featured

BAHADIR ALTAN DOSYASI..

Geçen haftanın en çok ilgi çeken olayı, sendika temsilcisi, kaptan pilot Bahadır Altan’ın THY‘den atılması oldu. Bu haberi okuduğumda, bir an için eskilere döndüm ve bu yaptırımların ne ilk, ne de son olacağını düşündüm.
Bu tür uygulamalarla sektörümüzde etkin olan dernek başkanları ve sendika temsilcileri her zaman karşı karşıya kalmıştır. Bir örnek vermek gerekirse; TALPA Başkanı Ertuğrul Bilişli ve Erkan Potükönen, TASSA Başkanı Zerrin Güner, temsilci Mustafa Doğancı ve şimdi de Bahadır Altan…
Bu olaya, başka bir pencereden bakarak, yapılan uygulamayı daha farklı bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışacağım.  
Bir gün, Nasreddin Hoca’nın eşeği çalınmış. Hoca, can sıkıntısı içinde durumu komşularına anlatınca, her kafadan bir ses çıkmaya başlamış. Birisi : 
-Hocam! demiş, niye ahırın kapısına iyi bir kilit takmadın sanki? 
Bir başkası:
-Evine hırsız giriyor da senin nasıl haberin olmuyor? diye konuşmuş. Bir diğeri de : 
-Hocam demiş, kusura bakma ama, eşeğin çalınmasına en büyük neden yine sensin. Çünkü, doğru dürüst bir ahırın bile yok. Nereden baksan dökülüyor. 
Hoca kızmış:
-Yahu demiş, iyi güzel de, kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?
Olayda, kaptanın yolcu alınmasına onay verecek tek yetkili kişi olduğu kuşkusuzdur. Uçağa yolcu alma olayı, benim bildiğim kadarıyla, şöyle gelişir: THY’nin harekât memuru, yeri (teknik, yakıt, bagaj) ve kabini kontrol edip kokpite girerek, kaptandan yolcu alabilmek için onay ister. Sorumlu kaptan ise, teknik ve kabin amiriyle diyalog kurarak yolcu alımına onay verir. Uçağa yolcu alma sırası; öncelikle, ekonomi yolcu, sonra da VIP yolcu olarak planlanır.
Yaşanan olayda, eğer mutlaka tek bir suçlu aranacaksa, öncelikle İstasyon Müdürlüğü ele alınmalıdır. 
Fakat, Ankara İstasyon Müdürü Hasan İskender ile sendika yönetiminin arasının son derece bozuk olduğu bilinmektedir. Bu soğuk savaş, gayet doğaldır ki temsilci Bahadır Altan ve Ankara istasyon müdürü Hasan İskender’i diyalogsuz bırakmış ve karşılıklı restleşmeler sonucunda bu olay vuku bulmuş olabilir.(http://www.havais.org.tr görüleceği gibi, Hasan İskender 7 Ocak 2007 tarihinden beri sendika tarafından kara listede olup hala afişe edilmektedir.
Yaptığım araştırmada; uçağın APU’sunun olmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle, uçak körükte olduğundan APU olmasa da harici iklimlendirme alabilmesi mümkün görülüyor.
Olay; Bahadır kaptanın, yapılan bu prosedür hatasına rağmen, “kol kırılır yen içinde kalır” tarzı yaklaşımla yolcu ve şirketinin prestiji adına olgunluk göstererek, yemek ihtiyacını kokpit kapısını kapatarak gidermesi olanaklıydı. Bahadır kaptanın; bu yanlışlığın ve kendisinden izinsiz yolcu alımının üstüne gitmesi ve ilgili müdürü rapor ederek cezalandırılmasını istemesi de doğal olmakla birlikte gereklidir.
 
Bu olay da böylece, fazla büyütülmeden kapatılabilirdi. Fakat, Sendika-Hasan İskender kapışması kadar, Toplu İş Sözleşmesi görüşmeleri sırasında, sendikanın THY yönetimine karşı örgütlediği grev oylamasında kazanılan başarısının en önemli ismi olan Bahadır Altan’a karşı, (tabiri caizse; bir kuyruk acısının da olması gerçeği) işin tuzu biberi olmuş görünüyor.
Bu fazla büyütülmeden çözülmesi gereken olay, kişisellikten ziyade kurumsal ve biraz husumet kokuyor gibi. 
Şimdi ne olacak? 
Hava-İş Sendikası, yukarıda isimlerini yazdığım kişilere de zamanında yeterli desteği veremedi. Onlar da meslektaşları için sendikal faaliyet gösterirlerken işten atıldılar. Sahip çıkılamadı ve şimdi de çıkılamıyor. 
Nasrettin Hocamızın ünlü; “Hırsızın hiç mi suçu yok” hikâyesiyle teşbihte hata olmaz diyerek, THY-Bahadır Altan konusundan yola çıkıp “bu zıtlaşmalarda sendikanın hiç mi suçu yok?”a bakalım.
Hava-İş Sendikasının son 20 yıllık profesyonel yönetimi, sürekli değişirken, sadece başkanı yönetimi bırakmadı. Değil isimlerini, sayılarını bile unuttuğum onlarca yönetici, temsilci geldi geçti. Hepsi de kötü çıkmış olmalılar ki(!), Başkan tarafından ya değiştirildiler ya da şimdiki gibi, işveren tarafından sendikal mücadele içerisinde tasfiye oldular.
Bu son olayda; Bahadır kaptan maddi olarak, mesleki olarak, kişilik olarak hiçbir şey kaybetmemiştir, ama sendikal mücadele ne yazık ki büyük bir yara daha almıştır.”Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” örneği, sendika şimdiden yeni temsilci arayışlarına başlamış olsa gerek.
Sonuç olarak; yazık oldu Bahadır kaptan ve daha önce işten çıkartılanlara. Çok kolayca çözümlenecek bu olay, bu aşamaya gelmeden çözülebilirdi. İp zamanında gerilmişti ve kopması için sadece minik bir çekiş gerekiyordu ve de ne yazık ki, kopma gerçekleşti. 
İşin ilginç tarafı, ipi germenin sonuçlarına da her nedense hep temsilci veya üyeler katlanıyor. 
Nasrettin hocamızın dediği gibi; “Hırsızın hiç suçu olmuyor” 
İlginç.
İyi haftalar…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir