"AHLAKSIZ TEKLİF"" ve THY'YE "AKİL ADAM"

Tüm çalışma dünyasında ve kamuoyunda merakla beklenen THY grevi, sonunda başladı… Grevi ve başlangıçta orada yaşananları burada anlatacak olsam, sayfalar sürer.15 Mayıs günü, saat 20.30’dan, saat 04.30’a dek, grevcilerin yanındaydım. Grevin başladığı gün, grevcilerin şansına, bir yağmur yağıyordu ki, anlatılamaz. Bir an; pek inanmasam da, “Hamdi Topçu, yağmur duasına mı çıktı?” diye düşünmekten kendimi alamadım. Kısacası; oradan oraya kovulan grevcileriizleyebilmek için çok zorlandım. Önce; THY Dış Hatlar Geliş, sonra; THY Genel Müdürlük, daha sonra da; Teknik A.Ş’ye gittim…
Konuyu fazla uzatmadan, ana konumuza dönelim ve bundan sonra olacakları birlikte yorumlamaya çalışalım:
THY, bu grevi çok önemsemiş ve maşallah(!), bu grev uygulaması üstünde çok çalışmışlar. Tezcan Yaramancı taktikleri örneğini, ben okurlarım geçmişte yaşananları öğrensin diye yazmıştım, ama, görünen odur ki, yazdıklarım Hamdi Topçu’ya yaramış… Çünkü, izlediğim kadarı ile;  grev sürecinde uygulanan taktikler; bire-bir Tezcan Yaramancı taktikleri idi. Bildiri yarışından sonra, THY’nin tüm yönetici müdürleri ve üstleri, tümüyle nöbetçiydi. Grevcilerden çoklardı desem, abartmış olmam hani! Bu işi iyice öğrendi Hamdi Bey…
Haftalar önce sizlere; “Bakanlar Kurulu grevi ertelemez, THY ilk kez lokavt uygulamayacak ve kapıları açacak”diye seslendiğimi anımsayacaksınız. Yanıldığım tek nokta; “THY’de grev olmaz” diye diretmem oldu. Aslına bakacak olursanız, ben hala bu toplu iş sözleşme sürecinde 305 konusunun ayrı değerlendirilmesi gerektiğine ve bunun toplu iş sözleşmesinin olmazsa-olmaz maddesi olmaması gerektiğine inanıyorum. Çünkü; hem çalışanların, hem de kamuoyunun grevi desteklemesi açısından doğru olan buydu.
“Grev olursa, sendikacılığın yara almaması için, çalışanlardan yana taraf olurum, grevi desteklerim” diye söz verdiğimden, grev başladığından bu yana, sosyal medyadaki iletilerim ve THY yöneticileri ile olan diyaloglarımdan, GREV’i desteklediğimi mutlaka duymuşsunuzdur.
Hatta bununla da yetinmedim. Grev başladıktan sonra, 16 Mayıs günü THY Genel Müdürlüğü önünde, greve çıkan arkadaşların yanına giderek, başarılar diledim. Yanıma gelen eylem kıyımına uğramış 305 kişiden bazıları ile söyleşi olanağı da buldum.
Bu görüşmemde; beni kendine yakışan tarzda uygarca karşılayan sendika yöneticisi Ayhan Uygun’a bu ziyaretimin; sendikanın ve grevcilerin zora girmemesi, adına desteklediğimi ileterek grev bittiğinde tekrar yönetiminize eleştirilerime devam edeceğim diyerek kısa söyleşimizi bitirdik.
Bu gün için görülen tehlike; THY’deki sendikacılığın bit(iril)me aşamasına gelmiş olmasıdır. Mücadelem, Sendika yönetimini değil Sendikacılığı kurtarma amaçlıdır. (Hükümeti eleştirmenin Devleti eleştirmek olmadığı gibi)
Aslına bakacak olursanız; ben ve benim gibi bir çok kişinin bu grevin başarılı olmasını istemesinde, THY’de son senelerde yaşanan bir çok yanlışın da etkisi var.
Bunlardan şu anda aklıma gelenler; (hepsinden önce) taşeron işçilik uygulaması, kılık kıyafet, içki yasağı, rozet, ruj yasağı, THY’nin torpilli yöneticileri, keyfi olarak yapılan vardiya saati düzenlemeleri ve bundan kaynaklanan iş kazalarındaki artış, keyfi olarak yapılan kabin ekiplerinin sayıları ile oynama, Part-Time çalışma yöntemi ile kabin ekiplerin aylıklarının düşürülme girişimi gibi, ”ben yaptım oldu“ tarzlı uygulamalardır.
  Greve katılanların da birçoğu, sanırım benim gibi düşünüyorlardır. Bu grev salt ekonomik amaçlı değil, aynı zamanda sosyal amaçlıdır. THY işvereni, grevi kırarak çalışanları etkisizleştirmek ve THY çalışanlarının ellerindeki son koz olan demokratik anayasal hakları alarak, çalışanları sendikasızlaştırmaya veya sarı sendikacılık tarzı işveren güdümlü bir yönetim getirmek istediği ortadadır.
Grev süreci umarım sorunsuz biter ve ben, “nerede yanlış yapıldı veya neler yapılmalıydı?” gibi, konuları, kendi kişisel bakış açımla tekrar değerlendiririm. Kısaca, nasıl işverene buradan eleştirilerde bulunuyorsam aynı eleştirileri sendika yönetimine de yaparım ve zaten yapıyorum da.
Bir anda sendikadan yana tavır almamın nedenini hala anlayamayanlara, durumu özetliyeyim. Ben TC vatandaşıyım. Ülkemizin başındaki iktidara oy vermedim ve bir çok uygulamalarını onaylamıyorum. Ancak, ülkemize bir dış tehdit olduğunda, o anda kumanda masasındaki yöneticileri sevip sevmediğime bakmam ve ülkemizin önündeki tehdit gidene kadar, birlikte hareket eder sonra yine başa döner eleştirilerimi sürdürürüm.
THY’de, özgür sendikacılığa yönelik büyük bir saldırı var. Oynanan oyun; THY‘de işçinin yararına sendikacılığı kaldırmak, olmazsa yerine, kendi yandaşlarından oluşan bir ekibi iktidara getirmek olarak özetlenebilir. Bunu başaramazlarsa, çalışanlar, yine aynı taşımacılık iş kolunda faaliyet gösteren başka bir sendikaya üye olmaya zorlanabilir. Ancak, THY’nin sendikacılığı tümüyle kaldırma isteğinde olacağını hiç sanmıyorum. Üyeleri istifaya zorlayamazlar.  Buna, AB de karşı çıkar. Bu görüntüyü vermektense, kendi yandaşları ile; “Bakın, bizde sendika var ve hak mücadelesi yapıyorlar! biçiminde, “güdümlü bir sendika yönetimi” ile işlerini yürütmek isteyebilirler.
THY’de sendikacılığın bitmesi demek, tüm özel havayollarında, bakım üslerinde aylıkların ve bir çok sosyal hakların geriye gitmesi demektir. Özel şirketlerin, maaş politikalarını neye göre yaptıklarını sanıyordunuz? Özel sektörün bu konuda aldığı örnek, THY’dir.
Her zaman söylediğim gibi; yazılarımı kimseden aldığım telkinle veya sipariş üzerine yazmadığımdan ve yazılarım benim kişisel düşüncelerimi anlattığından, hem işverenle, hem sendika yönetimi hem de eylem kıyımına uğrayan 305 arkadaşımla, istenilen yerde buluşup konuşabiliyorum.
Ben, herkesin görüşüne ne kadar saygılıysam, aynı saygıyı benim düşüncelerime de beklemek hakkım. Düşüncelerim, (kimilerine göre) yanlış, eksik, hatalı olabilir ama bunlar benim düşüncelerimdir.
Neyse, gelelim yeniden THY grevine; THY yönetimi için, bilirsiniz, her zaman yazar ve bukalemun tarzı yönetim derim. Bukalemun örneğini vermemin nedeni, bazen özel, bazen ise “ben devlet” statüsüne girmesinden ötürüdür. Bu grev aşamasında THY yönetimi, bir anda devletin tüm gücünü arkasına alıverdi. Başbakan Yardımcımız Ali Babacan ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek; “THY’de grev yaptırtmayız”dedi, ama grevi de ertelemediler. Ama grev desteği artarsa, her an bu erteleme gündeme gelebilir.
Aslında, bu destek sözcükleri beni şaşırtmadı. Beni şaşırtan, THY yönetiminin; “AHLAKSIZ TEKLİF” filmindekine benzeyen ve her şeyi sadece para ile ölçen açıklamaları oldu.
Filmin senaryosuna bir bakalım;  
1993 yılında vizyona giren, başrollerini Robert Redford- Demi Moore ve Woody Harrelson’un oynadığı bu filmde; yeni evli genç bir çiftin ekonomik sıkıntıya düştüklerinde karşılarına çıkan milyarder iş adamı (Robert Redford)’un bir gecelik aşk karşılığı, ekonomik sorun yaşayan çiftin eşine ( Demi Moore) 1 milyon dolar vermeyi önermesi ve yeni evli çiftin bu öneriyi kabul ettikten sonra, yaşanan dramı gözler önüne seriyor.
Bu film; her şey satılıktır diyen milyarder işadamına karşı, genç çiftin daha sonraki pişmanlık duygusu ve sonunda aldıkları o bir milyon doları, adeta sokağa atmaları ile son buluyor.
Hamdi Topçu’nun, grev başlayıp saflar artık iyice belirginleştiğinde; “Biz çalışanlarımızı (greve katılmayanlardan söz ediyor!) kurumlarına gösterdikleri güven nedeniyle ödüllendireceğiz. Ve kuruma sahip çıkan personel ancak ödüllendirilir ve şefkatimizi bütün dünya görecektir” gibi paraya endeksli sözler, grev gibi, işçinin kendini riske atıp emeğinin karşılığı olan hak ve sosyal hakları için onurla savaştığı bir zamanda söylenecek sözler değildi. Bu sözler, beni etkilemiş olacak ki; bir anda “AHLAKSIZ TEKLİF” filmini anımsadım.
Sayın Topçu, bu sözler kavgada bile söylenmez. Hele, hele bu grev başladıktan ve sokaklara dökündükten sonra, hiç söylenmezBu grevciler ve şu anda çalışanlar, sizden şefkat değil, verdikleri emeğin karşılığını almayı bekliyorlar! Siz onların ana babası değilsiniz…
Şimdi de gelelim, medyada derneklerin grev için yazdıkları bildirilere;
Bu bildirilerin; suya sabuna dokunamayacak şekilde yazılmış olması, son derece normal. Dernek yöneticileri amatördür. Onların, sendika yöneticileri gibi hakları ve özgürlükleri olmadığı için, her şeyi söyleyemezler. Bu nedenle, onların bu tür açıklamalarda bulunduklarında kınanmaması gerektiğine inanıyorum.
TALPA da bunlardan biri. Grev uygulamasının en büyük kozu şüphesiz pilotlardı. Pilotlarımızın mesleki temsilcisi TALPA, ilk bildirisinde olması gereken bir açıklamada bulundu. Bence bu ilk açıklama yeterliydi. Ancak, hiç, ama hiç beklemediğim bir anda, tam grev için taraflar saf tutmuş ve kılıçlar çekilmiş ve grevin başlamasına sayılı saatler kalmışken, TALPA’nın yaptığı ikinci açıklaması, sadece beni değil, tüm sektörü şaşırttı.
TALPA, ikinci açıklamasında, greve destek vermeyeceğini iyice vurguluyordu. Tüm grevciler ve sendika, şaşkına uğramış ve en güvendikleri kozları olan pilotların temsilci derneği; “ben yokum” demişti…(Bu karar tabii ki tüm pilotları bağlamaz)
TALPA bir dernektir ve grev-lokavt uygulamasının tarafı değildir.  Ancak, pilot çalışanları sendika üyesidir THY ve Hava-İş Sendikası taraf iken, üyeleri adına bu açıklamada bulunmak, hangi mantığa sığar? Üyeleriniz hem TALPA hem de Sendika üyesi olduğuna göre bırakın üyeler kendi kararlarını kendi versinler.
Ayrıca pilot çalıştaylarına katılan biri olarak biliyorum; SHT-6A yönetmeliğine atıp tutan, bunu çağdışı bir uygulama olarak anlatan-SKPK (Sorumlu Kaptan Pilot Kararı)’larını sorgulayarak, bağıran, çağıran sizler değil miydiniz?. Yorgunluk anketlerinin sunumlarında, bu anketteki yorgunuz şıklarını işaretleyip, ne kadar yorgun olduğunuzu gözler önüne seren sizler değil miydiniz?  “Bu koşullarda uçarsak, uçuş emniyeti riske girecektir”diyen, sizler değil miydiniz?
Eeeeeeeee, ne oldu şimdi? Bu grev, sadece 305 kişi için yapılmıyor ki. Koşullardan en önemlisi, uçuş emniyeti ihlalleri, SHT 6A ve Yorgunluk idi.
Peki, greve hayır derken, işverenden bu koşulların iyileştirileceğine yönelik söz alabildiniz mi bari? Aldıysanız bile, yine de sessiz kalıp yani “Greve Hayır” bildirini yayınlamayıp “üyelerimizin kararlarına saygılıyız” deyip geçseydiniz daha mantıklı olmaz mıydı.
Ayrıca sizlere, “bu grevi baltalayın, gerisine karışmayın isteklerinizi yaparız!” gibi söz verildiyse ve siz buna PEKİ dediyseniz, bu da “AHLAKSIZ TEKLİF’E” karşı AHLAKSIZ YANIT’A” girdiğini ve resmen grev kırıcılığı yapıldığını sanırım kabullenirsiniz.
