DOLARIN DEĞER KAZANMASI KUR FARKI ZARARINI AZALTTI.
Bu hafta sektörümüzde kayda değer bir gelişme yaşanmadı. Sektör hala 2017 ye ümitli bakmıyor. Birçok şirket yöneticileri ile yaptığım telefon görüşmelerinde umutsuzluğun maalesef hüküm sürmekte olduğunu anladım. Bildiğiniz üzere, “THY’nin uçaklarının bazılarını yere indireceğini, gelen duyumlarda THY’nin elindeki kendi malı olan bazı uçaklarını satması, başka şirketlere kiralaması veya uçakların bazılarını ground etme (uçurmama) şeklinde krizden çıkış yolu aramaktaymış. Sanırım filoyu 300 uçakla sınırlandıracaklar. THY yönetimi bu kararı alırken yeni nesil uçakları almaya devam edeceğini düşünüyorum. THY’nin 2017 büyüme öngörüsü ise %1 civarında seyredecek” tarzı görüşümü Temmuz ayı sonunda yazmıştım. (Tıklayın)
Bu günkü gelişmelere baktığımızda bu öngörünün tuttuğunu gözlemleyebilirsiniz.
Bu öngörüye ilaveten THY’nin 2016 yı vergi öncesi 900 milyon dolar zararla kapatacağını “NE OLACAK BU THY’NİN HALİ” Makalemle tahminde bulunmuş ve bu zararın sadece Japon yeni nedenli 470 milyon dolar olduğunu belirtmiştim. Son günlerde yaşadığımız doların tüm para birimlerine karşın değer kazanması THY’nin 2016 kur farkı zararını azaltacaktır. Kısaca Doların değer kazanması Finansal İşlemler kaynaklı Kur Farkı Zararını azalttı. Bu nedenle 2016 vergi öncesi zarar tahminim ilgili yazıda sunduğum tahmini değerlerden daha az olacaktır.
Değerli okurlarım;
Köşe yazısı yazarken hep sektörel yazmaya özen gösteriyorum. Ancak bazen günlük hayatımızdaki gelişmeler beni okurlarımla istişare yapmaya zorluyor. İşte şimdi yazacağım düşünceler beynimi zorlarken sizlerin de bu konudaki düşüncelerinin ne olduğunu bilmek isterim.
Amerika’daki başkanlık seçiminde Donald Trump’ ın kazanma sürprizinden sonra Trump karşıtları yaptıkları eylemlerle seçimin neticesini protesto ettiler ve hala da ediyorlar. Amerika’daki seçimlerden sonra ben yeni bir şey öğrendim. Bu da, seçim bittikten sonra kazanan adayın, hemen göreve başlayamaması. Onların yasalarına göre seçilen yeni başkana rağmen eski başkan iki aylık bir süreç içinde görevine devam ediyor. Yeni seçilen başkan onun yanında bir nevi staj görüyor da diyebiliriz. Kısaca; Yeni gelen, sorumluluk almadan önce staj görüyor, işlerin nasıl yürütüldüğünü görerek, aldığı brifingde sorarak öğreniyor, alt yöneticilerini tanıyor, anlamadıklarını sorup öğreniyor. Bu arada eski yönetici hala sorumlu, karar alma ve uygulama erkine sahip. İki aylık süre dolunca eski yönetici görevini, stajını tamamlamış olan yenisine, teslim edip ayrılıyor. Ne kadar güzel bir sistem değil mi? Yeni yönetici dönen tekerleği seyretmiyor, onun nasıl döndürüldüğünü, belki nelerin aksadığını veya yanlış yapıldığını da görüp öğreniyor. Kazanan şirket ve dolayısıyla çalışanlar oluyor.
Buyurun şimdi Türkiye’mize gelelim. Bizde yapılan demokratik seçimlerde, her kurum ve kuruluşlarda yeni seçilen veya atanan başkan anında göreve başlıyor. Eski başkan yılların tecrübesi, yaptıkları ve yapmak istedikleri, yapmak istediklerinde karşılaştığı zorluklar, kurum veya kuruluşun gelir ve giderleri, kendi döneminde aldığı kararlar ve nedenleri vb. kaybolup gidiyor. Yeni başkan göreve zafer sarhoşluğu ile başlarken kurum veya kuruluşu senelerdir idare edene danışmak bile istemiyor. Bu nasıl bir karmaşık bir durumdur, senelerdir anlayamadım.
Birçok derneğin genel kurullarında divan başkanlığı yaptım. Gördüğüm manzara çok acı. Seçimi kazanan grup hemen kazandığı makama otururken eski başkan ve yönetimi ortadan kayboluyor. Yeni yönetim kurulu şüphesiz çok acemi olduklarından neyi nasıl yapacaklarını bilemiyorlar. Eskiler ne yapmak istemişler ve neden yapamamışlar? Başlatıp bitiremedikleri projeler var mı? Bu bilgileri almadan göreve başlıyorlar. Tabii ki bu iş anadan doğma öğrenilemiyor ki. Eski yeniye el vermeyince veya yeni yönetim “ben kazandım” egosuna yenik düşüp yardım istemeyince, olan üyelerine yani temsil ettikleri meslektaşlarına/üyelerine oluyor.
Amerika’daki seçim sistemi işte bu sorunu çözmüş. İki aylık süre bu nedenle verilmiş olmalı. Bizim de bu kültüre uymamız gerekiyor. En azından tüzüklere bu madde yazılıp mecburiyet konulması lazım. Eski yönetim hemen kaçmayacak, yeni yönetim ise 2 aylık sürede işleyişi ve eskilerde ne yapılmış, yapılamamış, yapılamamanın nedenini öğrendikten sonra daha bilgili olarak yönetimi devralınması sağlanmış olacak.
Sakın ola ki bu örneği sadece dernek veya sendikalar için verdiğimi düşünmeyin. Koskoca milyar dolarlık THY’de bile durum aynı. Sanırım bu bir kültür meselesi. Her ayrılan “benden sonra tufan” deyip tüm deneyimleriyle kaybolup gidiyor.
THY genel müdürü Yusuf Bolayırlı tabandan tavana yükselen bir genel müdür idi. Paraşütle gelmemiş, yavaş yavaş yükselerek genel müdürlük makamına ulaşmış biridir. Yusuf Beye bu yazıyı yazmadan önceden sorayım istedim ve arayarak, “Yusuf Bey, sizden sonra genel müdür olan Abdurrahman Gündoğdu göreve başladığında sizinle şirket hakkında görüş alış verişi yaptı mı” diye sordum. Hayır dedi. İyi mi?
Biri dışarıdan geliyor. (Belki de hayatında değil havacılık uçağa bile binmemiş biri olabilir.) Direk THY’nin taaa tepesine kuruluveriyor. Tabii ki şirket, alt kadrolardaki yöneticiler ve çalışanlarla birlikte yürüyor. Genel müdür nereden bilgi alacak, tanımadığı bir dolu yönetici var. Ya beni yanlışa sürüklerlerse ne olacak diye düşünüp, okul arkadaşı, köylüsü, hemşerisi kim varsa onları bulup en üst düzeylere atıyor. O atananlarda altlarına bakıyor ve onlarda aynı korku içinde kendilerine güvenecekleri alt kadrolarını oluşturuyorlar, her şey karmakarışık, bir kargaşa ortamı oluşuyor.
Örnek mi; Şimdiki THY yönetimi. (bir kişi hariç)
Bu yöntem her şey normal seyrinde devam ederken belki yürüyebilir ama kriz anlarında direk çakılırsınız. Çünkü krizden çıkmak deneyim ve bilgi gerektirir. Geçen haftaki yazımda tepeden paraşütle gelmeyen yöneticilerin olduğu Lufthansa örneği vermiş ve THY zarar ederken Lufthansa’nın karlılığına değinmiş ve THY’nin Lufthansa örneklemesindeki THY’nin daha avantajlı olmasının nedenlerini sıralamıştım. Size yeni bir örnek daha vereyim. Lufthansa son 2 yılda tam 14 grev yaşamış. THY yönetimi dikensiz gül bahçesinde görev yaparken Lufthansa bu kadar greve rağmen, karlı olabiliyorsa burada gerçekten durup düşünmek lazım. THY bu grevleri yaşasa idi sizce şimdi nerede olurdu?
Senelerdir tabandan, tavana kadar yüksel ve senelerdir genel müdürlük veya yönetim kurulu başkanlığı yap, yenisi gelsin ve hiçbir bilgi almadan koltuğa kurulsun. Olacak iş mi bu? Maalesef bizim kültürümüzde oluyor. Şimdi burada sorulacak sorular şunlar; Apartman yöneticiliğinde bile yeni yönetici eski yöneticiden bilgiler alıyorken, koskoca THY almıyor. Kervan yolda düzülür mantığı çerçevesinde bir yönetim anlayışı ile işte buraya kadar gelinebiliyor.
Yusuf Beyden sonra göreve gelen diğer genel müdürler ve yönetim kurulu başkanlarının da kendilerine görevi devredenlerle fikir alış verişi yaptıklarını düşünmüyorum.
Nasıl olsa tekerlek dönüyor, ben koltuğuma oturup dönen tekerleği seyredeyim mi diyorlar acaba?