Geçen hafta, THY’deki arkadaşlarımdan bir mail aldım. Bu iletide yaklaşan sendika yönetimi seçimlerine yönelik muhalefet çalışmalarının başladığı haberi vardı. Tahminime göre; 3 ayrı grup olarak delege seçimleri için kollar sıvanmış ve geç de olsa, faaliyetlere başlanmış. Öncelikle bu grupların hepsine başarılar diler, kazananın sendikal birlik olmasını dilerim.
Bu gelişmeyi, “Geçmişini bilmeyen, geleceğini yönlendiremez” mantığı içersinde değerlendirerek, bazı gerçeklerin bilinmesinin, yeni sendikal oluşuma oy verecek çalışanlar için faydalı olacağına inanıyorum. Evet; Şimdi zaman makinemize binelim ve tarihini 1987 Kasım ayına ayarlayalım…
Hava-İş Sendikası Genel Başkanı İbrahim Öztürk, ANAP’tan Milletvekili seçiliyor ve Başkan Yardımcısı Adnan Özcan, Başkanlığı yürütmek zorunda kalıyor. Yönetimdeki liderlik kavgası nedeni ile resmen dananın kuyruğu kopuyor. Sonuç olarak sendika; Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerine, Adnan Özcan’ın başkanlığında giriyor ve çalışanların beklentilerinin altında bir sözleşme imzalanıyor.
Adnan Özcan’ın sendika üyeleri ile birlikte hareket etmediğini savunan birçok kişi, ilk genel kurulda Adnan Özcan yönetimini devirmek için kollarını sıvıyorlar. Ve Sosyal Dayanışma isimli bir hareket planı içersinde, başkan adayı olmaksızın (Gökkuşağı hareketi gibi) çalışmalarına başlıyorlar. Bu hareket toplumun tümünü kucaklıyor ve yıpratılmaması amacı ile ismi başta gizlenen, ancak bizlerin bildiği başkan adayı Atilay Ayçin aday yapılıyor.
Gerçek başkan İbrahim Öztürk’ün yokluğunda vekili olan Adnan Özcan’ın yetersizliği ve genel kurul deneyimsizliği sonucunda, seçim çok kolay bir şekilde kazanılıyor. Zaman makinem beni yanıltmıyorsa; tarih 11 Kasım 1989 olsa gerek…
Gökkuşağı hareketinin başını çekenlerin bu sosyal dayanışma günlerini ve ilkelerini bildiklerini sanmıyorum. Ancak benim o zamanlar UTED başkanı olmam nedeniyle bu aşamaları adım, adım izlediğim unutulmamalıdır.
Bu iki örgütlenme arasında gördüğüm önemli fark; o zamanki sosyal dayanışma adı altındaki muhalefet hareketinden oluşan yönetimde, İbrahim Öztürk’ün veya Adnan Özcan’ın ekibinden kimsenin bulunmamasına karşın, şimdiki Gökkuşağı hareketinde eski yönetimdekilerin de bulunduğu söylenmektedir.
“Batan geminin malları bunlar” örneği, bir zamanlar el ele, diz dize yaşayıp, masalarda birlikte kadeh kaldırdıkları insanlar, biri birini satar olmuşlar. Bana bu durum pek etik gelmedi…
Keşke, aynı 1989 yılındaki sosyal dayanışma grubu gibi; muhalefet, yönetim dışında oluşsaydı da, bazılarının dediği gibi bu bir danışıklı dövüş hissi doğurmasaydı.
Dün olduğu gibi, bugün de toplumumuzun lidere odaklı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hangi grup iktidara aday olursa olsun, oy verecek kesimin ilk sorusu, Adayınız kim? olacaktır. Biz bir grubuz, hepimiz adayız, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için gibi beylik laflar, artık işçileri tatmin etmemektedir. Her grubun lideri mutlaka bellidir. Eş başkanlık gibi ülke insanımıza ters yapılanmalar varsa, bu planlanan eş başkanların hepsinin isimleri topluma deklere edilmelidir. Bu eş başkanlar(!) yıpranma pahasına toplumdan kaçmadan, delege seçimlerinden önce ortaya çıkmalı ve grubunun gelecekteki sendikal anlayışını hep beraberce açıklamalıdır.
Ayrıca; Gökkuşağı hareketinin sendikacılık anlayışı adına yapılması gerekenleri açıkladığı ilkelerinin kaleme alınış şeklini çok hayalci ve ironi olarak gördüğümü söylemek durumundayım. Ancak, “insan hayal ettiği müddetçe yaşarmış” derseniz ve duygusal bir günümdeysem o metni bir kez daha farklı bir gözle okuyabilirim.
Değerli okurlarım;
1980 öncesi sendikacılık ile şimdiki sendikacılık arasında dünya kadar farklılıklar olduğunu hepiniz bilirsiniz. Sen, kafanı 1980 öncelerinde tutar ve o kafayla 2010 yılında gezinirsen, aynı; toprak saha için yapılmış kramponla, çim sahada maç oynamaya çıkan takım gibi, maç boyunca yaptığın her hamlede ayağın kayar ve düşersin.
Dünyamızdaki değişimler şüphesiz iş hayatımızda da kendini ne yazık ki en acımasız şekliyle her geçen gün çok daha sert hissettiriyor. Küreselleşen dünyanın dayattığı yeni yaşam koşullarında, işten atılmalar, satılmalar, sürgünler, cezalar, issizlik tehdidi vb.. hiç bu kadar yoğun ve sert yaşanmamıştı.
Olağanüstü bir baskı ile kıskaca alınan çalışanlar, bu koşullarda bırakın yeni hak almayı, var olan en demokratik haklarını bile kullanmamakta, sendikalar da bu koşulları kıracak etkinlikte bulunamamaktadırlar. Doğal ki, sadece sendikalara değil, sendikalı işçilere de görev düşmektedir.
Bugünkü kaotik ortamda, işçiler hem sendikaca hem de işverence sömürülür oldular. Sendika başkanı haklı olarak; eylem yapın bana destek verin diyor, ancak kendine destek verenleri koruyamıyor. İşçi bir destek oluyor, iki destek oluyor, sonunda işten atılan veya sürgüne gönderilen arkadaşlarını gördüğünde ve onlara sahip çıkılmadığını duyduğunda, her canlının yaptığı gibi kendini korumaya alıyor. Bu nedenle, toplumsal hareketlerden uzak kalmayı yeğliyor.
İşçiler; iş, aş peşinde kendilerini riske atarken, bazıları da iktidar olabilmek veya iktidarda kalabilmek adına onları kullanıyorlar. Sendikacılığın ana felsefesine inanmasam, alın birilerini vurun öbürlerine diyeceğim, ama, kurum elden gider diye söyleyemiyorum. Nedir bu koltuk hırsı? Nedir bu ihtiras? anlayamıyorum. Geldiğin gibi, giderken de şaşaalı bir şekilde alkışlarla görevi terk etmek varken, seçimi kaybedip başın öne eğik yuhalanarak ayrılmak olmamalıdır toplumculuğun bedeli…
Zaman makinem 1989 a ayarlı ve o zamanki bildirilere bakıyorum da; Sosyal Dayanışma grubunun programında da, örgüt içi demokrasi, mali ve yönetimsel saydamlık, toplu iş sözleşmelerinde birlikte olmak, meslek grupları ile beraber çalışmak var. Şimdi, yeni gruplar çıkıyor yine biri birilerinin aynı olan söylemlerde bulunuyorlar. İşçi kıyımlarını önleyici projeler üzerinde çalışacaklarına, suçu sendikal demokraside buluyorlar. İşverenlere karşı işçiyi ortaya dökmeden, onların ekmeğini riske atmadan yapılabilecek sistemlerde(!) denenebilir.(sendikacılar anlamışlardır)
Aynı filmi defalarca seyrettirmeyin millete..
Şimdi gelelim yeni yapılanmalara; Tamam da güzel arkadaşlarım, siz aynı sıralarda beraber iktidarı paylaşırken bu şimdi gördüğünüz yönetimsel yanlışlar için biri birinizi uyarmadınız mı?. Yoksa bu iktidardaki yönetim bir ay içinde mi bu hale geldi. Ben şimdi sizin samimiyetinize nasıl inanayım? Size şimdi birileri “Daha önceleri nerelerdeydiniz?” dediğinde, onlara soruyu anlamamış gibi davranarak Selahattin Pınar’ın bestelediği “Bir bahar Akşamı” şarkısının içerisindeki bir dize olduğunu mu söyleyeceksiniz.
Bakın Arkadaşlar! Bırakın bu klasikleşmiş söylemleri de, gerçekten işçiyi düşünüyorsanız, aidatı maaşın % sine göre değil de, fiks olarak bir rakama sabitleyin. Bırakın grev fonunu, monunu. Kim ne zaman grev yapmışta sendika grev fonundan maaşları ödeyebilmiş.
Bunun yanı sıra; Emekliliği dolup ta kendine ek iş arayanların adresi sendikalar olmamalı. Kaldırın, şubelerinizdeki profesyonel yapılanmayı. Kaldırın, metazori olarak aidatların kaynaktan kesilmesini… Kaldırın köhnemiş delege sistemini, Tüzüğünüze yazın, yönetimi kazanan liste, yönetimi kaybeden listenin denetleme kuruluyla çalışır diye. Yönetime girenlerin hepsi, emekliliği dolmamış kişilerden olmakla beraber, işyerindeki son aldığı maaş kadar ücret alabilsin. Sonrada eş başkanlık mı dersin, işçi meclisimi dersin yap da görelim… Bakalım yönetime aday kaç kişi bulacaksınız? Bulduğunuzda da göreceksinizki o yönetime işçi desteği tam olacaktır.
Sendikalardan, menfaati, nemalanmayı kesmediğiniz takdirde hiçbir zaman bu ağalık sistemine son veremezsiniz…Çünkü sendikaları bu duruma işverenler değil onları denetleyemeyen bizler getirdik..
Denetimmi dediniz?
Ne denetimi arkadaşım,denetim ve yönetim kadroları aynı listede yer almıyormu.Sen,genel kurullarda yönetimi A grubuna verirken denetimi B grubuna verebilecek düzeye gelmiş kaç tane işçi bulursun. Hangi dernek hangi sendikanın denetim kurulu, şimdiye kadar beraber seçildiği listedeki arkadaşlarını denetleyebilmiştir örnek verebilirmişsiniz?
Eğer bu yapılanmaya gidecek cesareti ve toplumsal sevgiyi içinde hissederek yukarıdaki yazdığım mantıklı yapılanmalar ve tüzük tadillerini yapacağına söz veren grup varsa ve bunu toplumun her kesimine deklere etmekle kalmaz anlatabilirse o grup mutlaka kazanacaktır.
NOT/ Sendikaya aday grupların liderleri, eş başkan adayları bildirilerle değil de er meydanında canlı yayında, tüm kamuoyunun önünde kendilerine yine çalışanlardan gelecek telefon, mail veya SMS sorularına cevap verme cesaretini göstermek isterlerse, TV’miz istenildiği zaman bu toplumsal görevi objektif yayıncılık kuralları gereği ve tarafsızlık ilkeleri doğrultusunda yapmaya hazırdır. Bu programla seçmeninizin hepsine bir anda ulaşabilirsiniz.
Tüm havacılık camiasının bayramını kutlar esenlikler dilerim.