AH ŞU B707'LER…

İlk uçuşunu 1957 yıllında yapan B707 uçakları 4 adet Pratt&Whitney JT3D turbofan motorlu olup, üretimine son verildiği 1979 yılına kadar 1000 adet üzerinde üretilmişlerdir. Motorlarında hem fan hem de türbin reverser’i vardı. Kabin basınçlandırma havası motorlardan bleed havası değil, 3 motorda bulunan Turbo FAN’lardan temiz hava olarak alınırdı. Motor hava alıklarının (Nose Cowl) üzerinde görülen ön tarafında deliği olan kamburumsu çıkıntılar turbon fanların yuvasıdır. Sivil havacılıkta dünyanın ilk jet motorlu sivil yolcu uçağı İngiliz De-Havilland Comet’lerin başarısız ve ölümle sonuçlanan kazalarından sonra en tutulmuş efsanevi jet motorlu uzun menzilli uçaklardır. Bu uçakların askeri AWACS (Boeing E-3 Sentry) modelleri de mevcuttur. THY’de 1970’li yılların başından itibaren Pan American şirketinin emekliye ayırdığı B707 uçaklarını kullanmaya başlamıştık. Kokpit ekibi Kaptan, First Officier (ikinci/yardımcı pilot) ve Flight Engineer (uçuş mühendisi/teknisyeni) olarak 3 kişi idi. B707 uçakları dar gövdesi, yolcu kapasitesi ve uzun menzili ile Avrupa ülkelerinden işçi, turist ve hacı taşınmasında THY’ye ve sivil havacılığımıza çok değerli hizmetler verdiler. Navigasyon aletleri tam gelişmediği zamanlarda kokpitte kaptan koltuğunun arkasında navigatör masası ve aletleri bulunurmuş. Remote Area (yer navigasyon vericilerinin bulunmadığı okyanuslar ve büyük çöller) denen bölgelerde uçulurken navigatör, varılacak hedefe göre, heading’i (uçulacak yön) belirlermiş. Hatta, kokpit tavanındaki deliğe takılan “sextant periscope” ile yıldızlara bakılarak da yön tayini yapılabilirmiş. Pan American şirketinin bu tipte filosuna kattığı ilk uçak olan “N707PA” tescil işaretli uçak da THY’de hizmet verdi. İki adet kargo uçağı da (TC-JCC ve JCF) yıllarca THY sonra THY’nın yan kuruluşu olan Boğaziçi Havayollarında yıllarca hizmet verdiler. Pan American şirketinin bu uçaklarla her gün birisi doğudan batıya, diğeri batıdan doğuya dünya turu yapan (PA-1 ve PA-2) yolcu seferleri vardı ve her iki uçuş da İstanbul’a uğrardı. İstanbul’da THY hangarı yanında 24 saat hizmet veren bir hat bakım müdürlüğü bulunuyordu.
SEXTANT PERISCOPE
1970’li yıllarda, bir Ağustos sabahı işe geldiğimde, Avrupa’dan gelen bir B707 uçağının motor yangın ikazı ile Antalya’ya iniş yaptığı, yaklaşmada motorun durdurulup söndürme tüpünün patlatılmasına rağmen yangın ikazı susmadığı için emercansi ilan edilerek iniş yaptığı, inişte ve indikten sonra yangın görülmediği, onarım ekibi olarak gerekli doküman, malzeme ve takımları hazırlayıp ilk uçakla Antalya’ya gidip arızayı gidermemiz bildirildi.
Bir mekanik, bir elektrik teknisyeni ve ben (teknik kontrol teknisyeni) olarak hazırlandık. Gerekli takım ve malzemelerle beraber, bir adet faal engine fire extinguisher de (motor yangın söndürme tüpü) yanımıza alıp IST-AYT seferini yapacak DC-9 uçağına bindik. Uçağa arka merdiveninden girmiş ve en arkadaki üçlü koltuğa oturmuştuk. Zira, kutusu olmadığı için, başına bir şey gelir diye bagaja veremediğimiz motor yangın söndürme tüpü, üzeri battaniye ile örtülü olarak teknisyen arkadaşın kucağında duruyordu. O zamanlar bugün geçerli olan Dangerous Goods (tehlikeli maddelerin taşınma kuralları) gibi kurallar henüz uygulanmıyordu. Uçaktaki yolculardan birisi kucağımızdaki, denize bırakılan yüzer “serseri mayın” benzeri yangın söndürme tüpünü görse “uçakta bomba var” diye ortalığı ayağa kaldırabilirdi. Öğle saatine yakın Antalya’ya inip park ettikten sonra, yangın söndürme tüpünü görmesinler diye uçaktaki yolcuların tamamen boşalmasını bekledik. Uçağın ön kapısına gelince kendimi yanan bir fırının içine girdiğimi sandım. Yüzümü yalayan bir alev dalgası beni göğsümden serin uçağın içine doğru itiyordu. Sıcaklık gölgede 40-42 derece, nem %80’in üzerinde imiş.

