GELECEĞİ PAZARLAMAK-SENDİKA VE THY’NİN EYLEMCİ KAPTANINA SEMBOLİK CEZA

Günümüzün yükselen trendini, geleceği pazarlamak olarak görüyorum. Şimdilik alt yapısız bir çok proje, sanki eli kulağında misali satılıyor. Halkımız, kendine sunulan projenin güzelliğine aldanıp, vaatlere inanıp, geleceğini garanti almaya çalışıyor.
Satılıyor dediğimde, kimse bunu bir mal olarak düşünmesin. Bu satış, vaat satışıdır. Bu vaat satışları, yani, çok ileriki tarihlerde geleceğe yönelik projeler, ilk olarak siyasi arenamızda gözlemlendi. Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılı olan 2023 ile başlayan bu vaat tacirliği, 2040’a kadar uzanır oldu. Gelecekle ilgili bir öneri, bir umut için, güzel bir deyişi olan, “Kim öle, kim kala” çok doğru, anlamlı ve gerçeği tam yansıtan güzel bir deyişimizdir.
Bir gazetede bir makale çıkıyor ve diyor ki; Gelecekte dünyamızda şu kadar teknisyen ve bu kadar pilot ihtiyacı duyulacak. Haydaaa… Tüm eğitim kurumlarımız bu makale eşliğinde başlıyorlar yine umut tacirliğine… Çocukluğumuzda karşımızdakine üstünlük sağlamak için “benim babam senin babanı döver” diyerek karşımızdakine güya üstünlük sağlamaya çalışırdık. Aynı bu örnekleme gibi, “benim okulum senin okulundan daha üstün”, “ benim okulum iş garantisi veriyor”, “Benim okulum şu üniversite ile çalışıyor ”diyerek, okullarının ticari bağlantılarını güçlendirmeye çalışıyor. İçimden, al birini vur diğerine demek geliveriyor.
IFTE Eğitim fuarına, Bakan ve üst düzey bürokratlar gelmeyince ( DHMI Orhan Birdal hariç) istenilen kuru kalabalık sağlanamadı. Malum, ülkemizde bir açılışa bakan ve üst düzey bürokratlar teşrif etmeyince, onların uzantısı olarak gelmek zorunda kalan bir dolu genel müdürü de oralarda göremezsiniz. Aslına bakacak olursanız, onların gelmesi bence ve çoğumuzca pek de önemli değildir. Önemli olan eğitimi almak zorunda olan gençlerin ilgisidir ve o da sağlanmıştır. Pırıl, pırıl, havacılığa gönül vermiş bir dolu genç, akın akın fuara geldiler.

IFTE Eğitim fuarına, Bakan ve üst düzey bürokratlar gelmeyince ( DHMI Orhan Birdal hariç) istenilen kuru kalabalık sağlanamadı. Malum, ülkemizde bir açılışa bakan ve üst düzey bürokratlar teşrif etmeyince, onların uzantısı olarak gelmek zorunda kalan bir dolu genel müdürü de oralarda göremezsiniz. Aslına bakacak olursanız, onların gelmesi bence ve çoğumuzca pek de önemli değildir. Önemli olan eğitimi almak zorunda olan gençlerin ilgisidir ve o da sağlanmıştır. Pırıl, pırıl, havacılığa gönül vermiş bir dolu genç, akın akın fuara geldiler.
Bu arada, Girne Amerikan Üniversitesi de havacılık sektörüne yönelik eğitim programlarına çok iddialı hazırlanıyor. Umarım bu iddialı girişleri, kaliteye de yansır ve tercih edilen bir eğitim kuruluşumuz olur. Bekleyip göreceğiz ve tabii ki yanlışları olursa yazacağız.
Kalite dedim de aklıma geldi. Bu okullarımızın iş garantisi vermesi her zaman kafama takıldı ve bu konuda çok yazılar yazdım. Eğitim kurumu, iş bulmak zorunda değildir. Bir okul verdiği eğitimin kalitesi ile ön plana çıkması gerekirken, iş garantisi vererek okulun tercih edilmesini sağlamaya çalışması, bence yanlış bir strateji olup, ters tepebilir. Bilhassa, özel şirketlerin iş garantili okullarının öğrencisine sunduğu anlaşma metnini iyi okumak lazım. Örneğin; okul iş garantisi vererek devamlı öğrenci aldığında, iş garantisi verdiği şirketin filosuna yönelik pilot ihtiyacı bir gün bittiğinde, okul mu kapatılacakBunlara inanıp okul seçenler, hayal kırıklığına hazır olsunlar.  
Çok yakında aynı kabin memuru alımı için para isteyenler, Çok yakında, “seni pilot yaparım, ama bu kadar veya şu kadar para daha ödeyeceksin” dediğinde ne yapacağız.  O uçaklara güvenip nasıl bineceğiz?
Eğitim kurumu veya kuruluşu her neyse, sadece eğitimini vermeli ve eğitim kalitesi ile ayakta kalmaya çalışmalıdır. Ali Cengiz oyunlarına hiç gerek yok. Öğrenciler ise, getirisi iyi diye meslek seçme yerine kabiliyetleri doğrultusunda sevdikleri bir mesleği seçmeye özen göstermelidirler. Maaş getirisi her zaman değişkendir. Bugün alınan rakamların, yarın alınacağına yönelik garanti veren bir şirket veya iş garantili okul yoktur. Arz/Talep değerlendirmeleri ücreti belirler. Çok iyi üniversitelerin elektrik, elektronik, makine, uçak bölümlerini bitirip sırf parası ŞİMDİLİK iyi diye, mevzuat olarak Lise mezununun bile yapabileceği farklı bir mesleğe adım atmaya çalışmak, yanlıştır ve kaynak israfıdır.
Şimdi de gelelim, günümüzün en güncel konusu olan ve her geçen gün haber olan Hava-İş in seçimlerine;
Hemen her gün Airporthaber’de grev le ilgili bir dolu haber çıkıyor. Bu haberlerin çoğu, işveren ve sendikanın birbiri aleyhine açtığı davalardan oluşuyor. 305 olarak bilinen ve sendikanın grev öncesi yaptığı eylem sonucunda işten atılanlardan itibaren aralıksız olarak tüm süreç içerisindeki gelişmeleri hukuki yönleri ile sunmaya çalışmakla kalmayıp kişisel görüşlerimle eksiksiz olarak yorumlamaya çalıştım. Şu ana kadar, bu konuda ne kadar objektif olduğumu ve değerlendirmelerimde ne kadar sağlıklı bilgiler ve görüşler aktardığımı sizler takdir edersiniz.
Bu arada, Hava-İş ve THY arasında süre gelen hukuk savaşındaki sendikadan yana olan başarı, yönetimlerin başarısı veya başarısızlığı değildir. Yönetimler bu tür hukuki konularda; ya hukuk müşavirliklerini veya anlaşmalı hukuk bürolarını devreye sokarlar. THY-Sendika hukuk savaşlarında sendika anlaşmalı hukuk servisinin başarısı olarak görünen netice, aslında, THY Hukuk Müşavirliğinin başarısız hamlelerinden kaynaklanmıştır.
Sendikanın anlaşmalı hukuk bürosu, Bundan önce Erdoğan Balcı, Zihni Barın, İbrahim Öztürk, Adnan Özcan ve Atilay Ayçin’in başkanlık yaptıkları dönemlerde de Hava-İş’in hukuk işlerine bakardı. Bu nedenle, Sendika yönetimi ile organik bir bağı yoktur. Bu konuyu bilhassa yazmamın sebebi, oluşan hukuksal başarıların, sendikanın yönetiminin başarısı olarak gösterilmesindeki yanlışı giderebilmek içindir.
Nasıl mı?  
Hatırlarsanız ,”THY DARBE ÜSTÜNE DARBE YİYOR” başlıklı yazımda;
 “At, ahıra kadar kovalanır…” diye bir atasözümüz vardır.  Grevi zaten kırmışken ve medyaya verdiğin röportajlarda; “greve katılan yok, her şey normal seyrinde devam ediyor ”derken ve kendi başına çalışanlara zam yapmışken, ne gerek var bu mahkemeye? Bu yasal grev sürecini aklıselimle çözebilmek varken, yangına körükle gitmekten daha kötü olanı yapıyor ve grevin yasal olmadığını savunarak, yangına benzin dökmek de neyin nesi oluyor? “ diyerek, bu hukuk savaşının ilk defa THY’den başladığına dikkat çekip, bu yanlışı dile getirmiştim. THY’nin açtığı bu dava, sendikanın 305 işten çıkartılanı toplu iş sözleşmesinde kullandığı varsayımıyla açılmıştı. Sendika, anında bunu reddederek, 305’ in toplu iş sözleşmesi kapsamında istek maddeleri olmadığını savundu ve hakikaten 305 kişinin işe geriye dönmesi söylendiği gibi sendikanın Toplu iş sözleşmesi isteğinde yazılı olarak görünmüyordu.
