Bazen öyle insanlarla karşılaşırsınız ki, size yaşama dair inanılmaz dersler, görebilene mükemmel ipuçları verir. Belki de hayat, kendi etrafımızda döndüğümüzü görünce, birkaç saniye durduruyordur bizi. Sıcak bir yaz günüydü. Uçak motorlarının gürültüsünün bile engel olamayacağı topuklu ayakkabılarımızın ritmik sesi yankılanıyordu apronda.
Tık tık tık…
Ruh halimizin yankısıdır topuklarımızın sesleri. Ekip güzel ve keyiflerde yerinde ise sesler de bir o kadar canlı ve ahenkli. Ayaklar geri geri gidiyor ise sesler uzaktan, ağır ve kasvetli. Bugün ekip güzel, keyifler yerinde. Güzel günün uçağa ilk gelenleri, tekerlekli sandalyeli yolcularımızdı. İki kişiydiler, eve dönüş yolundaydılar. Gözlerinden, yaşadıkları tatilin verdiği mutluluk okunuyordu. Dünya turuna çıkmış gezginler gibi giyinmişlerdi. Yer görevlileriyle beraber, onlara yardımcı olmaya çalışıyordum, bir yandan sohbet ediyorduk. Yolcularla sohbet etmeyi seviyordum. Nereden geldiklerini, tatillerini nasıl geçirdiklerini soruyordum. Onları dinlediğim birkaç dakika içinde hızla dünyalarına çekilmiştim. Uçuş süresince gözlerim hissettirmeden üzerlerindeydi. Sohbet edişlerini izliyordum, mutlu bir çift oldukları belliydi, koridor kısmındaydı koltukları, elleri sürekli birbirine kenetli, incelikle dokunuyorlardı kalplerine. Koridordan geçmem gerektiğinde ellerini bir kaç saniyeliğine ayıracağım için özür diliyor, gülümsüyordum. Ellerini ayırmadan yukarı kaldırıyor altından geçmemi ister gibi bakıyorlardı. Tam ne yapsam derken, şaka yaptıklarını söyleyerek, koridoru açıyorlardı. Arkamdan tekrar birleşiyordu elleri.
İniş anında gözlerim yine onları aradı. Tek kolu olan bir erkek, bacakları olmayan bir kadın vardı karşımda. Hiç bir ayrıntının önemi olmadan birbirlerini sevmiş bu çiftin, bir bütün olmuştu bedenleri. Etkilenmiştim hayata bakışlarından, güzel bakan gözlerinden. Birbirlerinin hayatına ortak olmuş, farklı diyarlarda gezerek ruhlarını beslemeye devam ediyorlardı. Eminim daha birçok farklı diyarların havasını soluyacak, benim gibi birçok insanın yüreğine sevgiyle dokunacaklardı. Camdan dışarıya baktım. Görebildiğim sadece bulut beyazıyla, gök mavisinin dansı. İçimde bir huzur, teşekkür ettim sessizce.
Soğuk bir ülkeden, sıcak Antalya havasını solumaya gelen bir kadın var kabinde, tatlı mı tatlı. Tek başına hareket edebilecek gücü yok ama tatile gidiyordu. Başının üst kısmında sadece bir tutam kalmış kar beyazı saçlarını, süslü, penguen şeklinde bir tokayla tutturmuştu, Kulaklarında altından, küçük top küpeleri parlıyordu. Teninin rengi ise saçları gibi beyazın en beyaz hali pamuk gibi dokunmak, sevmek geliyor insanın içinden. Öyle ince bir dokusu var ki, damarları dışarıdan görünüyor. Hassas olduğu belli ama bir o kadar da güzel. Uçuş boyunca tüm ekibin ve yolcuların gözdesi olmuştu. 90 yaşında bu tatlı kadın, hayatın her bir anının kıymetini bilerek nefes alıyordu. Ölmeyi sessizce beklemek yerine, şartların zorluğuna aldırış etmeden yaşadığı andan zevk alıyordu. Hala kadın olduğunu hissederek tırnaklarında kırmızı ojeleri, hayatın derin izleri arasında dudaklarına sürdüğü pembe rujuyla gülümsüyordu. Kadın her yerde kadındı. Bedeninde solmaya başlasa da, ruhunda capcanlıydı.
Uçağın yere inişi sırasında biraz sarsıntı olmuştu. Kafamı ona doğru çevirdim, göz göze geldik. Bana iyiyim diyen bakışlarını gördüm, başparmağını kaldırarak, mesaj yolluyordu gülümseyerek. Uçaktan tekerlekli sandalye ile çıkartılırken, çevresinde bulunanlar benim fark ettiğim ayrıntıları fark etmiş, aynı hayranlık dolu bakışlarla onu nazik bir şekilde taşıyorlardı. Tek başına geldiği bu yolculuktan bizim gönüllerimizi fethederek ayrılmıştı.
Yer görevlisi, birazdan başlayacak olan uçuşun evraklarını uzattı, küçük bir ayrıntı ilgimi çekti. ‘’ 1923 doğumlu, uçağa giriş ve çıkışta yardıma ihtiyacı var.’’ ” Yürüyen tarih geliyor ’’ dedim, merak ettim kendisini, iyice yaşlanmış birini bekliyordum. Uçağın kapısına gelen kadın, düşündüğümden farklı biriydi.
Yurdum insanı bu sevimli kadın, dimdik yürüyerek içeri girdi. ” Merhabalar kızlar ” dedi güçlü bir ses tonuyla. Ellerini kaldırdı, etrafı selamladı. ” Merhaba, hoş geldiniz ” dedim. Bize dualar ederek karşılık verdi. Zaten böyle ince düşünceli, iyi niyetli, yolcuların ettiği dualardan etrafımızda koruyucu kalkanlarımız aktif olur, uçağımızın da, ekibimizin de sırtı yere gelmez. Özellikle Anadolu şehirlerine yapılan iç hat uçuşlarda bu daha sık yaşanırdı. Sıfır kapris. Sağ olsunlar. Bu yolcumuz da öyle bir giyinmişti ki, Kurtuluş Savaşı’ndan kalan kahraman kadınlarımıza benziyordu. ” Açılın teyzeme yol verin ” dedim, yerine kadar eşlik ettim. Bu yaşta bir insana göre kendine çok iyi bakmıştı, boşuna eski toprak denmiyor. Bir an sırrını sormak istedim ama vazgeçtim.
Uçaktan ayrılacağı zaman, kendisi için gelen ama aslında hiç ihtiyacı olmayan tekerlekli sandalyeye oturdu. O esnada, omzundan çapraz yaparak taktığı küçük, krem rengi çantasını fark ettim. Çantasının ön yüzündeki yazı, teyzenin sırrına en iyi açıklamaydı.
‘Twilight’ İşte bu, tam bir alacakaranlık.
Uçuşların sonunda uçaktan ayrılıp, apronda yürürken, karşılaştığım harika insanların verdiği mutluluk duygusu yankılanıyordu topuklu ayakkabılarımızın tıkırtısında.
Tık… tık… tık…