Geçen hafta sendika yönetimine aday olan gruplardan Emek Meclisi adı ile start verdiğini resmen açıkladı. Bu grup dışında, Bahadır Altan’ın Gökkuşağı grubu ve mevcut yönetim Hava-İş genel kurulunda kapışacaklar. Şimdilik üç ayrı grubun iktidar savaşı verdiği genel kurul öncesi üç grup dört emi çıkar yoksa muhalif gruplar birleşerek tek aday tek yönetim belirleyerek birlikte mi hareket ederler göreceğiz.
Öncelikle, Hava-İş Sendikası’nın genel kuruluna çeyrek kala başlayan sendikal muhalefete bir göz atalım.
1975 yıllarında ( Başbakanile aynı dönem ve yer) İETT Şişli garajındaki ( Şimdiki Cevahir AVM) iş makinaları ağır bakım atölyesindeki şeflik görevim sırasında, THY sınavlarına girmiş ve kazandıktan sonra İETT’deki devlet memuru statüsündenayrılıp, THY’de işçi statüsüne geçerek teknisyen olarak çalışmaya başlamıştım.
O gün bugündür, dernek ve sendika faaliyetlerine çok ilgi duyan biriyim. Hatta 1986 yılında UTED genel kurulunda üç adayla seçime girmiş ve farklı bir sonuç ile kazanarak, 20 yıl dernek başkanlığını sürdürmüş ve bu görevimi kendi isteğimle, bir arkadaşımıza el vererek bırakmıştım.
1986 yılındaki dernek seçimlerinde, vekâleten oy vermek olanaklıolduğundan; Anadolu’daki üyelerin vekâlet oylarını toplayıp, seçimi kazanmama yardımcı olan Atilay Ayçin’di. O zamanlar kendisine yaptığım UTED yönetimine girme önerisini, kabul etmeyip, daha sonra 1989’da sendika başkanlığına aday olup kazanmıştı. Ben, sadece uçak teknisyenlerininçıkarına odaklanmışken, sendikanın geneli temsil etme gerçeği ve uçak teknisyenlerine yönelik isteklerimize olumlu yanıt alamamamız, aramızı bozmuş ve o gün bugündür düzelmemiştir.
Ben dernekçilik ve sendikacılık gibi toplumsal hizmetlerde, bu işi yapmaya gönüllü kişilerin, bu görevlerini amatörruhla yapmaları gerektiğine inanırım. Bu nedenle, 1993 yılında sendika yönetiminin grev oylamasını THY’ye karşı kaybetmesi nedeniyle(Tezcan Yaramancı dönemi), sendika delegesi olmamama rağmen, sendika yönetiminin bu yenilgi sonrası istifa etmemesi nedeniyle sendikayıolağanüstü genel kurula sürükleyen sendika delegelerinin adayı olmam istendi. Genel arzuyu kıramayarak sendikayı olağanüstü genel kurula sürükleyen Atilay Ayçin’e, zamanında oy vermiş delegelerle toplantılara başladık. Dört beş toplantıdan sonra benim başkanlığımda yönetim kurulunu şekillendirirken, bu görevi amatör olarak, yani, maaş almadan yapmak istediğimi belirttiğimde, dananın kuyruğu koptu.
“Sefa bey, sen maaş almazsan biz ne yapacağız? Senin maaş almadan başkanlığı yürütmen, bizi zora sokar”diye serzenişler başladı. Sadece bununla kalınsa yine iyi. Bana oy verecek olan delegelerin özel istekleri ardı ardına, tek tek gelmeye başladı. Kimisi; bulunduğu görevden bir başka göreve geçmek isterken, diğeri; bulunduğu konumda yönetici pozisyonuna gelebilmesi için, benimle baştan pazarlık yapmaya başladılar.Kısaca, Ayçin’i olağanüstü genel kurula sürükleyen delegeler, benimle pazarlığa başladıklarında, bu işin bana göre olmadığını anladım ve “ben, affınızı rica ediyorum”diyerek, toplantılara katılmamaya başladım.
