Topuklu ayakkabılarımızın ahenkli tıkırtısına, birkaç çift küçük tekerleğin, düz bir zeminde ilerlerken yarattığı ritmik yankısı eşlik ediyor.
Kulaklarımızın aşina olduğu bu seslere, havacı içgüdüsünden midir nedir bilinmez, tam bir uyum içinde, geçit töreninde sıramız gelmiş gibi ilerliyoruz. Başlar dik, jilet gibi üniforma, tek bir hareketle kolların çektiği çek çek valizler…
Ekip bütünlüğü içinde, hava limanına geliş gidişteki bu sahneyi çok seviyorum. Yıllar önce, bu mesleğe girmeme bir şekilde vesile olan yabancı misafirlerimi, hava limanında karşılamak için beklerken ilk defa bir uçuş ekibini yakından görmüştüm. O zamanlar, uçak ve ekibi hakkında pek bir fikir sahibi olmasam da çıkış kapısından gelen ekiplerin uyum içindeki geçişlerinden etkilenmiştim. Her ekip ayrı ayrı güzeldi. Kimisi rengarenk üniformaların içinde, kimisi geleneksel halk kıyafeti giymiş gibi çok farklı ve etkileyici görünüyordu. Her gelen ekibin toplam sayıları da farklıydı. Ne anlama geldiğini o zamanlar anlamasam da eğitim esnasında ilk öğrendiğimde o sahneyi hatırlamıştım.
Her bir kabin memuruna elli yolcu sorumluluğu düşüyordu ve uçakların koltuk kapasitesine göre bu sayı baz alınarak ekip sayıları oluşuyordu.
Şimdi ben de bu uyumlu geçişin içine dahil olmuş bir durumdayken, omuzlarımda en az elli kişinin sorumluluğunun bilinci de ayrı bir güç veriyordu. Tabii ki en sevdiğim sahne bu olmalıydı…
Yıllar içinde bu geçişin devamında gerçekleşen uçuşlarda, ekipler dışında en iyi yol arkadaşımız, sevgili çek çeklerimiz ve en kıymetlimiz babet ayakkabılarımız oldu.
Şu babetler olmasa, kim çeker yüksek topuklu ayakkabılar üzerinde uzun süre kalmaktan anatomisi bozulmuş, basınçtan şişmiş, her bir parmağın mitoz bölünme sonucu kendi arasında çoğaldığı nasırlı ayaklarımızın kahrını, sağından solundan izinsiz çıkan kemik çıkıntılarının verdiği ızdırabı…
Durumu biraz Küçük Emrah’a bağlamış gibi görünsem de gerçekler acıdır, hem de çok acı. Neyse ki babetler var da uçuş esnasında bunları giydiğimiz anda ayaklarımızda hissedilen var olmanın dayanılmaz hafifliği işte bu, hiçbir şey ile kıyaslanamaz.
Ben ilk günden öğrenmiştim babetlerin en az acil durum malzemeleri kadar önemli olduğunu. Babetin yanında olmasın uçuş bitmek bilmez ama yanındaysa giymesen bile rahat hissedersin kendini.
Babet demişken, uzun zaman önceydi. Ekipçe uçağın kapısından içeri giriş yaparken ekibin en çömezi, ilk uçuşunu yapacak olan bir arkadaşımızı hatırladım. Uçağa girmeden önce kapı önünde ayakkabılarını çıkartmıştı. Şaşırmış bakışlarla kendisini izliyorduk.
Sanırım ilk defa biri, ekibe ilk gün şakasını bizzat kendi yapıyordu.
” Bu şakayı bizim sana yapmamız gerekmez miydi? Ne yapıyorsun bu arada? ”
” Yerdeki halıya ayakkabıyla basmamak için çıkartmıştım. Ne yapacaktım ki?”
Daha önce yaptığımız ilk uçuş şakalarının ahımı tutmuştu ne…
Sanırım ilk uçuş heyecanından olsa gerek diyerek hepimiz biraz gülmüş, sonrada durumu açıklayıp işe devam etmiştik. Sonuçta her birimizin ilk uçuşuna ait benzer anıları vardı.
Uçuşun ilk safhalarındaydık, servis hazırlığı yapılırken bir ara kokpite girmiştim. Dışarı çıktığımda, uçak kapısının önünde duran bir çift topuklu ayakkabıya takıldı gözlerim. Ucu kapıya doğru bakıyordu. İtinayla konulmuş olduğu belliydi.
Ekip arkadaşım babetini giymiş, ben ayakkabısına o bana bakıyordu. Sanırım artık şakanın terfisi gelmişti.
” Çıkarken giyeceksin sanırım? Vestiyere koysaydın ya.”
Gözleriyle vestiyeri aramaya başladığında, anlaşılamayan bir fıkranın düz metin olarak tekrar anlatılması gibi her şeyi baştan tüm çıplaklığıyla anlatmaya başladım.
Birlikte ne gülmüştük sonradan…