Benim zamanımın şövalye kaptanları! Neredesiniz? Birlikte görev yaptıkları ve uçtukları çalışanları evlatlar gibi görür onları kollar ve yönlendirirdiler.
Yasal olmayan Grev’lerle uçakları 2-3 gün yerde tutan bu güce ne oldu? Korkunuz nedir?
Sevgili işveren ve sendika yönetimleri;
Bu grevi, anlamsız bir yarışa soktunuz. Her iki başkan resmen ego savaşı veriyor. Halbuki bu grevi bitirebilmek için Süleyman Çelebi’nin açıklamasında, satır aralarında yatan öneri, son derece mantıklı.
SEVGİLİ 305’ciler;
Şimdi bakın, THY’de yaşanan ve 305 kişinin işten çıkarılmasıyla sonuçlanan eylemden sonra, mahkemeler ve Yargıtay neye karar veriyor. Bu eylem, kanunsuz grev kapsamında değerlendiriliyor (ben değil, yasalar böyle diyor). Mahkemelerin verdiği karar, eylemin yasal olup olmadığını değil, bu eyleme katılan bireyin bu eyleme gerçekten katılıp katılmadığına yöneliktir. “SAPLA SAMANI, KARIŞTIRMAYALIM.”
Hamdi Topçu 305 için; “yasal süreç devam ediyor ve yasalarımız ne derse onu yapacağız” diyor. Peki, Hamdi Bey’e buradan sesleniyorum:
Hamdi Bey, Hamdi bey! Davaları kazanmak demek, eyleme katılmamış olmak demek olmuyor mu? OLUYOR.
Yasalarımıza göre hareket edeceksen, mahkeme ve Yargıtay aşamalarından temize çıkmışları almak zorunda olmalısın.
Neden mi? Siz her zaman kurunun yanında yaşlarında yanmış olduğunu kabul etmiyor muydunuz? Ediyordunuz. . Ancak, “bu saatten sonra bunları ayıklayamayız, bu yanlış olur” diyor ve mahkemelerin sonucuna göre hareket edeceğinizi söylüyordunuz. Peki,buna da Evet diyelim.
Buyurun işte, Yargıtay sizin adınıza sapla samanı ayıklamış. Bazılarına işe iade verirken, bazılarına vermemiş. Daha ne istiyorsunuz Hamdi Bey?  Bu arada yine de yasalarımız, size davaları kazansa bile, işçiyi işe başlatmama hakkı veriyor. Bunu da biliyoruz. Karar verme yetkisi, bu konuda işverendedir, bunu da biliyoruz..
Haydi, bakalım sevgili işveren. Senin dediğin gibi kurunun yanında yanan yaşlar, Yargıtay’ca ortaya çıktıkça, bunları önce “kusura bakmayın, biz sizi o eyleme katıldınız sanmıştık” de ve İŞE BAŞLAT!
Yaşları-kuruları, bireysel olarak mahkemeler ayırıyor. Yargıtay ise onaylıyor. Sizin yapacağınız; gerçekten eylem yapmayıp, orada öylesine bulunanları ve gerçek raporluları, mahkemeler ayırıp Yargıtay onayladıkça yani işe dönüşü verdikçe, tazminat verip almamak değil hemen onu işe başlatmanız olacaktır. Aranızda bir protokol yapın ve yasal süreç içinde davaları kazanan ve Yargıtay’ca onaylanan kişileri işe iade değil işe başlatacağınızı yazın ve imzalayın.
Sendika, buna yanaşacak ve sözleşme imzalanacaktır.
Bu sistem; ne sizin, ne de sendika başkanının geri adım atmaması olacak ve kazanan sadece çalışanlar olacaktır.
Siz, “yasalar ne dediyse onu yaptım” derken, sendika da; “haksız yere işten atılanlarımı kurtardım” diyerek, gelecek seçimlere yüzünün akıyla çıkabilecektir.
Aksi takdirde bu sözleşmeyi Ayçin imzalamaz.
Bakanlar kurulu kararı ile grevi ertelemeniz de Ayçin’in işine gelirdi. Onu da yap(tır)madınız.
Ayçin’e bu girdaptan bir çıkış kapısı bulmak zorundasınız.
Bu kadar kolay ve anlaşılacak konular için sizlere, AKİL adamlar mı arayalım?   
Bütün bu olumlu önerilere karşın, grev bitmezse, kıvıran tarafın kim olduğunu anlar ve hangi farklı düşüncelerde olduklarını, sonraki yazılarımda değerlendiririm.
Exit mobile version