GENÇLERDE HİÇ SUÇ YOK SORUN SİSTEMDE… ”MÜHENDİS Mİ YOKSA TEKNİSYEN Mİ?”

sefa-inan-köse--yasizi

Sektörümüzdeki durgunluk devam ediyor. Her hafta kayda değer haber bulup siz değerli okurlarımıza yorumlamam zorlaştı. Umarım ki, sektörümüz eski hareketliliğine bir an önce kavuşsun.

Bu hafta durgunluktan faydalanıp ne zamandır yazmak isteyip yazmadığım ve medyamızın bazı yanlışlarını yorumluyayım istedim.

Bu haftaki konumuz, genelde dernek-sendika ile ilgili olacak…

Önce dernekleri ele alalım;

Sektörümüzde örgütlenmiş dernekler, doğal olarak kendi mesleki dalındaki sorunların çözümünü içeren istekleri yetkili mercilere iletmekle kalmayıp meslek mensuplarının birlik ve beraberliğini sağlayan, sendika gibi olmasa da, işverenlere kendi üyelerinin sorunlarını iletip çözüm arayışları içinde diyalog kurup, kendi yayın organları ile üyelerine bilgi aktarırlar.

Çözemeyecekleri daha doğrusu kendilerini aşan konular varsa bu konuyu sendika yönetimlerine iletip takipçisi olurlar.

Medyamız ve halkımızdaki yanlış algı, dernek başkanının havacılıkla ilgili her konuyu iyi bilen ve mesleğinde çok deneyimli biri olduğunu düşünmesidir. Gerçekte dernek yöneticilerinin, kendi mesleki dallarında en iyileri olduğu söylenemez.

Örnek olarak; gazetecilerin herhangi bir kaza veya kırım olayında ilk başvurduğu kişiler genel olarak dernek başkanlarıdır. Hâlbuki her dernek başkanı, havacılıkla ilgili kaza ve kırım konularında bilgi sahibi olamayabilir. Tabii ki bilgili olanları da vardır. Medya’ya bilgi aktarmak gerekiyorsa, o dernek başkanı, bilgisine güvendiği meslektaşları ile görüştükten sonra medyanın isteği doğrultusunda, istenilen kaza veya kırım olayını yorumlayabilir veya bu konuyu iyi bilen bir başka üyeyi görevlendirebilir.

Üyeler dernek veya sendika başkanı seçerken bekledikleri tek şey, işveren karsısında sorunlarını rahatlıkla ifade edebilecek ve ikna yeteneğine sahip, gerekirse ısrarcı olacak kişilik yapısında olmalarıdır. Kısaca cesur olmalı, ağzı laf yapmalı, prezantabl olmalı ve en önemlisi başkanlığını yaptığı mesleki grupta çalışanların hepsinin derneğe üye olup olmadığı işverence de bilinmelidir.

Bu vasıfların bir araya gelmesi o derneğin işveren nezdinde kabulünü, ağırlığını sağlar. Kendi içinde yönetimi ile anlaşamayan kavgası olan ve çalışanların sıklıkla eleştirdiği bir dernek yönetiminin sendika ve işveren nezdindeki girişimleri havada kalır. Bu dernek ve sendikalara tabela sendikası veya derneği denir.

Tabii ki aynı vasıflar çalışanların seçtiği sendika veya sendika şube yönetimlerinde de olmalıdır. Meslektaşlarının sevmediği, başarısız gördüğü ve arkasından gitmediği, dernek veya sendikaların başarılı olması, sözünü dinletmesi MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Örneğin;  Atılay Ayçin başkanlığında ki Hava-İş sendikasında, sendikal bilgisi olan kişi genel sekreter Mustafa Yağcı idi. Sendikayı, Mustafa Yağcı yönetirdi. Ancak o zamanlar sıklıkla yapılan protesto yürüyüşleri ve açık hava toplantılarında Atılay Ayçin hep başrolde idi.  Kısaca gizli kahraman(!) Mustafa Yağcı ve hukuk danışmanları Av. Abdi PESOK idi.

Abdi Pesok’un teknisyenlerin net tazminat aldıkları (vergisiz) dönemde devreye girerek şoför, koruma, beden işçisi gibi mesleki gruplarını da aynı kapsama aldırma mücadelesine girdi ve kaybetti. Aslında Avukat Abdi Pesok o mücadeleyi kaybedeceğini biliyordu ama sırf teknisyenler net ücret almasınlar, dengeleri bozmasınlar diye bütün THY çalışanlarına dava açtırtmıştı. Tabii ki bu dava açmalar karşısında dönemin Maliye bakanı Kemal Unakıtan teknisyenlerin kazandığı ve almaya başladığı net tazminatları sulandırdı ve sonunda uçak teknisyenlerinin vergisiz tazminatları yasada yapılan bir değişiklik ile iptal edildi.  Atilay Ayçin başkanlığındaki Hava-İş sendikasının hukuk müşaviri Abdi Pesok’un uçak teknisyenlerine attığı bir kazık olarak tarihteki yerini aldı. (Benim emekli olduğum döneme rastlatması ilginçti. Ben o zamanlar UTED başkanı olsaydım, sendikanın bu kasıtlı sulandırma işlemini yapması Mümkün Değildi.

YÜKSEK ÖĞRETİM KURULU REZALETİ

Teknisyen mi, Mühendis mi, Eleman mı hala bir türlü anlaşılamadı. Bu konu eğitim politikamızın yetersizliğinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum.  Baş suçlusu şüphesiz eğitim politikamız. 1+2 olan yüksekokullarımız bir anda fakülte ismini aldılar, Okullarda öğretim süresi 1+2’den 1+4’e Dil hazırlık sınıfı hariç iki yıldan dört yıla çıktı ve sanırım Yüksekokul müdürlerinin sıfatları bir anda dekan olarak değiştirildi. Dolayası ile Ödenek ve maaşları arttı.

Sektörün ne kadar mühendis ve teknisyene ihtiyacı olup olmadığına bakılmadan “biz yaptık oldu” mantığında bir takım değişiklikler yapıldı. Bu değişikliklerin ne getirip ne götüreceği hesaplanmadı. Teknisyen olmak için 1+4 eğitime ihtiyaç var mıydı yok muydu araştırmadan uygulamaya konuldu.

Bir zamanlar ülkemizde 5 yıllık planlar yapılırdı şimdi onlarda olmayınca iş sarpa sardı. Planlama diye bir şey kalmadı.

Şüphesiz sektörün asıl ihtiyacı uçak üzerinde fiili olarak çalışan teknisyenlerdir. Mühendis sayısı her zaman kısıtlı olmuştur ve bundan sonra da artacak gibi görünmüyor. Tabii ki az da olsa bir miktar mühendise ihtiyaç duyulabilirse de asıl ihtiyaç teknisyene yönelik olacaktır.

Peki, 1+4 olarak mezun ettiğiniz bu gençler nasıl iş bulacak? Asıl sorun burada. Adı mühendismiş teknisyenmiş, o başka bir konu. Önemli olan bu mezunların iş bulabilmesi ve aldıkları öğrenime göre nitelikli işlerde çalışabilmeleri.

Hadi diyelim ki mühendislik eğitimi verilen ama isimlerini “eleman” olarak düzenleyerek saçmalayan YÖK, bu gençlere mutlaka farklı bir isim bulacaktır. İsim bulacaktır ama iş bulabilecek midir? Sektörün teknisyen veya mühendis ihtiyacı bugün ve yarınlar için planlanmış mıdır?

Aslında sorun sadece ismin değişmesi ile bitmiyor. Önemli olan iş bulabilmek. Mühendis ismi altında 10 kişi ise alınırken 100 kişi teknisyen olarak alındığını düşünelim.  Bu mezun olan arkadaşların “mühendis” olarak işe alımları başlarsa çok az sayıda kabul göreceklerdir. Bu sefer piyasa mühendis denilen ama işsiz dolaşan mezunlarla dolabilir.

Dikkat edin konuya teknisyen mühendis olarak bakmıyorum.  Konuya iş bulabilmenin mühendiste mi yoksa teknisyende mi daha kolay olacağına dikkat çekmek istiyorum

Sektörde hiç kimse emekliliği gelmeden işten ayrılmıyor. Emekliliği gelip emekli olan bile aynı şirkette sözleşmeli olarak çalışmak için torpil arayışına giriyor.

Kaliteli bir firmada iş bulmak üniversite okumaktan daha zor. İTÜ-ODTÜ’nün yanı sıra Eskişehir, Kayseri ve Kocaeli de mezun veriyor. İşverenler önceliği kimden yana kullanacaklardır? İşverenler, bir ondan bir bundan almaya zorlanabilirler mi?  Tabii ki hayır.

