Yaşı dört buçuk milyarı geçmiş olan ve 5,9722 X 10 24 kg kütleye sahip dünyamızdan geçtiğimiz
cumartesi günü, dünyamızla karşılaştırılamayacak kadar küçücük bir kütle ayrılarak uzaydaki
macerasını başlattı. O küçücük kütlenin içinde, uzayda doğru konumuna varıp tavus kuşu gibi
açıldığında bir insan ebatına kıyasla kocaman sayılabilecek bir uzay teleskobu var. Halen Ariane 5 tipi
bir roketle göğe yükselen o küçük kütlenin ardı sıra ona bakan milyarlarca insanın merakı ve umutları
taşınıyor. James Webb Uzay Teleskobu, ayın mesafesinin bile üç kat ötesindeki yörüngesine doğru
ilerlerken onu tasarlayan ve bu inanılmaz görevin sorumluluğunu alan havacılar yörüngeye oturma,
yakıtı optimum sarf etme, teknik aksamı ve mekanizmayı doğru çalıştırma gibi konulara
odaklanmışken geriye yaslanıp düşünelim ve hissedelim biraz bu güzel günlerin tadını.
James Webb Uzay Teleskobu (İngilizce: James Webb Space Telescope – JWST)
İsmini NASA’nın Apollo programlarında yöneticilik yapan James Webb’den alan bu yeni uzay
teleskobu,
Bazen inanılmaz geliyor fakat gerçek bu: 2004 yılında başlatılan böyle bir projede emek veren on beş
ayrı ülkeden on binden fazla insan var! Bu havacıların teknik sorumlulukları ne olursa olsun her biri
bilimin ve insanlığın yararına emek sarf ediyor. Uzay teleskobu, yörüngesine oturup salınımını
durduracak, evrene yüzünü dönecek ve bizim için sorulara yanıt arayacak: Bilinen tarihin ilk
yıllarından beridir insanoğlunun başını göğe kaldırıp sorduğu soruların yanıtlarını!
JWST bizden bir buçuk milyon kilometre uzaklıkta yörüngesine oturunca nefis bir dansın ortasında
durup, daha büyük bir enerjiyle dansa devam eden efeler gibi 6 hafta bekletecek bizi. O kadar uzakta
olmasaydı da bulunduğumuz yerden izleseydik yaptıklarını diyorum kendi kendime. Elbette olmaz.
“Bu karanlık böyle iyi…” dediği yere kadar uzaklaşacak, güneşin ışığından arada yerküremizi
konumlandıracak şekilde gölgede kalıp korunacak. Ayın da ötesinde olduğundan mehtabı unutacak.
Ayrıca tekmili on sekiz parça, çapı altı buçuk metre olan dev aynasını da tavus kuşu zarafetiyle açacak.
Aynaların bu denli güzel görünmesinin sebebi, gerçekten altınla kaplanmış olması. Bin atom
kalınlığında altın kaplama alanı kaplayan ve toplamda sadece 48.25 gram altın ile yapılan aynalardan
bahsediyoruz. Bu aynalar teleskobun inanılmaz görüş yeteneğini sergilemesini sağlarken yüzeyin
ardındaki güneş kalkanı soğumaya yardımcı olacak. Boylu boyunca kedi gibi gerinip işine
koyulduğunda da boyu elli metreyi bulacak. Böylece kızılötesi dalga boyunda gözlem yapabilecek.
Çünkü kızılötesi gözlem yapabilmek için −223.2 °C'nin altındaki bir sıcaklığa düşmek gerekiyor.
JWST ile Neler Değişebilir?
“Şu aranıp duran korkak ellerimi tut.”
Turgut Uyar ile başladık, onunla saygımızı artırarak devam edelim istedim.
Aranıp duran ellerimiz; nereden gelip nereye gittiğimizi sorgularken dokunan, tutan, keşfeden, bir
yanda çarpan, kıran, döken, kavgada yumruk olan ve diğer yanda sevmek için dokunan, okşayan ellerimiz, uzayın en uzak noktasını işaret ediyor bugün. Bugüne kadar en uzağı gösteren Hubble Uzay
teleskobu bize evrenin 13,5 milyar yaşında olduğunu söylemişti. Belki değil! Bunun doğru olup
olmadığını bize yeni uzay teleskobumuz JWST söyleyecek. Sabit yörüngesini kaybetmemek için
kullanmak zorunda kalacağı yakıtı beklendiği gibi idareli kullanırsa on yıl boyunca bu ve benzeri
sorularımızın yanıtlarını uzayın derinliklerinde arayacak.
