GREV GÖMLEĞİM VE HİKAYESİ

29 Mayıs 2012 tarihinde THY’da 305 Eylemi olarak tarih sayfalarında yerini alan eylemin üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra, 15 Mayıs 2013 tarihinde Hava-İş ikinci defa yasal bir greve çıkıyordu. İşveren ise lokavt ilan etmeyerek kapıları açacağını ve herkesin gelip çalışabileceğini açıklıyordu.
14 Mayıs 2013, Pazartesi günü iş yerine geldiğimde herkes birbirine ‘’Greve çıkacak mısın?’’ sorusunu soruyordu. Aslında bu çok anlamsız ve de can acıtıcı bir soruydu. Sendika toplu iş sözleşmesi sürecinde işveren ile anlaşamamış, yasal prosedür süreleri tüketilmiş ve grev günü gelip çatmıştı. Çalışanların böyle bir soruyu birbirlerine sormaları aslında grevin nasıl başlayacağının, daha doğrusu başlayamayacağının göstergesiydi. Yani perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
O dönem yürüttüğümüz sendikal çalışma içerisindeki arkadaşlarımızla bir gün önce bir araya gelmiş, Ankara, İzmir ve diğer istasyonlar ile irtibat kurulmuştu. Ama tüm birimlerden gelen haberler maalesef hiç iç açıcı değildi. Neredeyse hiçbir istasyonun greve katılmayacağı haberleri kesinleşmiş gibiydi. En önemlisi ise Uçuş İşletme’nin ne yapacağıydı. Oradan gelen bilgiler de farklı değildi.
Emek Meclisi ismini verdiğimiz sendikal mücadele oluşumumuzun toplantısında; Uçuş İşletme ve diğer birimlerde çalışan Emek Meclisi üyesi yaklaşık 30 civarında arkadaşımız da ağırlıklı olarak greve çıkmayacaklarını açıklamışlardı. Toplantıda herkes benim ne diyeceğimi merakla bekliyordu. Çok üzgündüm çünkü sendikal mücadele için yola çıktığım arkadaşlarımın grev gibi bir konuda benden farklı düşünmeleri beni derinden yaralamıştı. Ancak yapacak bir şey yoktu. Sadece titrek bir ses tonu ile dudaklarımdan şu cümleler döküldü:
’Bu greve bir tek kişi dahi çıksa o kişi ben olurum’’, dedim ve oturdum.
Toplantıda greve çıkmak ile çıkmamak arasında bocalayan bazı arkadaşlarımın gözlerinin dolduğunu bugün gibi hatırlıyorum. Aslında bize ölümü gösterip sıtmaya razı ettiklerini hepimiz biliyorduk. Demokratik haklar çerçevesinde yasaların işçilere tanıdığı en kutsal ve caydırıcı hak olan yasal grev silahının işçiler tarafından reddedilmesi olacak şey değildi! Nasıl bu noktaya gelmiştik, dönüp geçmişe bir bakmak gerekiyordu. Türkiye işçi sınıfının ve Hava-İş Sendikası’nın 1990 ‘larda başlayan ve bugüne kadar gelen uygulamalarının sonucu değil miydi bugün yaşadıklarımız?
İşçiler yorulmuş, inançlarını kaybetmiş, kızgın ve yılmışlardı. Her direniş ve grev mücadelesinin sonunda hep kaybeden taraf olmuşlardı. Sütten ağzı yanan işçi sınıfının yoğurdu üfleyerek yemesi kadar doğal bir şey yoktu aslında. Bu yüzden de grev silahını kullanmaktan imtina ediyorlardı.
15 Mayıs sabahı greve çıkma kararı vermiş bir işçi olarak işyerinin servisine binmeyi onurlu bulmadığımdan işyeri servisini kullanmadım. Bu nedenle havalimanına gelmek için sabah beşte yola çıktım zira evim ile işyeri arası yaklaşık 70 kilometreydi. Minübüs, otobüs, metrobüs, vapur. Uçak hariç bütün ulaşım araçlarını kullanarak saat 07:45 civarında işyerine geldim.
B Kapısı, Teknik, yemekhane derken Bilgi Teknolojileri Başkanlığına geldiğimde kapıda bulunan güvenlik görevlisi arkadaşlar ile selamlaştım. Kendilerine ilk sorum “Kimse geldi mi?” diye sormak oldu. Güvenlik görevlisi arkadaşlar, müdür ve başkanların erkenden geldiğini bazı teknisyen ve memur arkadaşlarında gelip içeri girdiğini söylediler. Arkasından sendika temsilcilerini sordum ama görmediklerini söylediler. Kapıda beklemeye başladım. Peşpeşe gelen servislerden inen personelin bir çoğu ürkek bir ceylan gibi etrafa hiç bakmadan koşarcasına işyerine gidiyorlardı.
Beni görmezlikten gelip acele ile içeri girenlerin yanında bazıları da yanıma gelerek greve çıkmak istediğini ancak bu şartlar altında greve çıkamayacaklarını açıklamaya çalıştılar. Yüzlerinde korku ve utanca ilave olarak tanımlayamadığım başka bir ruh hali daha hakimdi.
İşlenen bir günah vardı ancak kimse bunu üstüne almak istemiyordu. Ben onların gözünde bunu üstlenmiştim ve onların vicdanının ortada duran haliydim. Ancak çalıştığım binadaki hemen herkesin gözlerinde gördüğüm şey benim greve çıkmamın çok doğru bulunduğuydu. Bunu onların gözlerinde okumam belki de benim tek teselli kaynağımdı. Yıllardır verdiğim işçi mücadelesinde işçilerin bana yakıştırdıkları greve çıkmamdı. Buda benim madalyamdı ve grev bayrağını sonuna kadar taşıyacaktım. Ancak gelin görün ki sendika ve sendikacılar böyle düşünmüyordu.
Niye mi, diye soracak olursanız açıklayayım; İşçiler grev sabahı işyerlerine girmeye devam ederken sendika temsilcisi iki arkadaş da geldi. Ben de onları görünce bina girişindeki güvenlik kulubesine gittim. Selam verip hatırlarını sordum. Grev nöbetinin nasıl olacağını, düzenleme yapıp yapmadıklarını sorduktan sonra, sakıncası yok ise ilk grev nöbetini tutmak istediğimi belirttim. Ses tonu sanki sen niye greve çıktın, der gibi olan işyeri sendika baştemsilcisi olan arkadaş, grev nöbetini düzenlediklerini ve ilk nöbeti kendisinin tutacağını belirtti. Ben tekrar söze girerek ve tamam, diyerek onlardan sonra nöbeti benim devralacağımı belirtip kendim için bir grev sözcüsü gömleği talep ettim.
İki temsilci arkadaş önce göz göze gelip sonra biraz sağa sola baktıktan sonra içlerinden biri “Grev gömleği yok. Sadece iki tane var ve onlar da bizim için.” dedi. Ben tekrar son bir hamle ile, “Olur mu öyle şey? Buraya sadece iki grev gömleği yetmez. Ben de istiyorum, lütfen temin edin.” diye ısrar ettim. “Tamam, biz sendikayı arayalım, sana da bilgi veririz.” dediler.
Ancak tavır ve davranışlarından bana grev gömleği vermek niyetinde olmadıkları oldukça aşikardı. Dışarı çıktım kulübeden, öfkelendim üzüldüm ancak belli etmedim tabi. Beklemeye başladım.
Grev gömlegi benim için sadece üstünde grev gözcüsü yazan yazıdan ibaret değildi. Grev gömleği bu ülke işçilerinin alın teriyle yaratılmış kurumlarının üç kuruşa yerli ve yabancı sermaye güçlerine karşı halkın mücadelesi ve sembolüydü Grev gömleği; Zonguldak Madenleri, Şişecam, Petrol Ofisi, Seka, Şeker Fabrikaları demekti.
