BAŞKA BİR KANATLI İLE SOHBET

Ön tarafta tek başıma oturmuş, kapı penceresinden dışarıya bakıyordum. Keyfimin doruklarındayken, etrafımda pervasızca uçan sineğe takılıyor gözlerim. Kocaman, patlak, rengârenk, desenli gözleriyle keşif yapıyor. Mekânıma gizlice girdiği gibi, bir de kırk bin feet de bana meydan okuyor.
Sen nereden çıktın şimdi? Ne yapsam ki sana?
Şimdi şu kısa ömrü boyunca, hiç çıkamayacağı yükseklerde bedavadan uçan bu maceracı sinekle oksijenimi mi paylaşayım? Yoksa dergi savarı mı havalandırayım? Bilemedim. Nerede olduğunun farkında mısın? Etrafı seyre dalmışsın, beğenmiş olmalısın, pek meraklı bakıyorsun.
Birine bakıp çıkacaktın sanırım ama artık çok geç…
Kim bilir, şu arayış dolu gözlerinin ardında neler hissediyorsun. Keşke dilinden anlayabilsem ve doğanın bu inanılmaz kopyası hakkında fikrini sorabilsem. Ne de güzel olurdu…Ne de güzel olurdu, o koca gözlerinin içindeki merceklerden baktıklarını görebilsem. Benim hayran olduğum bu şaheser, senin gözlerinden kaç boyutlu güzellikte?
Gez, dolaş bakalım.
Nasıl ama sizin oralardaki kuşlara benzemiyor değil mi? Üstelik bizimkisi yakıteryan, rahat ol. Biliyor musun? Bizim şu kabine çok komşun geldi, sen gibi habersiz. Neler yaşandı neler. Bir tanesi var ki dün gibi hatırlarım.
Baharın ilk günleriydi. Avrupa’nın en yeşil hava limanlarından birindeydik. Mis gibi havayı soluyordum açık kapıdan. Doğanın en güzel tonları bir araya gelmiş, önümde duran ormanı renklendirmişlerdi. Sabahın ilk saatleri, kuş sesleriyle şenleniyordu. Yarısı biten bir uçuşun ardından, böyle bir manzarada saf oksijeni solumak çok iyi gelmişti. Esnedim, huzur doldu içim.
Ne kadar farklı bir işim vardı. Her açılan kapının ardında, bambaşka bir dünya gizliydi. Sen de bilirsin tabii, sizin oralar pek bir güzel.
Ve sonra, uzaktan kulağa hoş gelen bir vızıltı sesi ardından havada daireler çizen grimsi bir küme göründü. ” Ne hoş bir görüntü ” derken, grimsi küme üzerime doğru hızlıca dalışa geçti.
Daha ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki, ön kapıdan kabine girmeleri bir oldu.
”Aman Tanrım, bunlar arıııı… arılarrrr… kocaman arılar…”
O kadar hızlı ve gürültülü geldiler ki,  kaçmaya fırsatım olmadı. Nereye gideceksem.
Bildiğin hesap sormaya gelen çeteydi sanki.  Öncü grup içerideydi. Diğerleri uçağın etrafını sarmış, sesleri geliyordu. Ön tarafta arı saldırısı altındaydım. Kabinde, temizlik görevlileriyle birlikte, eller havaya durumdaydık. Demo yapayım, kendimizi tanıtayım dedim ama ne mümkün. Bir aşağı bir yukarı uçuyorlardı. Arı kovanlarına yakın yere hava limanı yaparsan onlarda intikamını böyle alır.
Hesaplaşma gününün bana denk gelmesine mi yanayım, binde bir olabilecek bir ihtimalin gerçekleşme payı içinde bulunmaktan ötürü sevineyim mi bilemedim.
Ben bunu düşüne durayım, arıların çoğu kabine salınan kokumuzu almış, ne kadar korktuğumuzu görüp, görev tamamlanmıştır diyerek çıkışa doğru hamle yapmışlardı.
Korkudan, teslim olmuş bir halde arkamdaki koltuğa yaslandım.
Onların hızlı girişleri gibi hızlı çıkışlarını beklerken, nereden bileyim koltukta pusuya yatmış, nişancı bir arının gizli hedefi olacağımı.
Arının, protein aşısını, ağrılı bir şekilde arkamdan saplamasıyla kabinde acı bir hostes çığlığı yankılandı. Herkes sonrasında yapmam gerekenleri söylüyordu.  Temizlik görevlilerinden biri, ” Sarımsak bul, hemen oraya sür ” dedi.  Çok yaratıcıydı ama cevap veremedim.  Birazdan yeni yolcular gelecekti ama ben tarumar olmuştum. Görev aşkıyla acımı arkama gömüp, uçuşumu yeni yolculara hissettirmeden sağ salim tamamladım.
 İşte o günden beri gazi hostesim. Ne derler; ” Düşmana, asla arkanı dönme…’
Bu da bana, hayatın acılı ballı hatırası. Eh, bu arada molam da bitti. Sen devam et.
Bir sinekle dertleşmekte varmış, La fontaine misali.
 
 
 

Exit mobile version