O tarihlerde ana yola yakın olan Antalya Havalimanı yolcu terminali sonradan askeri havaalanı oldu. Yeni havalimanı terminalleri mevcut pistin diğer tarafına yapıldı. Arızalı B707, iki katlı terminalin aprona bakan camlarına paralel olarak park etmiş duruyordu. Bizi Antalya Hat Bakım Şefi Fikri Bulca (sevgili arkadaşımı rahmetle anıyorum) karşıladı. Geldiğimiz uçağın kargosundan malzeme ve takım çantalarımızı alıp, 3 numaralı motorun yanına koyduk. B707’nin içine girip elbiselerimizi çıkardık, tulumlarımızı giydik ama öğlen sıcağında kabin sıcaktan yanıyordu, daha işe başlamadan ter içinde kalmıştık.
Tulumlarımızı giyinip motorun yanına geldik. Açmak için metal olan kaportaya değdirdiğimde, elim yandı. O güne kadar güneşin sıcağını emmiş bu kadar sıcak bir kaporta ile karşılaşmamıştım; güneş altında alev gibi yanıyordu. 707’lerin kokpitte taşınan amyant eldivenleri (amyantın sağlığa zararları henüz bilinmiyordu) kullanarak, kaportaları motordan söküp indirdik. B707 motor kaportalarını sökmek ve takmak özel eğitim ve beceri isteyen bir iştir. İşi bilmeyen teknisyen bir saat uğraşsa, beceremez. Yaptığım kontrolde, motorda bir yangın belirtisi tespit edemedim. Fikri Bulca, sağ tarafta case üzerinde bir is lekesi gördüğünü ama bunun gerçek bir yangın belirtisi olduğuna inanmadığını, uçağa cereyan verilince 3 numaralı motorun hemen sesli ve görsel yangın ihbarı verdiğini anlattı. B707’lerde APU (External Power Unit/yardımcı güç ünitesi) olmadığı için kontrolü batarya ile yaptık. Batarya ON yapılınca gerçekten 3 numaralı motorun yangın ihbar sistemi hemen devreye giriyordu. Motorda yangın olmadığına göre, havada motor durdurup yangın söndürücü tüp patlatma nedeni sadece bir “false fire indikasyon”du (yalancı yangın ihbarı). Motorun gövdesinde bulunan muhtelif sayıdaki Fire Detection Loop (yangın tespit elemanları) sisteminde bir short circuit (kısa devre) arızası olduğu anlaşıldı. Wiring check’te (elektrik kablolarında yapılan devre kontrolü) arızalı loop’un kısa devresi loop’un içindeydi. Loop kendi içinde kısa devre yapmışsa onarma imkanı yoktur, faali ile değiştirilmelidir.

Kızgın güneşin altında işe koyulduk. Az sonra terden, ince ama sentetik kumaş olan tulumlarımız vücudumuza yapıştı. Böyle çalışmak imkânsızdı. Rahatlamak için tulumlarımızın üst kısmını çıkarıp çıplak çalışmayı düşündük. Fikri Bulca, “bekleyen yolcular terminalin camlarından r bizi seyrediyor, onlara ayıp olur” diye ikaz etti. Tenimize yapışan tulumların içinde iş yapmak da mümkün değildi. Çekici ile uçağın pozisyonunu 180 derece çevirip kendimizi gövde arkasına atarak yolcuların seyrinden kurtardık, tulumlarımızın üstünü indirip kollarını kemer gibi belimize düğümledik, paçalarını da dizlerimize kadar katladık. Artık daha rahatlamıştık, işe koyulduk. Wiring check ile kendi içinde kısa devre yaptığı tespit edilen loop’u İstanbul’dan yanımızda getirdiğimiz yenisiyle değiştirdik, yangın ihbar arızası giderildi. Pylondaki kullanılmış yangın söndürme tüpünü faali ile değiştirirken uçağın Flight Engineer’i (rahmetli Mengüç) “arkadaşlar, öğlen saati geçiyor, acıkmışınızdır diye size getirdim” diye havalimanı restoranında yaptırdığı sandviçleri getirdi. Kokpit ekibinin teknisyenlere yerde ikramda bulunması pek karşılaşılan durum değildi, bizi şaşırttı, mutlu olduk, kendisine teşekkür ettik, arıza ve yaptığımız düzeltici işlemler hakkında bilgi verdik.
 