Uzay teleskopu, dünyamıza benzer gezegenlerin koşullarını çok daha iyi anlamamıza olanak
tanıyacak. Dönüp bakacağı her bir gezegenin kimyasal yapısını, dünya benzeri yaşama uygun olup
olmadığını, o gezegene seyahat etmeden, numune bile toplamadan anlayabilecek olması
heyecanımızı artırıyor.
Dünyamızın Nazım’ın anlatımı ile “uçsuz bucaksız zifiri karanlıkta boş bir ceviz gibi yuvarlanmaktan”
çok öncesinde, günümüzde, bize hayat vermeye devam ettiği bugün, teleskop daha uzak noktalara
odaklandıkça yıldızların evrimini aydınlatacak bilgiyi bize sunacak. Hatta evrenin yeni oluşmaya
başladığı günlerin fotoğraflarını sunacak, zaman makinesi gibi çalışacak. Evrenin yaşını görerek
belirleyebileceğiz ve gelişimini görerek tanımlayabileceğiz. Ve ne zaman yok olup gideceğimizi daha
kolay, daha çabuk göreceğiz. Torunlarımızın yaşayacakları yeni evimizin hangi gezegende olabileceğini
göreceğiz.
Uçsuz evrenimizde en yalın soruların yanıtını on binlerce yıldır aradık, yeryüzünde bulamadık. Göğe
bakacağız, belki de bulacağız. Belki öğreneceğiz nereden geldiğimizi ve neden geldiğimizi.
Küçük Mavi Soluk Nokta
Pekiyi, hazır mıyız?
Diyelim masallarda bulunan sırlar kitabındaki gibi bir bilgiye ulaştık. Diyelim ki bir başka masal olduk,
sırlar kapısı açıldı ve içeri girdik. Göreceklerimize hazır mıyız?
Pulitzer ödüllü yazar ve astronot Carl Sagan’ın “küçük mavi soluk nokta” olarak tanımladığı evimiz,
dünyamız ve onun üzerinde ayaklarının sesi duyulan milyarlarca insan evrenin gerçekleriyle
yüzleşmeye hazır mı?
Bence uzayda göreceğimiz ya da uzaydan gelebilecek herhangi bir sır, aydınlığa kavuşacak herhangi
bir gizem için önce hazır olmamız gerekiyor. Evrenin doğrulukla ve iyilikle işlediğini, yoksa karmaşanın
ve karanlığın masallardakilerden bile zalim krallar eliyle dayatıldığının farkına varmamız gerekiyor.
Genetik kodlarımız bizi hep merak etmeye, ufkun ardındakini görmek için heves etmeye, bir yerde
durmak yerine yer değiştirip görmeye ve öğrenmeye teşvik ediyor. Yine de en iyi bildiğimiz öğretileri
tutmaya ihtiyacımız var. Hangi ufkun ardına varmış olursak olalım, bir yanda insanlık olarak verdiğimiz
zararın utancını yaşayacak diğer yanda insanlık için başardıklarımızın gururuyla başımız dik duracak.
Kısaca diyorum ki herkes için iyi, herkes için adil bir düzenimiz olmadan, insana ve doğaya saygı
duyan, düşünceyi özgürleştiren bir düzeni küçük mavi soluk noktamızda hâkim kılmadan olmaz.
Gidecek yeri ve gitmenin yolunu bulsak bile gitmememiz daha iyi olur.
Haftaya Uğur Beyin Göçüne Mercek Tutacağım
2022’ye erken girdi Uğur Turhan hoca. Çoook Doğu’ya gitti. Avusturalya’da yaşama kararı kendisi için
en doğrusu olabilir. Fakat benim gibi onu seven ve önemseyen her birimizi üzdü.
Ve düşündürdü. Önce doçentlik başvurusu yapmaktan vazgeçerek düşündürdü. Sonra mevcut
koşullara küstü ve çok uzaklara oldu Uğur Bey’in göçü. Ülkemizde çok az sayıda bilim çalışanının
başarabildiği ve birçoğumuzun asla başaramayacağı işlere imza atmış çok değerli bir bilim insanını
küstüren sistemimizi sorgulamak boynumuzun borcu olmalı.
Yazımızı bir dilek tutarak tamamlayalım:
2022’nin gelişiyle birlikte ülkemizde havacılık ve uzay alanındaki çalışmaların ileri ülkeler düzeyine
gelmesi için gerekli yatırımların yapılmasını ve işbirliklerinin başarılmasını diliyorum.
Dr. Cengiz Mesut BÜKEÇ,