THY bu ilk ve Hava-İş i kışkırtan davayı, grevin yasal olmadığını iddia ederek 71.madde eşliğinde açmış olmalı.
Hâlbuki, THY bu davayı, Sendikalar ve toplu iş sözleşmesi kanununun  72.madde eşliğinde yani, “grevin yasal olup olmadığı” ile değil, sadece “grev hakkının kötüye kullanılması “olarak açsaydı, durum farklı olabilirdi diyen, danıştığım çok deneyimli hukukçular var.   Kısaca; yanlış madde ve yanlış savunmalar sonucunda THY hukuk savaşlarını hep kaybetti.
Gelelim sendika yönetim seçimlerine; Geçen hafta, İŞÇİ KOMİTESİ adı ile yollanmış bir mailde tüm muhalefeti birleştirmeye yönelik bir mesaj iletiliyordu. Bu mesajdaki düşüncelere katılmamak mümkün değil. Bu iletiyi yapıcı bir bildirge olarak gördüğümü belirtmeden geçmeyeceğim. Bu iletiyi burada madde madde irdeleyip yazıyı uzatmanın bir anlamı yok. Uçuş işletmeden olduğunu sandığım bir grup genç arkadaşın, sendikal mücadelenin lider odaklı değil, toplum odaklı olması gerektiğini ve tüm grupların her hangi bir koltuk sevdasına kapılmadan taşın altına ellerini koymaları isteniyor. Kısaca adaylığını açıklayan kişi ve onları destekleyen gruplara; “gelin birlikte hareket edelim ve adaylıkları birlikte belirleyelim” deniyor.  Çok güzel de, bizim toplumda bu tür demokratik bir girişim netice verir mi derseniz, şahsen ben;” ümitli değilim” derim.
Hani adam sormuş ya berbere; “saçım ak mı kara mı” diye. Berber de, “önüne dökülünce görürsün! … Saçlar ak mı kara mı, bekleyin az kaldı.
Sonuç olarak; Tüm topluma mesajım; işveren yanlısı olduğunu düşündüğünüz ve bundan kesinlikle emin olduğunuz gruba veya kişilere oy vermeyin.  Çünkü, THY işvereni, bu toplu iş sözleşmesinden sonra bayağı yıprandı ve artık dikensiz gül bahçesi istiyor. Bu nedenle, seçimlere mutlaka müdahil olacaklardır.  Muhalefet içindeki tüm grupları işveren yanlısı olarak görmek mümkün olmadığından bu grubu sizler bulmalısınız.  
Bu arada sizlere bir müjde vermek isterim.
Kaçırılan İki pilotumuzun kaçırılma olayını protesto etmek, kamuoyunun ve medyanın dikkatini bu konuya yoğunlaştırmak amacı ile medeni bir tarzda uçağı terk eden Kaptan Pilot Yılmaz Özgentürk hakkında açılan soruşturma bitmiş. Yılmaz Kaptan; sadece altı ay süresince sorumlu kaptanlık yapamayacak… Olay sembolik boyutta bir ceza ile kapanmış görünüyor.
Hatırlarsanız, bu konuyu yazıp pilotumuzun yanlış yapmadığını ve insani duygusal bir tepki gösterdiğini yazmıştım. Bu düşüncemin ve yazımın Yılmaz Kaptan’a yararı olmuşsa, ne mutlu bana. THY yönetimini bu konudaki sert olmayan tutumu için kutluyorum.
Az kalsın unutuyordum; sahi bizim kaçırılan pilotlara ne oldu? Yazı tarihim olarak, bu konuda 52 gündür kayda değer hiçbir gelişme yok. Gördük, sağlıkları iyiymiş falan filanlarla 52 gün geride kaldı. İcraat zamanı gelmedi mi henüz?
Exit mobile version