BAŞKA DÜNYALARDA HAYAT
Dünya’nın evrenin merkezinde yer aldığı ve yıldızların dünya merkezli küreler üzerine çakılı kristallerden ya da ( Güneş dahil ) yanan taşlardan ibaret olduğu yolundaki eski görüşlerin terk edildiği zamanlardan bu yana, gökyüzünde başka dünyaların ve bu dünyalar üzerinde de başka canlıların olup olmadığına ilişkin sorular, evreni anlamak için büyük istek duyan insanları meşgul eden belli başlı konular arasında yer almıştır.
Giderek, Samanyolu’nu oluşturan milyarlarca yıldızın her birinin birer güneş ve kendi Güneş’imizin de gerek yapısı, gerekse uzayda bulunduğu yer itibariyle hiçbir artı özellik taşımadığından, sıradan bir yıldız olduğu anlaşılmış, bunun doğal sonucu olarak evrende başka yıldızların da üzerilerinde hayat barındıran gezegenleri olabileceği görüşü kuvvet kazanmıştır. Ancak, yıldızların parlaklığı, bunların etrafında dönmekte olması muhtemel gezegenlerin Dünya’mızdan teleskoplar vasıtasıyla tespitine imkân vermemektedir. Son yıllarda artık yeni teknikler kullanılmak suretiyle, bir yandan uzayda yeni gezegen sistemleri araştırılmaktadır ki bu tekniklerle şu ana kadar güneş sistemimizin dışında, başka güneş sistemlerinde çok sayıda gezegen bulunmuştur. Bu sayı her geçen gün daha da artmaktadır.
Diğer yandan çok gelişmiş radyoteleskoplar vasıtasıyla, SETI ( Search for Extra Terrestrial Intelligence – Dünya Dışı Zekâ Arama ) gibi projeler kapsamında yıldızlardan ve diğer gökcisimlerinden doğal olaylar sonucu oluşup gelen radyo dalgaları incelenerek bunların arasına karışmış olabilecek zekâ eseri işaretler aranmaktadır. Bir gün mutlaka karşılaşılacağına inanılan söz konusu zekâ eseri işaretler, üzerinde uygarlık gelişmiş bir yabancı gezegenden yola çıkan sıradan radyo veya televizyon yayınları olabileceği gibi, Samanyolu’ndaki diğer zeki canlılarla iletişim kurmak amacıyla gönderilen, evrensel matematik diliyle hazırlanmış mesajlar da olabilir. Dünya’da yaklaşık yüz yıldan bu yana radyo, seksen yıldan bu yana televizyon yayınları yapılagelmekte olduğuna göre, ışık hızıyla yol alan bu yayınlar şu sıralarda bizden 80 ile 100 ışık yılı uzaklıklara kadar ulaşmış olmalıdırlar ve bu yarı çaplardaki yer merkezli küre hacimleri içinde kalan bazı dünyalardan – şayet buralarda canlılar yaşıyorsa ve bu canlılar da bizim gibi, bu iş için yeterli uygarlık ve teknoloji düzeyine erişmiş iseler – sinyallerimizin tespit edilmiş olması da mümkündür.
Bu alandaki gelişmeler Samanyolu’nda ne miktarda gezegen bulunduğu, bu gezegenlerin kaçının üzerinde hayat barındırdığı ve ne kadarında da ileri düzeyde uygarlık yaşanmakta olduğu konularında çeşitli görüş ve önerilerin ortaya atılmasına vesile teşkil etmiştir. Halen bu görüş ve önerilerden en tanınmış olanı ve en çok tutulanı astronom Frank Drake tarafından 1961 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Green Bank Ulusal Radyoastronomi Gözlemevi’nde yapılan bir toplantıda gündeme getirilmiştir. Bu toplantıda Drake, Samanyolu’nda uzay çağını yakalamış kaç adet uygarlık olabileceği sorusuna cevap bulmak için kullanılmak üzere halen kendi adıyla anılan bir denklem önermiştir. Zaman içinde genel kabul görerek ilgili ortamlarda Einstein’ın E = m x c²’ si kadar popüler hale gelen bu denklem şu şekilde formüle edilmiştir;
N=Ns x Fp x Ne x Fl x Fi x Fc x FL
Bu formülde;
Ns: Samanyolundaki yıldızların sayısı,
Fp: Gezegen sistemlerine sahip yıldızların oluşma oranı,
Ne: Böyle bir sistem başına çevre koşulları itibariyle hayat için uygun gezegen sayısı,
Fl: Hayatın başladığı, yaşanmaya uygun gezegenlerin oranı,
Fi : Akıllı canlılara ait hayat şekillerinin geliştiği gezegenlerin oranı,
Fc: Haberleşebilecek teknik düzeydeki uygarlıkların geliştiği gezegenlerin oranı,
FL: Böyle bir gezegende söz konusu ileri uygarlığın süresinin, o gezegendeki hayatın toplam süresine oranı olarak tanımlanmaktadır.
(N) ise, Samanyolu’nda üzerinde kendisi ile haberleşilebilecek teknolojik düzeyde uygarlık barındıran gezegenlerin bulmak istediğimiz sayısını verecektir.
Görüleceği gibi bu denklem, astronomiden organik kimyaya, biyolojiye, tarihe, global siyasete ve uygarlaşmış canlı psikolojisine kadar her alanı kapsamaktadır ve bu çarpanlar tesbit edilirken bazıları için doğal olarak dünyamıza ait bilgi ve tecrübelerden faydalanılmıştır. Bunların dışında kalan değerler ancak bilimsel tahminlere dayalı olarak alınabileceği için bunların çarpımı neticesinde bulunacak gezegen sayısı (N) sadece kaba bir fikir vermek üzere yaklaşık bir sayı olacaktır. Gezegen araştırmaları konusunda lider isimlerden biri olan müteveffa bilim adamı Carl Sagan’ın, dilimize de çevrilmiş olan “Kozmos” isimli eserinde, Samanyolu gökadasında 400 milyar yıldız bulunduğuna dair oldukça iyimser kabulünden yola çıkarak, Drake denkleminin çarpanlarına yaklaşımlarla verdiği değerlere göre:
a: Samanyolu’nda, her 3 yıldızdan birinin gezegen sistemine sahip olması gerektiği kabulüyle, 130.000.000.000 adet, yani 130 milyar yıldızın gezegen sistemine sahip olduğu
b: Her bir sistemin 10 gezegene sahip olduğu kabulü ile Samanyolu’nda
1.3 trilyondan fazla gezegenin bulunduğu,
c: Her sistemde en az 2 gezegenin uygun koşullara sahip olduğu kabulü ile yaşama elverişli 300 milyar gezegenin bulunduğu,
d: Bu 300 milyar gezegenin 1/3‘ünde hayatın yeşermiş olabileceği kabulü ile üzerinde hayat barındıran 100 milyar gezegen bulunduğu,
e: 100 milyar yaşam ortamının 1/100‘ünde teknik uygarlığın gelişmiş olabileceği kabulü ile evrenin yaratıldığı zamanlardan bu yana Samanyolu’nda 1 milyar dünyada ileri düzeyde uygarlıkların yaşanmış ya da yaşanmakta olduğu sonucuna varılır. Ancak bu ana kadar hesaba dahil edilmemiş olan FL çarpanı üzerinde biraz durmak gerekecektir. Bilindiği gibi yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşanan ve yirmi birinci yüzyılın içinde de tekrar yaşanmayacağını garanti edemeyeceğimiz soğuk savaş döneminde tarafların sahip olduğu nükleer silahlar zaman zaman dünya üzerindeki hayatı yok olmanın eşiğine getirmiştir. Bunun yanında hızla kirletilen çevre, doğal kaynakların şuursuzca kullanılması, nüfusun kontrolsuzca artması insan uygarlığının sonunu hazırlayacak etkenler olabilir. Büyük boyutlarda kuyrukluyıldız ve asteroidlerin dünyaya çarpması ve benzeri kozmik tehlikeler de uygarlığımızı evrenden silebilir. Ancak burada üzerinde durulan husus kendi uygarlığımızın gidişatına bakılarak, uygarlıkların belli bir teknolojik aşamaya geldiklerinde, kendilerini yok etme eğilimi göstermeleri olasılığıdır.
Başta Carl Sagan olmak üzere bazı bilim insanları bunun insan uygarlığı için beynimizin oluşumundan kaynaklanan bir genetik zorunluluk olduğu görüşündedirler. Dolayısıyla Samanyolu’ndaki uygarlıklara bir ömür tayin edilerek bu değer de Drake denklemine katılmalıdır. Dünya üzerinde hayatın 3,5 milyar yıldan beri var olduğu ve uzaydaki dünyalarla en az 30 yıldan bu yana haberleşme olanaklarına kavuştuğumuz kabul edilir ve çok uzun olmayan bir süre sonra uygarlığımızın kendi kendisini evrenden silebileceği varsayılırsa FL çarpanını, bu iki değerin oranı olan;
30/3.000.000.000 = 1/100.000.000 olarak alabiliriz. Bu oranı Drake denklemine uyguladığımızda, şu anda Samanyolu’nda başka dünyalarla haberleşme olanağına sahip ileri düzeyde uygarlık barındıran gezegen sayısı N; 1.000.000.000/100.000.000 = 10 civarında olmalıdır ki şayet yapılan kabuller doğru ise bu; dört yüz milyar yıldızlı Gökadamızda çok yalnız olduğumuz anlamına gelmektedir. Böyle bir sonuç bir yandan büyük bir karamsarlık yaratmakta, diğer yandan ise insan ırkı olarak zekâmızla evrende ne kadar nadir ve değerli bir varlık olduğumuz konusunda iyice düşünmemiz ve geleceğimizi bu gerçeğin ışığında planlamamız gerektiğini göstermektedir. Ancak gidişat maalesef bu yönde değildir. Birileri daha çok para kazanmak için yeryüzünü ve atmosferi durmaksızın kirletiyorlar ki bunun rahatsız edici sonuçlarını da küresel ısınma şeklinde daha şimdiden görmeye başladık.
Yukarıdaki karamsar sonuca, belli bir teknolojik düzeye ulaşmış uygarlıkların belli ömürleri olması gerektiği kabulünden yola çıkılarak varılmaktadır. Ancak, konunun bilincine varıp çeşitli tedbirlerle kendi kendisini yok etme aşamasını zararsız olarak atlatan uygarlıkların da olabileceğini kabul etmemiz halinde işin şekli değişmektedir. Eğer Samanyolu’nda ki uygarlıkların mesela yüzde biri tehlikeli teknolojik dönemlerini sağ salim geçiştirebilmiş ve tarihlerinin o kritik dönemlerinde doğru yolu bulup olgunluk dönemine girebilmiş olsalar, o takdirde FL = 1/100 kabulüyle (N) sayısı 1.000.000.000/100 = 10 milyon civarında bulunur ki bu sonuç da gökadamızda var olmaları muhtemel ileri uygarlıkların sayısını 1 milyon kat artırır. Uzunca bir süreden beri bilim insanları devasa radyoteleskoplar kullanarak, bu iyimser çözümün verdiği umutla, uzaydan gelen radyo dalgalarını incelemekteler. Ancak kötümser çözümü akla daha yatkın bulan bazı bilim insanları da var. Böyle düşünmekte olanlar kolay kolay göz ardı edilemeyecek karşı görüşlere sahipler.
Örneğin bunlardan biri olan müteveffa biyolog Ernst Mayr; şimdiki halde yeryüzünde yaşayan en azından 30 milyon canlı türü bulunduğunu, tahminlere göre hayatın süregeldiği yaklaşık 3,5 milyar yıl zarfında Dünya üzerinde yaklaşık 50 milyar türün yaşam sahnesinde göründüğünü, bu 50 milyar türden sadece birinin, insanın, iletişim ve uzay teknolojisi geliştirmek için lüzumlu zekâ ve beceriyle donatılmış olduğunu ileri sürerek; zekânın evrende fevkalâde nadir bir olgu olması gerektiğini söylemektedir. Ancak bugüne kadar herhangi bir ileri uygarlığa ait sinyal alınamamış olması bu gibi kötümser görüşleri güçlendirse de iyimserlerin çabalarını da engelleyemiyor. Yalnız, gösterilen bunca çabaya karşılık bu konuda henüz elle tutulur bir sonuç alınamamış olması karşısında, artık bazı iyimser bilim insanları da milyonlu rakamları bir kenara bırakıp Samanyolu’nda ileri düzeyde uygarlığa sahip hiç olmazsa birkaç bin gezegen olabileceği görüşünde birleşiyorlar.
yurdaerihsan@gmail.com