Servis sonrası oturduğum koltuğumda, bilmem kaçıncı kez hazırlayıp da bir türlü içmeye fırsat bulamadığım kahvemin kokusunu çekiyorum içime.Gayet başarılı olmuş. Eeee günde yüzlerce kişiye kahve yaparsan bu konuda bir uzman oluyorsun tabi. Eskiden kahve içmekten pek hoşlanmazdım ama uçuş ve kahve keyfi bir başka oluyormuş.
Keyfimin doruklarında iken pervasızca uçan sineğe takılıyor gözüm.Hem de kocaman,patlak,rengarenk desenli gözleriyle gayet rahat keşif yapıyor. Mekanıma gizlice girdiği gibi bir de kırk bin feet de bana meydan okuyor…Sen nereden çıktın şimdi?Ne yapsam ki sana? Şimdi şu kısa ömrü boyunca hiç çıkamayacağı yükseklerde bedavadan uçan bu maceracı sinekle oksijenimi mi paylaşayım?
Yoksa dergi savarı mı havalandırayım?Bilemedim. Farkında mısın acaba nerelerde olduğunun? ”Etrafı seyre dalmışsın.Beğenmiş olmalısın…Pek meraklı bakıyorsun, birine bakıp çıkacaktın sanırım ama artık çok geç…” Kimbilir şu arayış dolu gözlerinin ardında neler hissediyorsun.Düşündüm de keşke dilinden anlayabilsem ve doğanın bu inanılmaz kopyası hakkında fikrini sorabilseydim. Ne güzel olurdu… Ne güzel olurdu o koca gözlerinin içindeki muhteşem merceklerden baktıklarını görebilsem
.Benim hayran olduğum bu şaheser,senin gözlerinden kaç boyutlu güzellikte? ”Gez dolaş bakalım.Nasıl ama sizin oralarda ki kuşlara benzemiyor değil mi?Üstelik bizimkisi yakıteryan!Rahat ol…” Biliyor musun?Bizim şu kabine senin bir çok komşun geldi.Sen gibi habersiz.Ne maceralar yaşandı.Hele bir tanesi var ki… Baharın ilk günleriydi dün gibi hatırlarım. Avrupa’nın en yeşil hava limanlarından birindeydik.Mis gibi havayı soluyordum açık kapıdan.Doğanın en güzel tonları bir araya gelmiş ve önümde duran muhteşem ormanı renklendirmişlerdi.
Sabahın ilk saatleri,kuş sesleriyle şenleniyordu. Yarısı biten bir uçuşun ardından böyle bir manzarada saf oksijeni solumak ne de iyi geldi.Biraz esnedim,huzur doldu içim. Ne kadar farklı bir işim var diye düşündüm.Her açılan kapının ardında bambaşka bir dünya… Sen de bilirsin tabi sizin oralar pek bir güzel… Uzaktan kulağa hoş gelen bir vızıltı sesi ve havada daireler çizen grimsi bir küme göründü. ”Ne hoş manzara” derken,grimsi küme üzerime doğru hızlıca dalışa geçti. Daha ne olduğunu anlamaya çalışıyordum,ön kapıdan kabine girmeleri bir oldu. ”Aman Tanrım bunlar arıııı….arılarrrr…kocaman arılar…”
O kadar hızlı ve gürültülü geldiler ki kaçmaya fırsat olmadı. Bildiğin hesap sormaya gelen çete gibiydiler.Öncü grup içerideydi.Ön tarafta arı saldırısı altındaydım.Dışarıda kalanlar uçağın etrafını dolaşıyor olmalılardı. Kabinde temizlik görevlileriyle hepimiz eller havaya durumdaydık. Demo yapayım kendimizi tanıtayım dedim ne mümkün. Bir aşağı bir yukarı uçuyorlardı. Arı kovanlarına yakın yere hava limanı yaparsan onlarda böyle intikamını alır tabi. Hesaplaşma gününün bana denk gelmesine mi yanayım? Binde bir olabilecek bir ihtimalin gerçekleşme payı içinde bulunmaktan ötürü sevineyim mi bilemedim?
Ben bunu düşüne durayım,arıların çoğu kabine salınan kokumuzu almış ne kadar korktuğumuzu görüp görev tamamlanmış diyerek çıkışa doğru hamle yapmışlardı. Korkudan arkamdaki koltuğa hızlıca yaslandım teslim olmuş bir halde. Onların hızlı girişleri gibi hızlı çıkışlarını umarken bilmiyordum ki koltukta pusuya yatmış bir nişancı arının gizli hedefi olacağım. Arının protein aşısını ağrılı bir şekilde arkamdan saplamasıyla kabinde acı bir hostes çığlığı yankılandı. Herkes bir çok yapılacak tedbirleri sıralar iken,temizlik görevlilerinden biri ”Sarımsak bul hemen oraya sür”dedi. Çok ciddiydi. Çok yaratıcıydı ama cevap veremedim. Birazdan yeni yolcular gelecekti ve ben tarumar olmuştum. Görev aşkıyla acımı arkama gömüp uçuşumu yeni yolculara hissettirmeden sağ salim tamamladım. İşte o günden beri gazi hostesim…
Ne derler,düşmana asla arkanı dönme… Bu da bana hayatın acılı ballı hatırası.Eh bu arada kahvem de molam da bitti.Sen devam et… Bir sinekle dertleşmekte varmış La fontaine misali…