BİZE LAZIM DEĞİL DENİZ İÇİN GELEN TURİST !

Değerli okurlar, geçtiğimiz hafta Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın bir demeci yoğun gündem arasında kaynadı gitti. Yoğun gündem derken Lice ve Şenoba’da şehit düşen kahraman askerlerimizi anmadan geçmeyelim. Hepsini rahmet ve minnetle anıyorum. Bu vatan onlara minnettardır.
BABAYI NASIL KAPTIRDIK ?
Konumuza dönersek, ne demiş Sayın Avcı? “Türkiye deniz, kum, güneşten ibaret değil.” Doğru bir saptama…Bu ülkenin zenginlikleri saymakla bitmez. Üzerinde onlarca medeniyetin inşa edildiği topraklardır Anadolu… Neredeyse her dine ev sahipliği yapmıştır. Bugün birçok kentimizde camilerin yanında sinagogları, kiliseleri görürsünüz. Meryem Ana Efes’tedir. Her yıl binlerce yabancı turist, hacı olmaya Efes’e gelir. Noel baba, Antalya Demre’lidir. İyi de, bugüne kadar Noel baba konseptli bir tanıtma etkinliğine tanık oldunuz mu siz? Elin yabancısı, Antalya’da doğup ölen belki de hayatında kar tanesi bile görmemiş Noel babayı alıp kutuplara götürmüş, önüne de 9 tane geyik bağlamış ve tüketim ekonomisinin Tanrı’sı yapıvermiş ! Bize ait olan Babayı kaptırıvermişiz. Niye ? Hristiyan diye...Sen yılbaşı günü, sokak sokak dolaşıp “Müslüman yılbaşı kutlamaz.” dersen, AVM’deki 50 lira karşılığında Noel baba kılığına girmiş takma sakallı garibana tekme-tokat girişirsen, kalkıp “Noel baba Antalya’lıdır.” dediğinde kim inanır?
ÇİNLİ DİYE UYGUR TÜRK’ÜNÜ DÖVDÜK !
Efendim bizde rafting var, yamaç paraşütü var, kaplıcalarımız var, Nemrut’ta gündoğumu var, Kapadokyamız var, Sümelamız var, var oğlu var… Bak, sen tanıtmasan da elin oğlu Amerika’dan, Japonya’dan, Kore’den, Çin’den gelip buluyor. Sonra ne oluyor? Uygurlara Çin’de yapılan muameleye kızanlar İstanbul’da Koreli turist grubuna Çinli zannedip saldırıyor ardından da Çin Lokantasını basıyor. “Çin lokantasındaki herkes Çin’lidir” diye başlıyor sıra dayağına. Çekik gözlerine bakılıp en fazla dövülen aşçıbaşının Uygur Türkü olduğu sonradan anlaşılıyor, iyi mi? Gaziantep’te Uzakdoğulu turistlere saldıran bir adam bir yandan “defolup gidin buradan, siz Müslümanları Hristiyan yapmaya çalışıyorsunuz.” Diye bağırırken bir yandan da etrafına toplanan kalabalıkla gariban misafirlerimizi kovalıyor ! Budist turistlerin biz Müslümanları niye Hristiyan yapmak istediğini çözmeye çalışmak gerçekten beyin yakan bir eylem olmalı… Sultanahmet’te kaldığı otelden çıkıp sahilde yürüyüş yapan Amerikalı Sarai Sierra “Bu saatte yalnız gezdiğine göre aranıyor herhal.” diyen bir sapık tarafından tecavüz edilip öldürülüyor. Barış gelini olarak bilinen İtalyan Pippa Bacca da aynı akıbete uğruyor.
AĞIRLIK ÖLÇÜMÜZ: ”GAVUR ÖLÜSÜ GİBİ…”
Garip bir memleketiz vesselam… Lokantasına gelen turiste hesap dışı ikramlarda bulunan da bizden, Havalimanından aldığı turisti “Mister trafik mafiş” diyerek üç lisana hakimiyetini gösterip Sultanahmet’e Tarabya üzerinden götüren şoför de bizden… Köyde, kasabada evlerini turiste açıp ne var ne yok masaya koyan da bizden, turistin yanındaki karısına kızına göz koyan da bizden… Sıcaklık ölçü birimi olarak “gavur… gibi yanıyor.” cümlesini kullanan da biziz, ağırlık ölçüsü olarak “gavur ölüsü gibi..” deyimini kullanan da…
TURİZM YATIRIMLARINDA 1990’IN GERİSİNE DÜŞTÜK.
Bundan 40-50 yıl öncenin meşhur sloganıydı: ”Turist döviz, döviz refah getirir.” Sırtında çanta, ayağında sandaletle gelen turistler “hippi lan bunlar” diye ciddiye alınmasa da toplumda biraz alayla biraz merakla izlenir ama bugünkü tepki ve tavırlara muhatap olmazlardı. O zamanlar doğru dürüst turistik tesisimiz bile yoktu. En yaygın tesisler kampinglerdi. Turizmi ağırlıklı olarak devlet yapıyordu. Turizm Bankasına ait TURBAN tesisleri en bilinen markamızdı. Özal ile birlikte turizmde ciddi teşvikler verilmeye başlandı. İki çarpıcı rakam vereyim. 1983 yılında Turizm yatırım belgeli oda sayısı 21.410, yatak sayısı 43.425 iken 1990 yılında 156.902 oda ve 325.515 yatak kapasitesine ulaşmış.. Aradan 25 yıl geçmiş. İşte 2015 rakamları: 146.162 oda ve 314.194 yatak.. Nasıl, 1990’ın bile gerisinde… Yani devletin teşvik verdiği, desteklediği turizm tesisi sayısı 1990’ın gerisine düşmüş. Bu rakamlara bakınca, Turizm Bakanının “Türkiye, deniz, kum ve güneşten ibaret değil.” sözü daha anlamlı hale geliyor. Oysa, kuzey yarımküredeki 3468 mavi bayraklı plajın 436 tanesi Türkiye’de…Yani 578 mavi bayraklı İspanya’nın hemen ardından ikinci sırada…Özetle, senin en büyük avantajın güneş, kum ve deniz..
EKONOMİYİ SIRTLAYAN DENİZ-KUM-GÜNEŞ…
Ne diyor Sayın Bakan? “Türkiye, sadece deniz, kum, güneş stratejisi üzerinden dünyada turizm alanında altıncı sırada., Türkiye’nin henüz yeterince tanıtılmamış pek çok turistik zenginliği var. Dağlarımız var. Göllerimiz var. Olağanüstü bir mutfağımız var. Karımız, kışımız var. Kaplıcalarımız var. Termal turizmimiz var. Tarihi ören yerlerimiz var. Dini miras alanlarımız var. Kongre turizmi için fevkalade elverişli ortamlarımız var. Daha sayamadığımız eğitim turizmi, spor turizmi, macera turizmi alanında da pek çok imkanlarımız var. Biz, tüm bu potansiyelimizi, bu zenginliklerimizi harekete geçirdiğimizde sadece deniz, kum güneş üzerinden altıncı sıraya geldiğimiz turizm yarışlarında ilk üçe rahat rahat gireriz.” İlkesel olarak doğru ama bu yaklaşık 30 yıldır “bacasız sanayii” olarak ülkeye ciddi döviz kazandıran, tarımdan, ulaşıma birçok sektörü de besleyen “deniz-kum-güneş” üçlemesini ikinci plana atmayı gerektirmez ki…
EN FAZLA TURİST HANGİ KENTİMİZE GELİYOR ?
En çok turistin geldiği kentimiz neresi diye sorarsanız, zaten bu saptamanın yanıtını bulursunuz. Son 3 yıldır Türkiye’ye gelen turistlerin % 34’ü İstanbul’u tercih ediyor. İstanbul’da deniz, kum, güneş mi var? Güneş tamam da, denizi berbat ettik, bu kentimizde sadece 3 adet mavi bayraklı plaj var. O halde niye geliyor turistler İstanbul’a? Tarihi yerleri kutsal mekanları ziyaret etmeye geliyor…Sağlık turizmi, kongre turizmi de önemli pay alıyor. Bakın ülkemizi her yıl 2 milyondan fazla insan kongre turizmi kapsamında ziyaret ediyor. Yaklaşık 400.000 kişi de sağlık için geliyor. Termal tesisleri çıkarınca önemli bölümü uygun koşullarda sağlık hizmeti almak için Türkiye’yi tercih ediyor. 2015 yılında Türkiye’nin turizm geliri 32 milyar dolar…Bu rakamın yaklaşık 5 milyar dolarının sağlık ve kongre turizminden geldiği hesaplanıyor. Gelen turistlerin % 24’ü de İstanbul, Antalya, Muğla ve İzmir’in dışında kalan kentlerimizi ziyaret ediyor. Yani öyle pek de şikayet edilecek bir durum yok. Haaa, daha iyisi olmaz mı tabii olur. Ama bu yıllardır turizmin lokomotifi olan, on milyarlarca dolarlık yatırım yapılan, havayolu çalışanları başta olmak üzere onbinlerce insana istihdam yaratan “deniz-kum-güneş” üçlemesini ikinci plana atmayı elbette gerektirmez…
SÖYLEMESİ KOLAY DA, YATIRIM YAPACAK MISIN?
Kaldı ki, rafting, doğa sporları, termal, inanç ve müze turizmine ağırlık verecekseniz, bunlar için de ciddi yatırım yapacaksınız. Çevre ve kent estetiğiniz yetersizse, yeterli ve kaliteli konaklama tesisiniz , yabancı diil bilen kalifiye turizm çalışanlarınız yoksa, ulaşım kolaylıklarını artıramıyorsanız, doğru enerji politikaları uygulayamıyorsanız, yakın coğrafyadaki emsallerinizle fiyat ve servis rekabeti sağlayamıyorsanız yapacağınız reklam ve tanıtımlar bir işe yaramaz. Ayrıca terör örgütlerinin hedefinde yer alan, güneydoğusu karışık, Ortadoğu’daki karışıklığa müdahil olan ama daha önemlisi karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmış bir ülkeye turist getirmek kolay iş değildir. Rakamlar da bunu söylüyor zaten. Bakın 2017 yılının ilk dört ayında, Almanya, Hollanda, Fransa ve ABD’den gelen turistlerde ortalama % 20 düşüş var. Peki, en fazla turist nereden gelmiş? Rusya? Ukrayna?…Bilemediniz. Gürcistan’dan…Onu İran izliyor…Rus ve Ukraynalı turistlerde ciddi artış var. Demek ki, dış politika önemli…
Yazıyı bitirirken Sayın Bakanın demecine tekrar baktım. İlginç bir cümlesi var: “Karımız, kışımız var.”  Diyor. Şimdi bu yazıyı İngilizce’ye çevirirken “kar-kış” gibi dilimize özgü deyimleri bilmeyen biri şaşırmaz mı? “Karımız” sözünü çevirirken “wives” mı der, yoksa “snow” sözünü mü kullanır? Neyse, bu da işin esprisi olsun…

Exit mobile version