GREV GÖMLEĞİ 1 MAYIS 1977 TAKSİM DEMEKTİ, KAVEL GREVİ, VE 15-16 HAZİRAN BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞLERİ DEMEKTİ. GREV GÖMLEĞİ, SOMA MADENCİSİ, HAVAŞ GREVİ, PİLOT EYLEMİ, 1991 GREVİNDE ATILAN İŞÇİ ARKADAŞLARIM DEMEKTİ.
GREV GÖMLEĞİ, ALINTERİ, GÖZYAŞI VE ÇOCUKLARIMIZIN BU ÜLKEDEKİ YARINLARI DEMEKTİ. YANİ GREV GÖMLEĞİ ASLINDA SERMAYEYE KARŞI İŞÇİLERİN KURTULUŞ SAVAŞINI TEMSİL EDİYORDU. ONUN İÇİN ÇOK AĞRIMA GİDİYORDU.
Öğleye doğru işyerindeki arkadaşlardan güvenlik kapısına gelip bana çay, yiyecek getirenler olmuş ve bu arkadaşlarla gelişmeler hakkında sohbet etmiştik. Diğer iki arkadaşın grev gömleği giydiğini görenler, benim giymediğimi görünce “Sen neden grev gömleği giymiyorsun?” diye sormuşlar, hatta bazıları “Greve çıkmadın mı?” diye sormadan da kendini alamamıştı.
Ben de sendikanın grev gömleğini eksik gönderdiğini, bana da bilahare göndereceklerini söylüyordum.
Akşama kadar o grev gömleğimin gelmesini bekledim. Sendika temsilcilerine her telefon geldiğinde grev gömleğim ile ilgili bir gelişme olduğu ümidiyle akşamı ettim. Ancak mesai bitiminde personel yavaş yavaş servislere doğru yönelmeye başladıklarında ben hala grev gömleğini üstüme giyememiştim.
Bu arada grev başarısız olmuş, uçaklar uçuyor ve hatta havalimanında uçuş rekorları kırılıyordu. Ben bunları düşünmek yerine bir çocuk gibi grev gömleğimin gelmesini bekliyordum. Boşuna bekleyecektim, zira mesai bitip de personel gittikten sonra baş temsilci olan arkadaş da gitti ve ben temsilci olan arkadaşın yanına giderek grev gömleğime ne olduğunu, sendikadan haber gelip gelmediğini sordum. Temsilci olan arkadaş biraz da utanarak alçak bir ses tonu ile Hava-İş Sendikası’nın Teşkilat Sekreteri ile görüştüklerini ve talebimi ilettiklerini ancak benim için grev gömleği göndermeyeceklerini söyledi.
 Ben zaten sendikacıların benimle ilgili düşüncelerini biliyordum. Onlara yıllardır muhalefet ettiğim için beni sevmediklerini, yalan yanlış birçok şey söylediklerini ve bana karşı iyi niyetli olmadıklarını da biliyordum. Ancak greve çıkan bir işçiye grev gömleği vermemelerini gerçekten anlayamamıştım.
16 bin civarında üyeye sahip bir sendika greve çıkıyor, bunun 15 bin civarındaki üyesi sendikanın aldığı bu yasal grev kararına uymuyordu. İşverenin gelin çalışın, demesine rıza gösterip işyerine girip çalışıyorlardı. Hal vaziyet böyle iken ben sendikanın kararına uymuş ve greve çıkmıştım.
Anamın ak sütü kadar helal bildiğim emek mücadelesinde onun simgesi grev hakkına saygı göstermeyen işvereni biliyoruz. Türkiye işçi mücadelesi tarihi bu örneklerle dolu. Ancak greve çıkan bir işçiye, onun simgesi olan grev gömleğini hak görmeyen sendikal bir anlayışı ilk defa görüyorduk.
Bunu niye yaptıklarını sonra anladım tabi. Grev başlamış ancak başarısız olmuştu. İçinde bulunduğumuz senenin sonunda da sendika genel kurulu vardı. Sendikacılar hesaplarını buna göre yapmışlardı. Muhalif bir işçi olarak benim grevde olmam onlar için pek muteber değildi.
Onlar istiyorlardı ki ben de diğer işçiler gibi girip içeri çalışayım ve beni grev kırıcı bir işçi olarak kamuoyuna lanse etsinler. Ancak bekledikleri olmayacaktı. Bu grev sonsuza kadar sürse dahi ben, daha önceki gibi bu greve de katılmaya kararlıydım. Onların bilmedikleri de buydu.
İş yerlerinde gezdiğimde arkadaşlarım bana “Ali Bey, sen grevde değilmişsin ve işveren senin paranı ödüyormuş.” anlamında sorular soruyorlardı. Ben de bunun üzerine “Arkadaşlar, SGK sicil numaram şudur. SGK sayfasına girip bu numara ile sorgulayın. Orada greve çıkıp çıkmadığımı görürsünüz.” diyordum. Grevin beşinci ayında internetten aldığım SGK sorgulama sayfasını yanımda taşıyor ve soran arkadaşlara gösteriyordum. Yani beş aydır grevde olduğum halde sendikacıların kara propagandası nedeniyle ben çıktığım bir grevi işçilere kanıtlamaya çalışıyordum. Daha da komik olanı bu soruları greve çıkmayan işçiler soruyordu.
Hatta Ankara Şubesi’nin Genel Kurulunda ön sıraya oturmuş üç tane Hava-İş Genel Merkez yöneticisine tüm Ankara Hava-İş Şube üyelerinin önünde sordum. “Sendikacı arkadaşlar, size soruyorum; Ben grevde miyim, değil miyim?. Salondan çıt çıkmamış ve tekrar sormuştum, Cevap istiyorum! Ben grevde miyim?. Yine cevap çıkmadı, utanma ve sıkılmaları olmayan bu insanlar salondan hiç bir şey diyemeden ayrıldılar. Çünkü onlar da gerçeği biliyorlar ve yalanları yüzlerinden okunuyordu. Ankara Hava- İş Şube Genel Kurul kasetinde bu konuşmalar mevcuttur ve tarihe geçmiştir.
Grev gömleğim geldi mi,diye merak edenlere söyleyeyim. Evet, grev gömleğim geldi. 7-8 Aralık 2013 tarihinde Hava-İş Genel Kurulunun olduğu gün bütün bu süreçleri bilen ismi emek mücadelesi kadar güzel bir kadın işçi arkadaşım, bu grev gömleğini Genel Kurul günü getirip bana teslim etti.
Sevdiğine kavuşur gibi kavuştum grev gömleğime. Kokladım, sarmaladım ve çantama koydum. Akşam eve gittim, eşime ve çocuklarıma o ana kadar anlatmadığım grev gömleğimin hikayesini anlattım.
Bana grev gömleğini vermeyen o iki temsilci arkadaşım, ben THY’den atıldıktan sonra da çalışmaya devam ettiler. Grev gömleğimi vermeyen Hava-İş eski yönetimi de bugün ne yapıyor, bilmiyorum? Hepsine selam ve sevgilerimi iletiyorum. İş ve aile hayatlarında mutluluklar diliyorum. Olur da bir daha sendika temsilcisi olurlarsa ve sendikaları greve çıkarsa muhalif işçilere grev gömleği vermemek gibi bir hataya düşmesinler.
İşçi sınıfı tarihi bunu affetmez. Bugün dolabımın en güzel yerinde sakladığım, 15 Mayıs 2013’te bana verilmeyen ve bir kadın işçi arkadaşımın bana armağan ettiği grev gömleğim; Hava-İş tarihindeki işçi mücadelesinde greve çıkan ve sendikası tarafından grev gömleği verilmeyen bir işçiyi temsil ettiği için tarihe gülümseyerek bakıyor.
Saygılarımla..

Exit mobile version