featured

“En büyük başkan, bizim başkan!”

Geçen hafta yazdığım THY’de “Ali Cengiz Oyunu” başlıklı yazıma yoğun ilgi oldu ve çok okundu.  Ayrıca, mailbox’ım sizlerden gelen mailler ile doldu taştı.
Bana mesaj yollayan, sendikanın yaptığı yanlışları anlatan ve araştırılmasını isteyen sendika üyesi arkadaşlara; Kemal Kılıçdaroğlu olmadığımı ve benim işimin bu yönetimi sorgulamak değil, üyelerin ufuklarını açma ve yoğun iş tempoları içinde az da olsa bu sendikal konulara önem vermek gerektiğini anımsatmak olduğu yanıtını verdim.
Genelde aday olan kişiler karşı tarafı yıpratmak amaçlı bu tür yazılar yazarak kendilerine ilgiyi artırmaya çalışırlar. Benim bu tür bir beklentim söz konusu bile olamayacağından, sadece ve sadece doğruları yazdığımdan kimsenin zaten şüphesi bile olamaz. Bu nedenle, madem bu konulara girdik devam edelim istedim.
Bizim topluluğumuz, lidere odaklıdır. Lider de, arkasına kendini destekleyen grubunu almadan önce kendini işverene karşı kanıtlamak, ona karşı çalışma hayatında agresif ve hak arayıcı tutumlar sergilemekle ünlenmesi şarttır. Toplum bu tür insanlardan görünüşte hoşlanmasa da gizli, gizli kendilerinin yapamadığı bu davranışları korkmadan, cekinmeden sergileyen bu insana karşı saygı duyar ve hayranlıkla izler.
Bu kişi eğer bu tutumları ile işyerinde yaşayabiliyor ve işveren tarafından işten atılmıyorsa, istediği sendika veya dernek gibi kurumların başına geçebilir, kendine yönetim kurabilir. Çalışanlar ikilem içerisinde çalışırlar. Hem işverenin yöneticilerine hem de kendi kurduğu örgütün gölgesinde çalışma hayatını sürdürürler. Lider zayıflamadığı ve tutarlılığını yitirmediği sürece, her ne kadar işverenden çekinip tarafını belli etmese de zamanı gelince örgütüne sahip çıkma adına gizli oylamalarda taraf olarak, kendi örgütünü seçer.
Şimdiye kadar özellikle THY’de yapılan sendika, dernek ve vakıf seçimlerinde bunlar yaşanmıştır. Bu ortamda en uzun süre yaşayan insan olarak,( tüm sendikacılar dâhil) bu satırları tüm içtenliğimle yazdığımdan kimsenin şüphesi olmaması gerekir. İşverenler çalışan psikolojisini hiçbir zaman onlar kadar bilemez. Bu psikolojiyi bilen örgütün başının en büyük silahı bol, bol gürlemek ve asarım keserim politikaları kullanarak kaostan beslenmektir. İşveren ne kadar çalışanı sıkarsa, sendika da çalışanın sıkılmasından nemalanma yoluna gidecektir.
Bizim topluluğumuz güçlüden yanadır. Gücün bittiği yerde iktidarda kalmak olanaklı değildir. Sadece yakarım, keserim diyerek, birkaç sene iktidarı devam ettirmek olanaklı ise de toplum sonunda gürleme ile uygulama arasındaki çok önemli noktayı ayırt edecek ve mutlak son mutlaka gelecektir. 
Liderler için koltuk hırsına kapılmamak mümkün değildir. Düne kadar emir aldığı yöneticilerinden saygı görmek, üyelerin kendine olan sevgi ve saygısının keyfine doyum olmaz. Toplumda şak, şakçılar her zaman olmuştur, lideri gaza getirip sonra yarı yolda bırakanlarımız çoktur.
Gidilen her yerde protokolda olmak, el üstünde tutulmak, emrindeki kasaya hükmetmek, bir sözü ile masaları donattırmak lideri tatmin ettiği kadar birçok kişiyi de yanına çekmesine olanak sağlar. 
Zaman olur ki, lider kendini savunma gereği bile duymaz. Çünkü bu işi onun yerine yapacak birçok yandaşı oluşmuş ve liderlerini koruyarak onun gölgesinde yaşamaya ve nemalanmaya alışmışlardır. Bu nedenle temsilciler başkan ve yönetiminden daha çok çalışırlar. “En Büyük Başkan, Bizim Başkan” dolduruşlarını bol, bol toplantılarda dile getirir adeta çalışan korosunu maç amigoları gibi idare ederler.  
Kasaya her ay milyarlarca TL. Otomatik olarak yatar. Bu parada vergi yoktur. KDV yoktur. Kriz bu paraya dokunamaz, piyasa ne olursa olsun bu para azalmaz artar. Bunların yanı sıra, üye yapma uğraşısı içine de girilmez. İşveren onların yerine gidin sendikaya üye olun dediğinden ve paralar otomatik olarak her ay kasaya aktığından başka havayolu şirketlerinde örgütlenerek üye yapma uğraşısına gerek görülmez.
