featured

Bir Garip Acil Durum. Çaylar Şirketten

Uzun bir uçuşun dönüş bacağındaydık. Saat gecenin ikisiydi. Ön taraftaki perdenin arkasından loş kabine, uyuyan yolcuların yüzlerine bakıyordum. Ağzı açık, başı başkasının omzuna düşmüş, kendi kendine konuşan uykulu insanların koltuklarına yerleşme çabaları ilgimi çekiyordu. Tanımadığımız insanların özelindeydik aslında. Yaptıklarından habersiz rahatça uyuyorlardı, evlerinde yataklarında uyur gibi. Bizler de sık sık kabinde dolaşıyor, fark ettirmeden iyi olup olmadıklarını kontrol ediyorduk. Kendilerini bize emanet etmişlerdi, hakkını vermeliydik.
Kokpite girdim. Gece kabinin içi başka, burası bambaşka görünüyordu. İçerideki ışıklar, karanlıkta yıldızlar gibi parlıyordu. Ve o tarifsiz gece manzarası. Gökyüzüne gökyüzünden bakabilmek ne büyük bir şanstı. Bunca yıldır izlemekten hiç sıkılmadım.
” İnsan hiç sıkılmıyor bu manzaradan? ” dedi kaptan. Aynı anda, aynı düşünceler içinde olmamız beni gülümsetmişti.
Bu kaptanı severdim. Her zaman nazik, düşünceli, ekibini koruyup kollayan, güven veren bir adamdı. Ekiplerin sevdiği, uçmak istediği kaptanlar grubundandı. Aslında bu özellikler, birçoğumuzun günlük sohbetlerine konu olan, aranan ideal adam kişiliğiydi.
” Sizce bu biraz, Noel Baba tarzı bir iş değil mi? Sanki havada geyikleriyle dolaşarak, hediyeleri sahiplerine ulaştıran Noel Baba gibi indiğimiz şehirlere yolcuları bırakıp, hiç bitmeyen yola devam ediyoruz. Ben, özellikle gece uçuşlarında böyle hissediyorum ” dediğimde, üçümüz de gülmeye başlamıştık.
” Haklısın sanırım Arzu. O zaman birazdan, ho ho ho diye anonsa başlayayım ha… ”
” Peki, o zaman ben de servise çıkayım, kulağım sizde…”
Hazırlıklarımızı tamamlayıp,  içecek servisine çıkmıştık. Aydınlatılan kabinde, yolcular da uyanmaya başlamıştı. Henüz birkaç sıra ilerlemiştik kokpit  aradı. ” Daha yeni çıkmıştım ne istiyor olabilirler ” diye düşündüm.  Kapıyı açtığım an, kokpit camının içinden ilerleyen, hızlıca onu çatlatan renkli ışık yansımalarını gördüm. Bunun ne anlama geldiğini biliyordum ama camın içinden geçen elektrik kablolarının şimşek çakar gibi ilerleyişi beni hipnoz etmişti. Durumun ciddiyetini bir kenara koyarsak, muhteşem görünüyordu.
Kaptan bana dönerek, ” Arzu, gördüğün gibi cam hala çatlamaya devam ediyor, tedbir olarak hemen iniş yapacağız, siz hazırlıklara başlayın, ben yolculara anons yapıyorum ” dediğinde hızla kokpitten çıktım. Servisi geri çekip, ön tarafta ekibe durumu anlatmaya başladım ama içerisinin nasıl göründüğünden söz etmedim. Daha önce de böyle bir durumla karşılaşmıştım. Yıllar içinde birçok beklenmeyen durumla karşılaşmıştım ama neden bilmiyorum, hiç endişem ve telaşım olmazdı. Sadece aksiyon yaşıyor olmanın verdiği tuhaf bir heyecan hissederdim.
Her zaman ” Eğer bu benim hayatımın bitiş anı olacaksa, en azından sahnede olacak ” diye düşünürdüm. Yapılacak bir şey yoktu, belki de normal olmayan bendim.
Bir kabin amiri olarak önce ekibe, sonra yolculara karşı daha fazla sorumluluklarım olduğu için kendiliğinden gelişen bir otokontrol sistemi devreye giriyor olmalıydı.
Henüz birkaç uçuştur uçan ekibin en son üyesi, endişeli görünüyordu. Daha önce böyle bir durumla karşılaşmamıştı ve tecrübesizliğinin yanında, yaşının küçük olması da onu etkilemişti. Yolculardan önce onu sakinleştirmeliydim.
Diğerleri görev yerlerine giderken onun kollarına dokundum, gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladım.
Dinle, sen bir kabin memurusun. Böyle zamanlar için buradayız değil mi? ” Başıyla beni onaylıyordu, heyecanını hissediyordum.
” Endişelenmiş, korkmuş olabilirsin gayet normal ama güçlü olmaya çalış. Her şey yoluna girecek, hem bunlar olağan durumlar, merak etme. Sana güveniyorum, sen de kendine güven ” dedim. Biraz rahatlamıştı.
” Tamam, merak etmeyin, iyiyim ben…” dediğinde kaptan tekrar aradı, hazırlıkları soruyordu. Yolculara çok detay verilmemişti ama bir anda iniş yapılacağını duyunca heyecanlanmışlardı. Beden dilimizle, açıklamalarımızla onları sakinleştiriyorduk. Biraz da uykunun mahmurluğu pek sorun çıkmamıştı. Küçük bir meydana sorunsuz iniş yapmıştık. Hava limanı o kadar küçüktü ki, bu saatte artık kimseler gelmez diye dükkanı kapatmışlardı resmen. Bizim için açılan birkaç ışık dışında karanlık ve sessizdi. Burada bir süre bekleyeceğimiz ortadaydı. İndiğimiz liman, şehre uzak, uçaktan bile inmek istemeyeceğimiz bir yerdeydi.
Başka uçuşlarda kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde,
” Şu uçak arıza yapacaksa Paris’te, Londra’da ne bileyim büyük ve görmek isteyeceğimiz bir yerde bozulsa ya…” derdik.
” Madem ben o eziyeti çekeceğim, o zaman değecek bir yerde olsun ” şakalarını çok yapardık.
Şansa bak, biz ıssız adaya düşmüş gibiydik. Teknik kontrollerden sonra dediğim çıkmıştı. Ya bizi gelip alacak bir uçağı ya da bir şekilde temin edilecek yeni kokpit camını bekleyecektik.
Yolcuların bekleme salonuna alınmasına karar verildi. Sadece bir konuda çok şanslıydık, anlayışlı bir yolcu grubu vardı karşımızda şaka bile yapıyorlardı.
” Ne o, çay molası mı verdik arada? ” diyerek iniyorlardı uçaktan.
” Evet, hem de çaylar şirketten…” cevabımla gülüyorduk. Acil iniş yapmıştık ama eğleniyorduk hep beraber. Arasan bulamayacağın en iyi yolcu tipi. Baksanıza aranan tiplerin hepsi bizim uçaktaymış.
Yarım saat geçmedi uykulu gözleriyle yer görevlisi geldi. Beklemeye devam edeceğimizi ve ne kadar zaman süreceğini bilemediğini iletti.
” Yolcular nasıl? Açık bir yer var mı içeride? ” diye sordum.
” Her yer kapalı. Öylece oturuyorlar, su bile yok. ”
Issız ada demekte haksız değilmişim. Şimdi ne olacaktı peki? Saatlerce öylece oturacaklar mıydı? Canımı sıkmıştı bu durum, bir şeyler düşünmeliydim.
Ekipçe karar aldık. Uçaktan su, çay, kahve, yeterince bardak hazırlayacak, ıssız limanı merak eden ekipten iki kişiyi yolcuların yanına servis için yollayacaktık. Yer görevlisi çok şaşırdı fikrimize, hatta takdir etti bizi. O da yardımcı oldu sağ olsun. Kelimenin tam anlamıyla, çayları şirketten verdik. İlk defa uçak dışında yolcu servisi yapıyorduk. Uçuş hayatımın en ilginç deneyimini yaşıyordum. O an elimizden gelen buydu. Yolcular hem çok şaşırmış, hem de çok mutlu olmuşlardı.
Saatler sonra bizi almak için başka bir uçak gönderildi. Görevi yeni ekibe teslim ederek kabine girdiğimizde, yolcularımız bizi alkışlamaya başladı. Hala espri yapıyorlardı.
” Sevdik sizin şirketi, hem çayları da pek güzel…”
Alkışlarına, gülümseyerek karşılık verip kendimizi yolcu koltuklarına attık. Onlar gibi çok yorgunduk. Bu kez yeni ekibin özelimize girmesine izin vererek, usulca uykuya dalmıştık.
En klişe yolcu esprisidir, ” Arada çay molası var mı? Nerede duracaksınız? ” ” Bana bunlarla gelmeyin, biraz yaratıcı olun ”  derdim içimden, sıkılmıştım duymaktan. Gün gelecek bu lafları yutacağım hiç aklıma gelmezdi.  Siz siz olun hiçbir şeye olmaz olmaz demeyin, uçuşta aklınızdan bile geçirmeyin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

8 Yorum

  1. aaa

    Cevapla
  2. 8 yıl önce

    Adnan Koşcağız’ın yaptığı gibi sizde bunları kitaplaştırsanıza?

    Cevapla
    • 8 yıl önce

      Kitap haline getirmek uzun zamandır düşündüğüm bir konu, çok teşekkür ederim.

      Cevapla
  3. 8 yıl önce

    Anlaşılan Türk değilmiş yolcularınız :)

    Cevapla
  4. 8 yıl önce

    Arzu hocam kaleminize ve yüreğineze sağlık
    Saygılarrr
    Erdal

    Cevapla
  5. 8 yıl önce

    Arzu Hanım elinizi sağlık. Yazı tarzınızı çok beğeniyor ve zevkle okuyorum.

    Cevapla