Peki, boşta kalanlar işsiz mi dolaşacak? Türkiye’de üniversite mezunu işsiz sayısı kaç?

Lisanslı ve C/S bir teknisyen olmanın bir dolu avantajı var. Örneğin uçuş görevlerine gidebilirler. Yurt dışı meydana tayin olabilmeleri mümkün.  Orada yüksek standartlarda maaş+ araç+ kira yardımı, mesai, alabiliyorlar. Yurt içinde çalışanların da, Pazar yevmiyesi, vardiya primi uçuş, geçici dış görev gibi avantajları olabiliyor.  Sakın ola ki o ekstra imkânları kısıtladılar demeyin… Çünkü o tür bir değişlik varsa siz çalışanların beceriksizliğinden olmuştur derim. Çünkü Sizlere verilen haklar geriye alınıyor veya azaltılıyorsa burada suç sizlerin seçtiği derneğin ve sendikanındır.

İngilizcesi çok iyi olan lisanslı C/S teknisyene ihtiyaç her zaman olacakken mühendis ihtiyacı fazla olmayacaktır. Çünkü ülkemizdeki havayolları ve uçak bakım organizasyonları işletmecidir. Uçak veya parça imalatı yoktur. Tabii ki TAI ve TEİ gibi imalatçı firmalar hariç.

İsim mi yoksa alınan ücret mi önemli deseler birçok kişi ben alacağım rakama ve avantajlara bakarım diyecektir. Bu tür maddi avantajlar mühendis kadrolarında pek olmaz.

Teknisyenin adı dünyanın her yerinde ingilizce “Engineer” olarak geçiyor. Ben de THY’de müşteri uçakları şefi iken apron kartımda Engineer yazdığını bir köşe yazımda belirtmiştim. Çünkü yabancı havayolları, uçaklarına giren kişinin hangi unvanla girdiğine dikkat ediyor. Bir zamanlar EL-AL seferleri yapılırdı. Bu uçaklardaki korumalar uçağa gelen kişilerin kartlarına bakar, öyle içeri alırlardı.  Yabancı havayollarının birçoğu da aynı şekilde uçaklarına giren ve çıkanlara dikkatli bakıyorlar. Sırf bu nedenle bile unvanlar Engineer olarak değiştirilmelidir.

Hiç unutmam. toulouse de A-310/300 fark kursundaydım. Dernek başkanı olduğumdan çalışma şartlarını, kılık kıyafetlerini yakından göreyim diye hangarlara girmiştim. Uçakların üstünde arı gibi çalışan insanları gördüm. Hepsi iş kıyafeti olarak tulum giymişlerdi. Ancak anlayamadığım, bazıları turuncu tulumlu bazıları kirli beyaz renginde tulum( iş kıyafeti) ile çalışmalarıydı.

Tabii ki hemen sordum. Bu arkadaşlar neden farklı renkte iş kıyafeti giyiyorlar dediğimde bana turuncu tulumlular mühendis diğerleri teknisyen demişlerdi. Kısaca mühendis ve teknisyenler birlikte çalışıyorlardı. İşte asıl istenilen bu olmalı.

Gençlerin unvana bakmaları şimdilik normal. Hepsi özel şirketlere girecek değil ya… Kamu şirketlerinde önemli. Kamu şirketleri tahsil seviyesine göre ücret öder. İşte bu mağdur arkadaşların asıl sorunu bu olmalı. Sektörde  iş bulamazsak kamuda buluruz mantığı güdüyorlar.

Dışarda sorduklarında mühendisim demek başka, teknisyenim demek başka ama boş bir etki yapabilir.

TAİ, TEİ, Boeing ve Airbus gibi hava aracı üretimi yapılan firmalarda tabii ki popülerlik mühendislerde olup maddi olanakları teknisyene göre daha yüksek olabilir. Ülkemizde uçak bakımı yapılan organizasyonlarda yukarıda anlattığım gibi bu mümkün değil.

Kısaca havayollarının yetişmiş teknisyene ihtiyacı var. Masa Mühendisine değil. Tabii ki masa mühendisine de yan gelip yatıyor diyemeyiz. Onlarında kendilerine göre iş planları var. Ancak sayıyı abartmamak lazım.

Keşke Toulouse da ki Airbus tesislerinde gördüğüm gibi mühendisi, teknisyeni birlikte çalışsalar. İşin ideali bu ama gel de bunu sektördeki havayollarına anlat…

Exit mobile version