Parayı denetlemek için kurulan denetleme kurulu, başkan tarafından seçilmiş(!) ve genel kurulda oya sunulmuştur. Lidere güvenerek ona oy verecek üyeler gayet tabiidir ki bu denetim kuruluna da oy vermek durumunda kalırlar. Dolayısıyla denetimler sadece sembolik olarak yasa gereği diye “var mı var” mantığında yer alır. Kendini o denetleme kurulu üyesi yapmış aynı yapıdaki insanlar, başkanı nasıl inceleyebilir ve rapor edebilir ki? 
Gücü ve parayı bir şekilde eline geçiren lider için seçimler son derece kolaydır. Seçimi kaybetme olası bile değildir. Aday olması muhtemel kişiler üzerinde, önce karalayıcı senaryolar işlenir ve delege seçilememesi için her yol denenir. Öncelikle karşı adayı yıpratmak esaslı bir sistemi uygulamak şarttır. Genelde bu sistem karşı tarafa İşveren adamı demekten geçer.
İşverenin sanki o adayı kendi çıkartmış ve kazanılan hakları geriye götürecekler gibi bir senaryo kurulur. Ve toplum korku içerisine düşürülür. Karşı adayın işi çok zordur, hatta olanaksızdır. Karşılarında ayda milyarlara hükmeden bir aday varken, kendisi cebinden harcadığı paralarla mücadele etmek durumundadır.
Seçmenlere yemek veremez, süslü, püslü bildirilerle göz boyayamaz, kendini destekleyenlere seçim anında bile ulaşarak, taksi ile gelin oyunuzu kullanın, taksi ücretinizi benden alın diyemez. Lider, her seçimde istediğini yanına alır, iktidarda kaldığı dönem içinde kendine saygıda kusur etmişleri devreden çıkartır kadroyu yeniler. Her zaman, suçlu lider değil, ona iç muhalefet etme cesareti gösteren kişilerdir. İşverenle her sendika sıcak ilişkiler kurmak durumundadır. Gerçek sendikacılık son 4 senedir oynanmakta olup, zaten işin aslı da bu olmalıdır.  
Toplu iş sözleşmesi oyunu şöyle oynanır; örneğin; işverenin o toplu iş sözleşmesinde toplamda 10 lira vereceğini düşünelim. Bu rakam üzerinde kapalı kapılar ardında önce anlaşma sağlanır. Ancak sendikanın bir şartı vardır; bu rakam, hiçbir zaman topluma işveren tarafından deklere edilmeyecektir. Sendika işveren 10 değil 8 lira verdi diyerek topluma gider ve tabii ki işçiler yürütülür bağırtılır ve çağırtılır ve sonuçta zaten işverenin vereceği 10 lira alınır. Bu rakam da; işçi yürüdü, sendikasıyla beraber oldu ve sonuçta başarılı olundu ve 10 lira alındı, diye söylenerek çalışanın sendikası ile işbirliği pekiştirilir.
20 senedir yaşanan sendikacılık “al gülüm ver gülüm” tarzı danışıklı dövüş şeklinde geçmiş ve sendikalar istediğini işten attırarak kendilerine tehlike arz edecek bu idealistleri önce işveren adamı olarak lanse etmiş, olmazsa işveren-sendika birlikteliği çerçevesinde bir şekilde listelere konarak işten çıkartılmalarını sağlamışlardır. 
Değerli okurlarım; alçak gönüllü olamayacağım tek konu; UTED başkanlığımı sürdürürken, kendi topluluğuma sunduğum etkinliklerdeki başarıdır. 20 sene süren başkanlık dönemimde, en güçlü ve tek adam olduğum sırada bile koltuğu tüm ısrarlara rağmen bırakmak sanırım ülkemizde pek alışık olmadığımız bir durumdur. Gençlere yer açılmalıdır.  
Şimdiki sendika yönetimi de seçim hilelerine tenezzül etmeden ve yönetimindeki yandaşlarını aday göstermeden, hatta genel kurulu beklemeksizin olağanüstü genel kurulla koltuklarını terk etmelidirler. Kim gelirse gelsin işi bilsin veya bilmesin yine de şimdikinden kötü olamaz. Yeni yönetim olmanın heyecanı ve yıpranmamışlık, toplumla bütünleşebilmeyi sağlayabilir. Ve yine unutmamak gerekir ki, yeni gelen sendika yönetimi ne kadar başarılı olursa olsun, ağalık sistemi içersine girilmesinin ve ağalık sisteminin önlenmesi açısından en fazla 2 veya bilemedin 3 dönem sonra yönetimi bırakacak tüzük yapılanmasına gidilmelidir.
Gerçek sendikacılığa her zamandan daha çok ihtiyaç vardır. Yıpranmamış bir yönetim, tüm toplumu kucaklayabilir ve ben biliyorum ki bu yapıda birçok insan THY topluluğunun içinde vardır. Acilen işverenle sendika arasındaki kedi-fare oyununa son verilmeli ve daha fazla sendikacılığın yıpranmasının önüne geçilmelidir.
İyi haftalar…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir