DÜNYA BİLEK GÜREŞİ ŞAMPİYONASI

Geçen haftalarda yazdığım gibi; gündemde çok önemli konular olmadığında, sizlere daha önce yaşadığım ve bende derin izler bırakan anılarımdan söz edeceğimi belirtmiştim.
Bildiğiniz üzere,THY’nin emekli teknisyen,mühendis ve yöneticileri (genel müdür dahil) sadece kış ayları olmak üzere her ay mutlaka toplanır ve birlikte yemek yer ve kahkahalar eşliğinde birlikte yaşadığımız çalışma hayatımıza döneriz. Şimdiye kadar THY’de çalışan hiç bir mesleki grubun yapmadığı veya yapamadığı bu güzel organizasyonda katılım gün geçtikçe artıyor.
13 Nisan günü İncirli’deki Ömür Restaurant’da  yüze yakın arkadaşımızla tekrar buluştuk. Yüze yakın emekli arkadaşımızla sohbet ettik.Hal hatır sorduk.  Kıbrıs’tan sırf bu yemek için gelenler bile vardı. Whatsapp grubumuzda zaten her an irtibattayız. Kısaca hala birbirimizden kopmadık. Gönül ister ki bu güzel uygulama yeni nesil teknik çalışanlarca da ileride devam edebilsin.
Bu toplantılarımızda bazı arkadaşlarımca THY anılarımı kitap haline getirip yayınlamamam istendi. Bende söz verdim ama benim hatırlayamadıklarımızı sizler bana hatırlatın diye de ekledim. İlgili bir kaç arkadaş bana bu konuda yardımcı olacaklarını ve hatta tarih bile verebileceklerinin sözünü verdiler.
İşte yaşanmış anılarımdan bir tanesi daha….( Bu anıyı,seneler önce bir kez daha yayınlamış olabilirim.)
*********************
THY’de çalışırken yaşadığım anılar o kadar cok ki…Sizleri sıkmadan zaman zaman yayınlamaya devam edeceğim. THY Emeklileri grubundaki arkadaşlarımın bir çoğu anılarımı kitap haline getir diyorlar. Bende onlardan,unuttuklarımı hatırlatmalarını istedim ve kitap haline getirmeye karar verdim. Okudukça inanamayacaksınız…Tabii ki hiçbiri abartma değil. Olamazda…Çünkü bu anılarımı bilen yüzlerce arkadaşım var.
Tabii ki bu anılarımı paylaşırken, anılarıma ortak olan o zamanki iş arkadaşlarımın hayatta olmayanlarına Allah’tan rahmet dilerken, şu anda çalışan ve emeklilik sürecinde olanlarına esenlikler dilerim.
THY’ de çalışırken, bir rastlantı sonucu katıldığım, Avrupa bilek güreşi şampiyonası
1986 yılı, benim için çok anlamlıdır; çünkü, THY’ de 11 yıllık iş deneyimi olan genç bir teknisyen olduğum zamanlara denk gelen bu yıllarda, öncelikle 3 adayın kıyasıya yarıştığı UTED başkanlığını büyük bir farkla kazanmam ve ardından THY’nin yeni almış olduğu A-310 uçaklarının teknik kursunu görmek üzere Amsterdam’a gönderilmem, iş ve özel yaşamımı etkileyen başlıca olaylardır.
Amsterdam’da yaşananları kısaca da olsa sütunumun elverdiği üzere anlatmaya çalışacağım.
Amsterdam şehrine THY’nin yeni aldığı Airbus’ın 310 serisinin teknik kursunu görmek adına bir grup teknisyenle beraber gitmiştik. Bu kursta tercümanlığımızı yürütmek üzere THY tarafından ekip başı olarak görevlendirilen Sertaç Haybat (Pegasus’un eski Genel Müdürü) ve 30’a yakın arkadaşımla bu güzel şehirde 2 ayı geçkin bir süre kaldık. Tabii ki bu süreçte cumartesi, pazarlar dışında, her gün ders alıp sınav olurken, özel yaşamlarımız da son derece hareketli geçiyordu.
Bir gün; aramızdaki sohbet anlarında, şimdi emekli olan, THY Tekniğin bence en renkli simalarından Atilla Gündüz arkadaşımız, benim senelerdir çay paydoslarında, yemek aralarında, sohbet anlarımızda, tüm THY’de ve zaman zaman semtlerinden getirdikleri kişilerle bilek güreşi yaptırtıp, onları devirmemden rahatsız olmuş olsalar gerek ki, Hollanda’da bir TV yayını sırasında gözüne ilişen Avrupa bilek şampiyonası yarışmasının şartnamesini okumuş ve benim haberim olmadan beni o yarışmaya yazdırıvermişti.
Tabiri caizse; “benim havamı almak üzere” bu yarışmaya kendi rızam dışında yazdırılmıştım. Atilla Gündüz kardeşimiz, kursta dersteyken,tüm arkadaşlara seslenerek, ‘’Beyler size bir sürprizim var’’ diyerek söze başladı ve benimle ilgili tuzağını açıklayarak; “hadi bakalım, katıl da, boyunun ölçüsünü al!” dedi.
Tabii ki ben, yiğitliğe yoğurt(!) sürdürmeme adına, “neden olmasın?” diyerek, bu ne olacağı şüpheli aktiviteye razı olduğumu bildirdim.
Yarışmanın organize edildiği yerle ilişkiye geçtik. Kursta hareketli anlar başlamıştı, her boş zamanda bu konu konuşuluyor ve bana antrenman veriyorlardı. Hem onların dernek başkanı, hem de bu konuda iddialı olmam, onların sevecen yaklaşımlarına neden oluyordu.
Organizasyonu incelediğimizde ise; bu yarışmanın, o zamanların Rambo ve Rocky filmleriyle efsaneleşmiş oyuncusu Slyvester Stallone’nin filmlerini çeken CANNON Group’un cevireceği OVER THE TOP (Zirvede) isimli, ülkemizde de seneler boyu gösterilen bir film yapımının, gerçek sahnelerin yer aldığı bir yarışma organizasyonu için yapılmış olduğu ortaya çıktı.
ABD’li Armwrestling Federation, bu film için bir dünya şampiyonası düzenlemiş ve bu yarışmaya Cannon film şirketi ana sponsor olmuştu. Dünyada federasyonu olan tüm ülke sporcularının şampiyonları, bu yarışmaya çağrılmıştı. Ülkemizde bu spor o zamanlarda bir federasyon çatısı altında bulunmadığından, tabii ki Türkiye çağrılmamıştı. Ben ise; Türk olmam nedeniyle, yarışmaya bir renk katsın diye düşünülüp, nasıl olsa elenir hemen, mantığıyla yarışmaya ön elemeleri geçmek şartıyla kabul edilmiştim.
Yarışmalar kapalı bir spor salonunda inanılmaz bir kalabalıkla başladı. Ön elemeleri arkadaşlarımın büyük tezahüratları ile geçmiş ve final serilerine gelmiştim. Bu serilerde taraftarların arasına kursiyerlerimiz dışında, Hollanda’da çalışan Türk vatandaşları da karışmıştı ve her yarışma da beni canı gönülden destekleyip moral veriyorlardı. Her nedense bu yarışma onlar için çok önem ifade ediyordu…
Hollanda TV’ si yarışmaları sürekli veriyor ve benim ön elemelerdeki başarılı gidişimden söz ediyorlardı. Hollanda gündemine bu yarışma o kadar çok oturmuş ve tanınmıştık ki, akşamları arkadaşlarla gittiğimiz barlarda, restaurantlarda bile Hollandalılar arasında bu yarışma konuşuluyordu. Türklerin çalıştırdıkları barlar ve restaurantlarda kesinlikle para almıyorlardı. Bu ilginin nedenini anlayamayan Hollandalılar, benimde bu yarışmada yarışacağımı söylediklerinde bakışlar değişiyor ve alıcı gözle bakışlar artıyordu.
Ve sonunda yarışmalar başladı. Ben her tur atladığımda seyircilerim artıyordu. Tabii ki ben arkadaşlarımın desteğinin yanı sıra dolduruşuyla(!) önüme geleni yeniyordum. Hollandalılar şaşkındı.

Bu sıklette final maçına kadar, bir çok kişiyi eleyerek final maçına çıktım. Çok zor bir yarışma idi. Hakemler (3 kişi) yarışmayı 4 kere tekrarlattı. Sonunda ellerimiz kaymasın diye, özel bir bandajla bağlanarak yarışma başladı ve ben kolayca yarışmayı kazanarak şampiyon oldum. 
Bu finalden sonra, tüm TV’lerde boy gösteriyor ve bazı cafe ve barların (genelde Türklerin işlettiği) reklamlarına,çıkmaya başlamıştım. Bana cafelerin isminin yazdığı tişort ları giymem karsılığında bayağı yüksek miktarda ücret ödüyorlardı.
Airbus kursunun sonuna gelmiştik. Cannon Group, beni Amerika’ya Las Vegas Hilton otelindeki Dünya şampiyonasına götürmek istiyor ve uçak biletim, kalacağım otel ve harcırahların kendileri tarafından karşılanacağını söylüyorlardı.
Ekip başımız Sertaç beyle görüştüm. Kendisi, kursun bittiğini ve İstanbul’a dönmemiz gerektiğini söylüyor ve izinsiz Amerika’ya gitme konusunun, kendini çok aşacağını belirtiyordu. Ortalama 20 gün kadar süreceği belirtilen Amerika seyahati için sadece Genel Müdür yetkilidir diyordu. Ben de, o zamanki Genel Müdürümüz Yılmaz Oral’ı aradım ve durumu anlattım. Şaşırdı, inanamadı, ama, olayı inceleyip geri arayacağını söyledi. Ve aradı da…
Öncelikle, kendisinin Hava Harp Okulu bilek güreşi şampiyonu olduğunu belirtip, döndüğümde kendisiyle de bilek güreşi yapma koşuluyla izin verdi.
Airbus kursu bitmiş ve artık kurs gördüğümüz okuldan çıkış yaparken, bir Hollandalı teknisyen içeri girdi ve Sertaç Beyle konuşmaya başladı. Sertaç Bey hem adamı dinliyor hem de bana bakıp gülüyordu. Tüm sınıf (30 kişi) ne olduğunu kavrayamamıştık.
Sertaç Bey konuyu anlattı. KLM de çalışan ve ismini şimdi hatırlayamadığım bir Hollandalının lakabı forklift miş. Bu arkadaş uçakların eskiyen lastiklerini forklift kullanmadan eliyle kaldırıp,depoya istifliyor muş.   Bilek güreşi şampiyonasından haberi olmadığından katılamamış. Bizim gruptan birinin şampiyon olduğunu duyunca, kendini sınamak istemiş ve bu nedenle ekip arkadaşları biz henüz dershaneyi terk etmeden bize erişmişler.
Sertaç Bey bana yine gülümseyerek baktı ve ne dersiniz Sefa bey dedi. Şaşırmıştım. Tüm kursiyer arkadaşlarım yanımdaydı. Las Vegas’a gidebilmek için genel müdürden müsaade de almıştım. Ya yenilirsem(!) Hem arkadaşlara madara olacağım hem de Hollandalılara sevinç yaşatacağım. Karşımdaki kişiyi henüz görmemişim. Kimdir,neyin nesidir nereden bileyim…Adamın lakabı forklift olduğundan huylanmıştım da. Evet dersem ve yenilirsem karizmayı çizdirmekte kalmayıp Las Vegas’a gitmeye bile yüzüm olmazdı.
THY Genel müdürüne de  rezil olacaktım. Zor karardı hemde çok zor…. Yarışma bittiği için mecburiyetim yoktu. Ancak yine arkadaşlar gaz vermeye başladı:) Sertaç beye ne yapayım diye sordum. Vallahi ben bilemem sen karar ver demez mi…Kaçacak delik kalmadı ve tabii ki EVET dedim. KLM’in teknisyeni ve yanındaki arkadaşı hemen aprondaki arabalarına atlayıp,forklift lakaplı arkadaşlarını almaya gittiler.
Kalbim duracak gibiydi. Aradan beş veya on dakika geçti 4 tane minibüs benzeri araç bizim sınıfın önünde durdu. Bakalım kimmiş benle bilek güreşi yapacak diye kişileri gözüme kestirirken birde ne göreyim…
Kesinlikle abartmıyorum (abartamam çünkü 30 şahidi var olayın) En az 190 boyunda ve eli benim elimin tam iki katı büyüklüğünde kolları ise benim bacak kalınlığına eşit bir yaratık...Önceden görme şansım olsaydı kesinlikle karşılaşmayı kabul etmez ve kardeşim yarışma bitti ve kolum bacağım ağrıyor falan diyerek atlatmaya çalışırdım.
Sertaç Bey ve arkadaşlar şaşkın,şaşkın adamı izliyorlar. Ses seda yok…Tahta bir masa bulduk ve avuçlarımız birleştiğinde adamın eli benim elimi yutmuştu. Tüm gücümüzle birbirimize yüklendik. Ne o ne ben kollarımız başladığımız gibi kaldı. üstünlük yok ama dayandığımız masa catır catır sesler çıkarıyor… Sonunda kimse kimseyi yenemeden masa bize yenildi ve masanın bacakları kırıldı.
Müsabaka dahada ilginç hale gelmişti. Masanın kırıldığını gören Hollandalılarda eskisi gibi sırıtmıyor ve şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Bizim arkadaşlarda şaşkındı ve hemen yeni masaya geçtik. Bende korku kalmamıştı. Yenilmemiştim ve Bay Forklift’in morali bozulmuş ve arkadaşlarınla konuşuyordu. Yeni masaya daha kendime güvenir olarak yaklaştım ve çok ama çok zor olsa da bu arkadaşın bileğini masaya yapıştırdım. O mutluluğunu anlatamam ki…
Sertaç Bey tebrik etti, diğer arkadaşlar tebrik etti ve onlar İstanbul’a ben ise Cannon film grubunun yetkililerinin yanına dönüverdim.
Kurs arkadaşlarım ülkeye dönmüş, ben Cannon Film şirketinin konuğu olarak Hollanda’da kalmıştım. Vize işlemlerimi çözümleyen, ABD vizemi, ömür boyu olarak alan Cannon Group, beni, KLM uçağı ile New York’a götürdü.
New York’da bizi bir sürpriz bekliyordu. Bu sürpriz o zamanların en çok beğenilen aktörü Sylvester Stallone ve o zamanki eşi Brigitte Nielsen’di. Hep birlikte tekrar uçağa binip  üzerinden Las Vegas şehrine geldik.
Aynı uçakla beraber gittiğimiz, ve dünyanın her bölgesinden gelen ve kendi kilolarında şampiyon olan tüm sporcuları büyük bir jest göstererek karşılayan Slyvester Stallone ve o zamanki eşi Brigitte Nielsen’la beraber Hilton Oteline geldik.
Las Vegas Hilton otelinde çevrilen Over the Top filmi süresince, takriben 20 gün Hilton otelinde konuk olduk ve tüm giderlerimiz ilgili film şirketi tarafından karşılandı. Film çekimleri, gerçek dünya şampiyonasından sahneler içeriyordu. Amerikalı sporcuları ve antrenmanlarını görünce, gerçekten çok korkmuştum. Yarışma şartları ilginçti. Her yarışmacı kilosunun altında yarışamıyor ama üst kilolarda yarışmak isterse hayır denmiyordu.
Ben ukalalık  yaptım ve ağır siklet de yarışmak istediğimi söylediğimde, organizasyon heyeti beni şöyle  alttan üste süzüverdi. Çünkü ağır sikletin şampiyonunun ikramiyesi Hilton otelinin lobisine kadar getirilip içeri sokulan muhteşem bir TIR dı. 
Benim, kilo olarak ağırda yarışacağımı anlayan yarışmacıların beni izlemesini sizlere buradan anlatmak olanaksız. Pişman olmuştum, “keşke kendi kilomda gelseydim…” diye düşünmedim değil hani…
Amerika’da bilek güreşinin çok yaygın olduğu ve gerçekten çok izlendiğini orada anlamıştım.
Her sabah Nivea ekibinin masözleri tarafından devamlı masaj yapılıyor ve yarışmaya hazırlanıyorduk. Antrenman için her türlü olanak sağlanıyordu. Las Vegas’ta yalnız olduğumdan, Los Angeles’daki elçiliğimizi arayarak, benim orada bu yarışma için bulunduğumu anlattım. Onlar, kendilerine Türkiye’den bu tür bir bilgi gelmediğini, ama, yardımcı olabilecekleri bir konu olursa, mutlaka aramamı istediler.
Sağ olsun Hollandalılar beni kendilerinden ayırt etmiyor, her yerde beraber oluyorlardı. İlginç yarışmalar başladı. Yarışmacılar, yarışmaya başlamadan önce hırslanmak adına acayip hareketler yapıyorlardı. Hatta, antrenörleri kendi sporcusunu hırslandırmak için yarışmaya başlamadan önce, yarışmacılarını tartaklamaları, hatta olaya konsantre olabilsinler diye arada bir tokat atmaları çok ilginç ve komik görüntüler oluşturuyordu. Tabii ki beni motive eden veya tartaklayıp hırslandırmaya çalışan yoktu. 
Asyalı ve Amerikalı sporcular inanılmaz gösterişli olduklarından, ben aralarında çerez gibi kalıyordum.
Artık bu işin dönüşü yoktu, eşleşmeler yapılmış ben Asya şampiyonuna düşmüştüm. Aramızdaki büyük kilo farkına rağmen, o yarışmayı kazandım. Daha sonraki yarışmacı Afrikalı idi. Zar zor bu maçı da almıştım. Üçüncü turda karsıma senelerdir dünya şampiyonu olan Amerikalı çıktı ve  ve beni çok kolayca yeniverdi. Ve orada elendim…Şansım beni orada terketmiş ve bula bula 3 defa Amerika şampiyonu olmuş olan Amerikalıya düşmüştüm. Yarışmanın favorisi oydu. Sonuç mu? Tabii ki Amerikalı tekrar şampiyon oldu… Amerikalı zaten Bay forklift ayarı biriydi. Fazla direnemedim.  El elden üstünmüş demek ki….

Her zaman düşünmüşümdür; acaba, kendi kilomda bu yarışmaya katılsaydım sonuç ne olurdu?Sanırım bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim… Bu Amerika seyahatimde, Amerikalıların spora çok önem verdiğini ve inanılmaz meraklı olduklarını gözlemledim. Ben dâhil tüm sporculara, Cannon Group resmen Amerika’da oturmaları için öneri götürdü. Oturma müsaadesi ve çalışma izni alınacağını söylediler. Tabii ki bu benim için sadece bir macera idi eşim ve oğlum beni bekliyorlardı.
 Amerika’da sporculara ilgi ve önem verilmesinin sonucunu zaten olimpiyatlarda ve dünya şampiyonalarındaki başarılarından anlıyoruz.
Sonuç olarak, anılarımda gerçekten önemli bir yeri olan bu macerada elimde kalan; THY’nin Skylife dergisinin Ekim 1986 sayısı ve bir kaç gazete küpürlerinden başka bir şey yok. Bu yarışmada Cannon Group’un bana ödediği tüm harcırahlar ve ödüller, Las Vegas’ın görkemli kumarhanelerinde yatıyor. Oralara kadar gidip de şansını denememek, olanaklı değildi sanırım.
Nasıl olsa haydan gelen haya gider misali ne aldıysak oralarda bıraktım ve yanıma sadece anılarımı aldım… 
Dönüşümde bana; ” amma da şanslısın ya! Las Vegas’da 20 gün kalabilmek herkese nasip olmaz”diyenlere karşı yaptığım espri de, ” ben oraya BİLEĞİMİN HAKKIYLA gittim” demek olmuştur.
Sayın Yılmaz Oral’la İstanbul’a dönüşümde buluştum ve beni kutlarken ben de ona anılarımı büyük bir zevkle, yanında Genel Müdür yardımcısı Kaptan Vahdet Gündüz varken anlattım.
Genel Müdür Yılmaz Oral Paşa’ya aynı zamanda çiçeği burnunda dernek başkanı olmam nedeniyle, meslektaşlarımın bazı sorunlarına yönelik çözüm isteklerimizi iletmiş; gerek ücret, gerekse uçuşlara katılan teknisyenlerimizin resmi elbise sorununa muhalefet yapanlara karşın, “ Yapılacak ne varsa yapın!”diyerek, bizim adımıza yeşil ışık yakmıştı. Uçucu arkadaşlar giydikleri lacivert elbiselerini bu tarihten sonra almışlardı. O zamanlarda uçucu teknisyen arkadaşlara siyah elbiselik kumaş verilirdi ve kendileri diktirirlerdi.
Bu yarışmadan sonra, özellikle Genel Müdürümüzle olan diyalogumuz sayesinde, hemen uçucu arkadaşlara verilmeyen elbise sorunu çözülmüş daha sonra da 4 Eylül 1987’de THY tarihinde ilk kez Toplu İş Sözleşmesi dışında yapılan, maaşlarımızda %148’lik artış sağlayan, ücret iyileştirmesi alınmasına, bu diyalogun katkısı olduğuna inanıyorum.
Şimdi; “Nasılsın, yine o zamanki kadar güçlü müsün?” derseniz, ‘’ meraklıysanız beklerim’’ derim.
İyi haftalar…
Sinema Tarihinin En Çekişmeli Bilek Güreşi Sahnelerinden

Exit mobile version