Aradan bir hafta kadar bir zaman geçti. Delegeler, benim yerime zamanında sendika başkanlığını bırakıp ANAP ‘tan Adana milletvekili olan, eski sendika başkanımız İbrahim Öztürk’le toplantılar yapmaya başladılar ve İbrahim Bey’i başkan adayı olarak genel kurula sürdüler. İbrahim Bey’in,benimlede görüşerek;“madem başkanlığı kabul etmediniz, yönetimde görev alır mısın?”diyerekyaptığı öneriyi de reddettim.
Olağanüstü genel kurula konuk olarak katıldım. Genel kurulu izlediğimde;Atilay Ayçin, İbrahim Öztürk’ün sendika başkanlığını bırakıp,işçi çıkarlarına tümüyle ters olan bir partiden aday olarak milletvekili olduğunu ve milletvekilliği bittiğinde, tekrar eski evine dönmeye çalışmasını, çok güzel kullanarak, seçimi kazandı.
O genel kurulda yanlış tercih olan ve Atilay Ayçin tarafından yıpratılacağı %100 olan İbrahim Öztürk yerine başka bir aday çıksa idi, netice ne olurdu? her zaman merak etmişimdir.
Yukarıdaki satırları yazmamın nedeni, sendikacılığın bu kafa yapılarıyla sonuca gidebilmesinin mümkün olamayacağı gerçeğini duyumlarla değil bizzat yaşanan bir anı ile sizlere anlatabilmek içindir.
Sonuç olarak; sendikacılık kesinlikle ve kesinlikle, geçim kaynağı olarak görülen meslek olamaz, olmamalıdır. Sendika profesyonellerinin alacağı aylıklar, o işkolunda çalışan, kalifiye işçi aylığından asla fazla olmamalıdır. Çünkü, sendikalar; emek örgütleridir ve emekçilerin aylıklarından kesilen aidatlarla ayakta durmaktadır. Sadece ve sadece emekçilerin hak ve çıkarlarını koruma, geliştirme amacını görev bilen, dürüst, amatör ruhlu ve emekçilerin güvenini kötüye kullanmayacak, idealist ve topluma hizmetten zevk alan kişiler, yönetime katılmaya istekli olmalı ve görev almalıdır.
Aksi takdirde üyelerin; “dün nerede içki içtin, hangi otelde kaldın, arabanı neyle aldın, çocuğunun tahsilini kime ödettin?” benzeri bir dolu laf atmalarına hazırlıklı olunması gerekir. Bu tür aşağılayıcı suçlamaları duyup da bu göreve devam etmek, mide ister. Ya, tüm giderlerini her ay yayınlayıp, üyelerin denetimine sunacaksın, ya da; bu işi yapmayacaksın.
UTED başkanlığını 2006 yılında bıraktığımda; dernek tüzüğümüzün profesyonel başkanlığa açık olması nedeniyle, yine aynı öneri, üyeler tarafından da yapılmış ve yine bu tür görevlerin para karşılığı yapılamayacağını öne sürerek reddetmiştim.
Sendika yönetimlerine aday olacak kişiler, ben adayım diye kendi kendine çıkmamalıdır. Bilinçli toplum, adayını kendi belirler ve ilgili kişi ve kişilere öneri götürür. Aksi takdirde, toplum hiç bir adayı beğenmese bile, birine oy vermek zorunda kalır. Bu anlattığım ideal örgütlenmeye şimdilik rastlanmamış olması, bizim toplum olarak bu bilinci kazanamadığımızın bir göstergesidir.
THY gibi ücret dengeleri 1/7 den 1/22’lere çıkan bir şirkette, yeniden iş değerlendirmesi yapabilecek bir yönetim çıkacak mıdır? Sendika yönetici adayları, bize oy verin derken, ne vaat ediyorlar? Nabza göre şerbet mi veriyorlar, yoksa bilimsel verilerle mi konuşuyorlar?
Şimdi bakıyorum da, sadece Teknik A.Ş’de 3 liste ile delege seçimi yapılacak gibi görünüyor.Ayrıca, en az üç adaylı bir genel kurul kesin gibi görünüyor. Mevcut iktidar grubu dışında kalan iki grup birleşse ve tek liste çıkarabilse;Atilay Ayçin seçime bile giremez. Ancak, bunlar birbirini yerken, bir de bakmışsın ki,Atilay Ayçin yine başkan oluvermiş.
Benim anlayamadığım; her grubun, var olan yönetime karşı olmalarına karşın, neden anlaşamadıklarıdır? Her iki grubun liderini çok iyi tanırım. Onlara önerim; “bu eski yönetimin gitme vakti çoktan geçti. Birbirinizi yemenin bir anlamı yok. Birleşin!”
Toplumu düşünenler egolarından vazgeçmelidirler.
Her zaman söylediğim gibi, iktidarda olan grubu yıkmak çok ama çok zordur. İktidar grubu, seçimi kazanabilmek adına, elindeki kasayı istediği anda boşaltıp dağıtabilir. Bildiğiniz üzere genel kurul öncesi, üyeleri temsilen delege seçimleri yapılır. Seçilen delegelerin verdiği oylarla yönetim şekilleneceğinden, genel kurul öncesi delege avı başlar. Makarna-Kömür(!) dağıtımı misali, neler döner neler… Bilhassa Anadolu delegelerini kendi saflarına çekmek uğruna, mevcut yönetim öncesinde dönenleri anlatsam, küçük dilinizi yutarsınız.
Delege seçilmek veya seçilmeye çalışmak, sendika yönetimine aday olmak değildir. Delegeler, kendilerini seçip listeye yazan kişi veya grupların değil, tüm çalışanların temsilcilerdir. Delege seçerken, ağzı var dili yok tarzı kişiler yerine; konuşan, tartışan, sorgulayan kişilere oy vermek gerekir.
Biraz da günümüzdeki genel sendikal yapıya bir bakalım;
Günümüzde yapılan sendikacılığı ben; çim sahada hala kösele kramponlarla top oynamaya benzetiyorum… Sahanın yapısına, yani çim veya toprak zemin farkına bakmadan, sahaya yanlış kramponla çıkarsanız, kayar, ya da düşersiniz.
Globalleşen (küreselleşen) dünya koşullarında, politikacılar ve siyasi iktidarlar tarafından sendikacılığı bitirmeye yönelik onca oyun oynanırken, sendikalarımızın hala 1980 öncesinin yasaları ile şimdiki yasalar arasındaki farkları gözetmeden mücadele etmeleri, toprak saha ile çim saha arasındaki farkı görememelerine benziyor. Bu nedenle; maça, yani sendikal mücadeleye girerken, günün değişken koşullarına da dikkat etmeniz gerekiyor.
Hükümeti, oylarımızla öyle veya böyle bizler belirliyoruz. Her ne kadar bu günkü iktidara oy vermemiş olsak da; bu bize günün yasalarına uymama lüksünü vermiyor. Bu nedenle, düşünce yapımıza, kafa yapımıza, siyasi görüşümüze uymuyor diye, şüphesiz, işvereni yok sayamamakla beraber, mevcut iktidara oy veren ve destekleyenleri de hiçe sayamayız.
Sendikalar, emek örgütleri olmaları nedeniyle, sadece emeğin siyasetini yapmak durumundadırlar.İktidarda hangi parti olursa olsun, mücadele yandaş ve karşı zeminde değil, sadece ve sadece işçilerin sorun ve istekleri doğrultusunda seyretmelidir.
İşveren ve sendika, bunlar çalışma hayatımızın olmazsa olmazları. Birinin olmaması diğerinin açığa düşmesine neden oluyor. Bu nedenle, ben, ne sermaye düşmanı, ne de işçi düşmanıyım. Ben özellikle, THY gibi, çalışanların çoğunun aklı-selimi ön planda tutacak yapıda kimseler olması nedeniyle, yapılan bu sendikacılık tarzının, özellikle THY çalışanlarına uygun olmadığını ısrarla vurguluyorum.
THY’nin genel kurullarını kaçırmamaya çalışırım. Beni THY genel kurullarında izleyenler bilirler ki, THY yönetimine en çok soru yönelten benim. THY’nin büyüme stratejisi bu genel kurullarda şekillendiğinden, sen, sendika olarak on binlerce işçiyi temsil ediyorsan, o platformda da mutlaka olmalısın ki, THY’nin yaptıklarını denetleyebilmelisin…
Sevgili Ayçin;
“Karşıma çıkmıyor” diye laf attığın Hamdi Topçu, orada sana cevap vermek zorunda. O platformdaki her konuşmayı, kayda alınıp aynen ne söylendiyse THY sitesindeki yatırımcı ilişkileri bölümünden, genel kurul tutanağı bölümünü seçtiğinde, okuyabiliyorsun. Uzaktan, megafon elinde onu bunu tehdit edeceğine, gir o platforma, ne istersen yüzlerine söyle!
THY’nin bilançosunu al eline, eleştir, eleştirebildiğin kadar… Genel Kurul’un sonunda, dilek ve temennilerde; THY’nin yönetim ve denetim kurullarına, ver- veriştir. THY yönetiminin stratejisini beğenmiyor ve sunulan faaliyet raporunu benimsemediysen, ibra etmeyebilir ve bunu tutanaklara geçirtebilirsin.
THY’de pay sahibi olmak o kadar kolay ki. Sendika olarak hisse almana bile gerek yok. Bir tek yöneticin, 5-10 liralık hisse alsın ve koca sendikayı temsilen orada bulunsun yeter… Bunları neden mi söylüyorum? Sendika olarak, sadece sokaklarda bağırıp çağırmak yetmiyor. Bu tür platformlarda da temsil edilmek gerekiyor. Hatta olanaklıysa, yönetim veya denetim kurullarında da temsil edilmen gerekir.
THY’nin gerçek yüzünü, yani mali durumunu iyi irdeleyemez ve gereksiz harcamalarını yüzlerine vurup sorgulayamazsan, toplu iş sözleşmesi zamanı geldiğinde, şirketin durumuna göre ne isteyeceğini bilemezsin.
Şüphesiz sendika olarak, alınacak hisse miktarı mevcut durumda özelleştirme başkanlığını elinde bulunan %49,12’yi geçemez ve %49,12’lik hisse istemezse, sendika olarak, bir temsilcini bile yönetime sokamazsın, ama, yine de THY yönetimine işçi adına girmeye çalışmak bile bir artıdır.
THY her zaman “çalışanlarımla varım” diyerek şov yapıyor. THY; çalışanlarıyla var oluyorsa eğer, çalışanların yasal temsilcilerini de yönetimine almaktan çekinmemelidir!
Ayrıca; sendikalar yol ayrımına çoktan girdiler. Sendika yönetimleri ile işçiler arasında müthiş bir güven sorunu yaşanıyor. Bu güven sorununu, doğal olarak işveren de hissedip körüklüyor. Bu nedenle, sendikalar, öncelikle temsil ettikleri çalışanlarla aralarındaki güven sorunlarını çözmeli, mali konularda şeffaf olmalı ve özel hayatlarındaki yaşam biçimlerini çalışanların gözü önünde açık tutmalıdır.
Aksi takdirde; orada burada yenilen yemekler, gidilen lüks otellerin ücretlerini ceplerinden bile karşılasalar, toplum bunu mutlaka sendika bütçesinden yapıldığını sanacak ve sendikası ile arasında güven eksikliği kaçınılmaz olacaktır.