,John Kennedy ”.
Gülmeye başladım ne kadar esprili derken onun suratında hiç bir gülümseme belirtisi olmadığını görünce gerçekten adının bu olduğunu anladım.Biraz da utanarak.
Ajan edasında adını söylemesi beni yanıltmış olmalı desemde kendime aslında çok fena gaf yapmıştım.Meğer bir çok aile çocuklarına bu ismi veriyormuş.
Bu da demek oluyor ki benim adımda bir çeşit balık ,uçan balık.
Uçuş neredeyse yedi saat sürecekti.Yolcular zaten on kişi.Yapacak iş kalmayınca bizde yolcularla Afrika üzerine konuşup durduk.İlk defa bu bölgeye uçuyordum.Belgesel kanallarında izlediğim görüntüler gözümün önüne geliyor ve onlardan bir sahneye şahit olacağımı düşünmek beni heyecanlandırıyordu.
Afrika topraklarının artık daha net göründüğü bir yükseklikteyken uçsuz bucaksız çorak toprakları ve bir çoğu yapraksız ilginç ağaçları görünce rehbere heyecanla sordum .
” Burası safari alanı mı ? ”
”Hayır, şehir merkezi buralarda yaşıyoruz” deyince artık rehberin benden kurtulma zamanı geldiğini geç olsa da anlamıştım.
Otele doğru giderken yaşadıkları zor şartlara şahit oluyorduk.Bunun yanında doğanın bize göre acımasız coğrafyasının ne kadar da muhteşem renklerde olduğunu görüyorduk.
Gülmenin en çok yakıştığı renk siyah olmalı.
Yüzlerdeki gülümseme görünen en büyük ve en güzel ayrıntı.
İnsan vücudundaki kasların muhteşem yerleşimini ilk defa bu kadar net görüyordum.
Buralarda yaşayanlar diğer ülkelerde yaşayan vatandaşlarından çok farklı gibiydi.
Renklerinin tonu,vücutlarının güzelliği,hele o kadınların kıskanılacak kıvrımları inanılmazdı.
Şöyle bir örnek versem abartmış olmam.Üzerine tepsi koymaya çalışsanız düşeceğini sanmam.Annelerin çocuklarını sırtlarında neden taşıdıklarını ve çocuklarının nasıl bu kadar rahat olduğunu daha iyi anladım.
Üzerlerindeki göz alıcı renklerdeki yöresel kıyafetleri ,ilginç şekillerde toplanmış inanılmaz gür ve parlak saçları, yaradılışlarındaki güzellikleri beni çok etkilemişti.
Daha önce hiç görmediğim meyveler ama en güzeli tadının bu kadar güzel olabileceğini hiç düşünmediğim ananaslar .
Tanıyıp da yiyebildiğimiz tek şey belkide.
Otelde herkes çok ilgili.Orada kalacağımız süre çok uzun değildi. Dışarıya tek çıkmak da o dönem çok güvenli olmadığı için odada kalmayı tercih ettik.
Otel odasında ekiple en sıcak Afrika sohbeti yaparak , pencereden görebildiğimiz şehir manzarasını izleyerek dinlendik.
Dönüş zamanı gelip de otelden ayrıldığımızda hala gülüyorduk.Oraların sıcaklığı ruhumuzu da etkilemişti sanırım.
Uçağa girdikten sonra kaptanımız şehir merkezine doğru kısa bir yürüyüşe çıktığını söyledi.Bir pazar yerinden tamtam almış.
Bizlere yolcular gelmeden kısa bir solo yaptı.Bizim için bir çeşit davul ya da darbuka tadındaki bu Afrika yerlilerinin çalgısı harikaydı. Kaptanımız da müzisyen tarafını göstererek uçuş öncesi ruhumuzu şenlendirmişti.
Uçağa ilk yolcular gelmeye başladı.O kadar candan gülümsüyorlardı ki.
Hepsi tek tek uçağa girerken hatırımızı soruyor,şapkalarını çıkartıp bizi selamlıyorlardı.
Bu kadar sevgi ve nezaket dolu davranış beklemiyorduk çok mutlu olmuştuk.
Onların bu nezaketine biz de aynı karşılıkla gülümsüyor her biriyle tek tek ilgileniyorduk.
Uçağın içi bir karnaval havasındaydı.Bu özel yolcu gurubu hacı olmaya gidiyordu uzak diyarlara.
Bu sefer tur rehberiyle karşılaştığımda hemen ismiyle hitap ederek nasıl olduğunu sordum.Gülümsedik birbirimize.
Unutmuş olabilir mi beni ?
Uçuşumuz bu renkli ve ahenkli havasında başladı.
Uçağa girişteki ilgileri uçuş süresince devam etti.
Bizler onların konukları gibiydik.
Servis esnasında inanılmaz sohbetler yaşanıyordu.
Bazıları bize pıs pıs gibi bir şey diyordu.Uçakta kedi varmış gibi.
İlk duyduğumuz da üzerimize almıyorduk.
Anladık ki bizi çağırmak içinmiş.
Bu da yerel bir sesleniş şekliymiş.
İstedikleri bazı içecekleri tam anlamayınca ”Bu mu ? ” diyerek gösteriyorduk.Kafalarını öne doğru hafifçe eğerek onaylama hareketi yapıyorlardı .
Tam içeceği servis edecekken yine aynı kafa hareketini yapıyorlardı.İçeceği almıyorlardı.Anlayamıyorduk.
Sonradan anladık ki bizde geriye doğru kafayı hafifçe atmak hayır anlamına gelirken burada öne doğru hafifçe eğmek hayır anlamına geliyormuş.
Yeni bir şeyler daha öğrenmiştik.
Servisten sonra galley’e yanımıza kısa sohbete gelenler oluyordu.
Bazıları evlilik teklif ediyor ,bazıları sohbet ilerleyince arkadaş olmak istiyor bizlerden telefon numaralarımızı istiyorlardı.
Onları kırmamak için şirketin internet çağrı numarasını veriyordum.
Uzun bir uçuş ve aradaki zaman farkı dolayısıyla yolcuları dinlendirmek için kabinin ışıklarını gece moduna getirdim.
Bir anda içerisi kapkaranlık oldu.Sadece bazı gülümseyen suratları seçebiliyorduk.
Öne ya da arka galley’e giderken uzun bacaklarını uzattıkları koridorda,görmediğimiz için bastığımız çok ayak oldu.
Hatta bastığımız ayaklara takılarak neredeyse düşüyorduk.
Bazıları kabinin loş ve sıcak havasından etkilenerek kendi kendine şarkı söylüyor hiç kimsede rahatsız olmuyordu.
Zaten sesleri mükemmel.
O ahenkli havada yerel dillerinde söyledikleri sanırım bir çeşit dua ya da ilahi bizim kulağımıza da harika geliyordu .
Galley de oturup onları dinliyorduk .
R & B tadında müzik ziyafeti.
Öndeki koltukta oturan uçuşun başında senatör olduğunu öğrendiğimiz biraz sert bakışlı,iri gözlü,uzun boylu bir kadın çok ilgimizi çekmişti.
Uçuşun sonlarına yaklaşırken son servis için kabinin ışıklarını tekrar açtım.Senatörde yeni uyanmıştı.
Bizimle biraz mesafeli duruyordu.Servis bitince fotoğraf makinemi alıp bir cesaretle yanına gittim.Kendisini çok beğendiğimizi ve izin verirse bir fotoğraf çektirmek istediğimizi söyledim.
Hiç beklemediğim bir sevecenlikle çok da memnun olarak kabul etti.
Birlikte bir kaç fotoğraf çektirdik.Tam teşekkür edip galley’e geçecektim ki bana kendi fotoğraf makinesini göstererek bizlerle fotoğraf çekmek istediğini söyledi.Biz de çok şaşkın ve memnun olarak siyahla beyazın muhteşem uyumunda gülen suratlarla pozlar verdik.
Sonrasında kabine doğru bir baktık ki tüm yolcular ellerinde fotoğraf makinelerini havaya kaldırmış gülümsüyor bizlerle de çekin der gibi bakıyorlardı.
Çok şaşkındık.
İnanılmaz ama ekipçe tüm yolcularla tek tek ama bol bol fotoğraf çektirdik.Hem gülüyor hem poz veriyorduk .
Ünlü biri gibi bizlere gösterilen sevgiden ve en önemlisi de espri anlayışlarından etkilenmemek mümkün değildi.
Gülümseyin Afrika’dayım.
Bu uzun uçuş bitsin istemedim.Zaman zaten su gibi akmıştı.
İnişten sonra uçak frenlemesini bitirdikten sonra veda anonsunu okumaya hazırlandım .Mikrofonu tam elime almıştım ki yolcular birden
” HALELUYA HALELUYA ” diyerek hep birlikte ilahi söylemeye başladılar.
Büyük bir koro havasında ilahiler ,şarkılar söylemeye ,alkışla tempo tutmaya devam ettiler.
O kadar etkileyiciydi ki.
O kadar da inanılmaz.
Bir sinema sahnesinde gibi.
Artık veda anonsu yalan olmuştu.O havaya bizde kapılmıştık.
Tempo tutuyorduk onlara.
Uçak park pozisyonuna gelmiş,kapı açılmış olduğu halde hala söylemeye devam ediyorlardı büyük bir hevesle.
Yer personeli uçaktan kimsenin inmediğini görünce bana sordu. ”Neden kimse inmiyor ,otobüsler hazır ?”
” O zaman gel ve içeriye bir bak ” dedim.
Yerde çalışan ne kadar görevli varsa hepsi uçağın kapısından içeriye bakıyor ilk defa şahit oldukları bu durum karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı.
Ruhlarını kutsayıp bu uçuş için teşekkür ettikten sonra uçaktan büyük bir keyifle inmeye başladılar.
Onlar için kutsal topraklara ulaşmış olmanın hazzı bizler için ruhlarımızın kutsanarak mest olduğu unutulmaz bir gündü.