Antalya’ya indikten 4 saat sonra B707 faal oldu. B707’lerin limit içi yağ ve hidrolik kaçakları nedeniyle teknisyen ağzındaki adı “seyyar köfteci”dir. İş eldiveni olmadığı için kirlenmiş siyah yağ tırnaklarımızın içine kadar işlerdi. Havalimanında duş imkanı bulmadık, elimizi, yüzümüzü yıkayıp olduğunca siyah yağlardan temizledik, elbiselerimizi değiştirdik. Avrupa’ya gidecek olan uçak yolcu aldıktan sonra Fikri Bulca, sizi yemeğe götüreceğim, dedi. Şirketin minibüsü bizi şehir dışında çok ıssız bir yere götürdü. Bölgenin adı Barınaklar imiş. Ne bir bina ne de insan vardı. Araçtan yolda indikten sonra, dümdüz makilik bir alanda yürüyerek denize yakın tek katlı salaş, ahşap bir barakaya vardık. Çölde vaha gibi, sadece bilenlerin geldiği bir restoranmış burası. Fikri, restoranda gördüğümüz tek adama selam verdi, patronmuş, “misafirlerim var bize ne verebilirsin” diye sordu. Patron, “öğlen değil, akşam değil, çok zamansız geldiniz, hazırda hiçbir şey yok, açsanız size ızgarada bir şeyler yapabilirim, mangal yakmak, eti kızartmak en az 1 saatimi alır, bekler misiniz” diye sordu. Bekleriz dedik. Fikri, güneşin altında çok terledik, nasıl olsa 1 saat yemeği bekleyeceğiz, gelin şuradan denize girelim diye bizi az ilerideki falezlere götürdü. Aşağıda çarşaf gibi masmavi deniz, gel diye bizi çağırıyor. Eee, hava çok sıcak, deniz güzel ama, 15-20 metrelik falez uçurumundan nasıl aşağıya ineceğiz? Fikri az ileride bir patikadan kah yürüyerek, kah popomuz üzerinde kayarak bizi deniz kenarına indirdi. Sahilde üzerinde içleri tuz dolu sayısız delikleri olan sarı kayalardan başka bir şey yok. Deliklerin kenarları bıçak gibi keskinmiş, çok dikkatli olup ayağımızı kesmemeliyiz. Tamam kayarak, yürüyerek deniz kenarına geldik ama mayomuz yok, bizi davet eden o masmavi derin denize nasıl gireceğiz. Fikri, “burada biz 4 kişiden başka kimse yok, isterseniz donla, isterseniz sivil olarak girebilirsiniz” dedi. Kendisi hemen soyunup donla derin suya atladı. Biz de ondan cesaret alıp pantolonlarımızı sıyırıp donla denize atladık. Biz denize dalınca, saflığımızdan olacak, serinleyeceğimizi, terden kurtulacağımızı sanıyoruz ama deniz suyu çorba gibi sıcak. Serinleme hayallerimiz sıcak suyun içinde yandı gitti. Neyse, serinleyemedik ama, en azından ter tuzunu deniz tuzuyla değiştirmiştik. Denizden çıkınca, ıslak don üzerine pantolon giyilmeyeceği için donlar elimizde baraka restorana döndük, donlarımızı çalıların üzerine serdik. Restoranda patrondan başka bir kişi yok, ızgarayı o yaptı, masaya tabakları o koydu. Izgara et ve salatadan oluşan yemeğimizi yedikten sonra, çalıların üzerinde kuruyan donlarımızı alıp tuvalette tekrar giyindik. Akşam uçağı ile İstanbul’a döndük.

Yemek yiyip denize girdiğimiz ıssız, insansız, binasız bu makilik alan; bugün sayısız modern, lüks oteller, apartmanlarla dolu, tüm yolları tertemiz asfalt olan Lara-Barınaklar, Antalya, Muratpaşa Belediyesi bölgesi…
Geçmiş zaman; o tarihlerde paramız ve ileriyi görme yeteneğimiz olsaydı… Barınaklardan arsa almak gerekirmiş. :)
*****
 
 
 
 
 
 

Exit mobile version