Geçtiğimiz hafta, gündemde THY’nin Genel Kurulu vardı. Basın mensuplarının Genel Kurula alınmamasını protesto etmek için 2 dönemdir; gazeteci olarak değil, ortak sıfatıyla katıldığım genel kurullarda, genel kuruldaki yaşananları sizlere anında bildirir ve tatmin olmadığım konuları ve bilanço oyunu denen hususları tüm açıklığıyla yazardım.
Bu son yapılan genel kuruldan önceki benimde katıldığım genel kurulda, divan başkanlığını yürüten Candan Karlıtekin’in, bundan sonraki genel kurullara basın mensuplarının da girebileceği ve toplantıyı izleyebileceğine yönelik söz vermesi nedeniyle, bu söze güvenerek, SPK’dan almam gereken başvuru belgelerini almadım ve başvuru yapmadım. Ancak, verilen söz tutulmadığı için, Genel Kurul’a ortak olarak katılamayarak her zaman yaptığım gibi genel kurulu izleyip, gelişmeleri ve yaşananları sizlere aktaramadım.
Suçum, THY’nin yönetim kurulu başkanının sözüne güvenmek olmuştur. Bu nedenle, onun adına ben, sizlerden özür dileyerek konuma geçmek istiyorum.
Bir zamanlar bir belediye başkanı varmış. Bu belediye başkanı, beldesindeki alt yapısal sorunlara; yani su şebekesi ve kanalizasyon. vb. gibi gelecek için önemli yatırımlara bütçe ayırıp, önce alt yapıyı düzeltip sonra üstüne yeni projelerini sıralamaktansa, alttaki rezil hale gelmiş, eskimiş, çatlamış, patlamış borulara bakmadan, göze hoş gelen projelerini dizmeye başlamış. Tabii ki görselliğin önemi işe yaramış ve her zaman seçimleri kazanmış.
Gel zaman, git zaman, bu belediye başkanı son girdiği seçimi, rüşvet olayına karışıp mahkûm olma durumuyla karşı karşıya kaldığından kaybetmiş ve yerine idealist bir başkan gelmiş. Bu başkan daha önceleri belediyenin alt yapısal sorunlarına değinilmediğini ve beldenin çok büyük yapısal sorunları olduğunu anlatarak ve muhalefet yaparak ve seçmenlerden oy istermiş. Dolayısıyla inandığı ve savunduğu sistemi uygulamaya başlamış. Kazmış, delmiş, yıkmış…
Tabii ki tüm belde inşaat alanına dönerek çamur, toz, toprak içinde kalmış ve belde sakinleri bu rezalet durumdan son derece etkilenerek, ”Eski başkan her yeri pırıl, pırıl yapardı. Şimdiki başkan, adeta beldemizi şantiyeye çevirdi, çevremiz çamurdan geçilmiyor” diye eleştirilere başlamış.
Tekrar seçim zamanı geldiğinde, bu idealist başkan, bitmemiş alt yapılar, çamurlu sokaklarla seçime girmek zorunda kalmış. Mutlaka yapılması gereken alt yapı sorunlarının; eğer kendisi yapmasa, bir gün beldenin sağlığını etkileyecek suyun kanalizasyona, kanalizasyonun suya tamamen karışacağını anlatmasına rağmen, insanların görselliğe değer verdiği, eskiyen kanalizasyon şebekesinin üstüne ağaçlar, parklar yaparak etrafı boyayarak göze hitap eden eski başkana tekrar oy vererek başa getirmelerini önleyememiş..
Bu hikâyeyi anlatmama neden olan olaya konumuzla bağlantı kurarak girmek istiyorum. Her hafta sürekli güncel konularda yazarım; uçak kazası olur, doğruları ortaya dökmeye çalışarak, birçok insanı üstüme saldırtırım. THY’nin genel kurullarına girer, göstermelik ve hiçbir zaman zararda gösterilmeyen (!) bilançosundaki rakamlar için önceden günlerce çalışır, itiraz eder, tatmin olamazsam ibra etmeden tek oyumla da olsa Don-Kişot’luk yaparım…
Havacılığımızdaki gelişmeleri ballandıra, ballandıra anlatıp sahte kahramanlar yaratarak, çağ atladığımızı iddia edenler; “En büyük bakan, bizim bakan!” nidalarıyla ortaya çıktıklarında, ben de -o doğruları yaptığı için seçimi kaybeden belediye başkanı gibi- sisteme uyarak sürüye katılacağıma, uçuş emniyeti ve güvenilirliği gibi alt yapısal sorunlarımızın, havacılığın görsel görüntüsünden farklı geliştiğini ve sektörün yükseliş hızına göre daha yavaş seyrettiğini anlatarak, sanki üstüme vazife imiş gibi, sistemi sorgular tepkiler alırım.
Kaza-Kırım komisyonların bağımsız olması gerektiğini, aksi takdirde ilerde kazaları önleyebilmek için bu kazalardan alınacak derslerin tam olarak ortaya çıkartılamayacağını savunur dururum.
Sadece tek cephede savaşmaz, işçi haklarını koruyorum diyerek aslında işçi haklarını bahane ederek, sistemden beslenen sahte sendikacılık yapımızı da eleştirerek iki cephede birden savaşımı, bu konuda bir beklentim olmamasına karşın sürdürürüm.
Üstüme vazife imiş gibi, THY’nin illegal ruhsatla uçtuğunu belgelerini bularak yayınlarım. THY’nin AD (bakım) atlamasını, yine belgeleriyle yayınlar, sözümona vatandaşlık görevimi yaparım.
Bu yazıyı kaleme alırken bir an düşündüm; ben bu tepkileri alacağıma, sisteme uysam, THY’nin first class bölümünde Kevin kardeşimizin poposunun değdiği koltukta, ikram pasıyla yolculuk yapsam, THY’nin yeni hat açmalarında çağrılsam, el üstünde taşınsam, ona buna torpil yapabilsem, kötü mü olurdu?
THY’nin genel kurullarına; hiç konuşmaksızın ve itiraz etmeksizin konu mankeni olarak, şak-şakçılık yapmak için katılan bazı kişiler gibi, sadece temenniler bölümünde söz alarak yönetimin nasıl başarılı olduğunu anlatarak, THY tarihinin en başarılı yönetiminin varolan yönetim olduğunu söyleyerek, sempati toplayıp, diğer katılımcı ortakların bazılarının yaptığı gibi, çoluk, çocuğumu şirkete sokarak hayatlarını garantiye alsam fena mı olurdu?
Ama, insanların gerçekten, “canı çıkar, huyu çıkmazmış” Sistem mi bozuk, ben mi yanlış yapıyorum, henüz tam anlamış değilim. Acaba diyorum, bundan sonra sisteme uysam,“yöneticilerin istediği gibi aslansınız, kaplansınız, yürü beeee kim tutar seni desem, inanırlar mı? Düne kadar eleştiren bu adama ne oldu acaba diye şasırmazlar mı? Hadi hepsini bos verelim, kim ne derse desin, ben işime bakarım bundan sonra” diyerek, taktiksel olarak da olsa, içime sinmeden bile olsa, sisteme uyup sürüye katılarak yanlışlara doğru dedim diyelim.
Peki, aynalarla nasıl anlaşacağım?
İyi haftalar…