İstanbul’da Ağustos’un ilk yarısı çok sıcak olur…
1967 Ağustos ortasında, pırıl, pırıl güneş ışınları, pistin kenarlarını erimiş karamela kıvamına getirmiş, gerideki ağaçların ve denizin üzerine bir pusu çökmüş. Eski hangar’ın arkasındaki yemekhane bu kır ağaçlarının altında. Yaprak kımıldamıyor. THY ‘nın ilk hangarından bahsediyorum.
Annemle, babamla hangarın yanındaki yemekhane binasına gittik. Masalar kaldırılmış, sandalyeler yan yana dizilmiş, aprona bakan mekanın önüne küçük bir masa konmuş, kürsü olmuş. Oturanlar huzursuz bir kıpırdanma içinde. Azametli THY görevlileri konuşmalar yapıyor. Uçuş Eğitim Müdürlüğü görevlileri, Baş Pilot ve Baş Hostes teorik ve pratik eğitimlerini tamamlayan kabin memurlarının diploma töreninde yaptığı konuşmalarda, şirketin, Avrupa’da önde gelen hava yolu şirketleri arasında yer alacağını belirtiyorlar. Dünyada ön sıralarda yer almak için eğitim ve güvenliğe büyük önem verildiğini belirten yetkililer, eğitimlerini tamamlayan Kabin Memurlarına başarılar diliyor.
-Zor bir göreve atandınız, hayatınızda büyük özveriler yer alacak. Yaşamınız tahmin edemeyeceğiniz kadar değişecek. Sorumluluğunuzun bilincinde olun ve bu doğrultuda hareket edin.
Kürsüden iniyor takım elbiseli adam. Alkışlar… Yine biri kürsüde, tek tek isimleri çağırıyor. Midem bulanıyor, yüzüm yanıyor, neler oluyor? Ne yaptım ben?
-Meral Döşemeciler?
Bir Emel Bey vardı. Sözlü sınavlarda, bizler kapı önünde bekleşirken, kapıyı açar, sıra kime geldiyse ismini söyler, heyecanımızı yatıştırmak için de :
-Endişeye mahal yok, çocuklar rahat olun der, gülüşüyle içimizi ısıtırdı. Törende diplomaları yetkililer dağıtıyor, Emel Bey de aralarında. Babam mendil tutmuş, sevinçten mi, endişeden mi bilinmez gözyaşlarını siliyor. Annemin yüzü alı al moru mor. Heyecanlanıp sıkıldı mı öyle olurdu. Ben şaşkın!
-Meral Döşemecileeerrr…
Küt… küt… küt! Yürüyebilecek miyim? Ağzım da kurumuş. Adım tekrar okunduğunda yerimden kalktım, üniformalıyım. Kafamda limon kabuğu gibi bir kep, Emel Bey’e doğru ilerledim. Kep’i çıkarıp elime aldım. Yaz ortasında elimde beyaz eldivenler. Elimi sıkıp:
-Tebrik ederim, hayırlı olsun! dedi, diplomamı verdi ve yakama brövemi taktı. Bendeniz, 27 ci dönem Kabin Memuru Döşemeciler.
***
Her gün bir prova. Karşılıklı oynuyoruz aslında. Ben üniformamı giyiyorum, sahneye çıkacak gibi heyecanlı, uçağın kapısında ev sahipliği yapıyorum, buyur ediyorum. Sonra, ciddi bir şekilde uçuş emniyeti ile ilgili önemli kuralları hatırlatıyor, komutlar veriyorum. Bir bakıyorsunuz, önlüğümü giymiş, yemeklerimi sunuyorum; ”masalarınızı açar mısınız lütfen”. “Hayır o paketleri bırakın, sıcak yemek servisimiz var, ücretsiz, buyurun!” Hastalara, fobisi olanlara, hamilelere, bebek ve çocuklara ilk yardım görevlisi gibi yaklaşıyorum. Yakın temas kuruyor, dokunuyor, konuşuyorum. Bu prova devamlı tekrarlanıyor, oyun tümüyle gerçek hale geliyor. İçinde ben de sürükleniyorum. Yoruluyorum ama arkamda bir destek var, bana güç veriyor; annem…
***
16 Ağustos’ta işe başladım ama, uçuş programı, ayda iki kez 15 günlük çıktığından, “çarşaf” dediğimiz uçuş çizelgesinde yer almam Eylül’ü buldu. Hiç bilmediğim bir dünyada kendimle baş başaydım; ürkek, endişeli, suskun ve çekingen. Eskiler beni süzüyor, kontrol kabin memurları hareketlerimi izliyor. Programla birlikte annemle babam da huzursuz. Nereye? Hımm… Annem yine endişeli, ellerini öpüp çıkıyorum, hep de akşam üzeri birader. Ev yakın diye herhalde. Eskiden, Bostancı’dan öte yaşayanları şirkete almazlardı, biliyor muydunuz? Alt Bostancı, üst Bostancı, tamam!
***
Bir de baktım 70’lerdeyiz, derken seksenler, ooo… havacı kızımız gibi zaman da akıp uçuyor. 1992 Yılına kadar böyle devam etti. Zamanla birlikte uçuş hatları, uçak tipleri değişti, akıl almaz bir yarış. İlk yıllarda en uzun gece rotamız, Köln’dü. Ankara’dan direkt gerçekleştirilen Düsseldorf ve Stutgart da öyle. Gecenin bir vakti havalanıyor, sabaha karşı dönüyor, perişanları oynuyorduk. Henüz Uzakdoğu’dan, Amerika’dan, Afrika’dan haberimiz yok! 1992’den sonrası yaş haddinden yere geçiş, İkram Müdürlüğü’ne acil eleman lazımmış. Doğrusu hiç de hoş bulmadık! Mars’tan gelmişim gibi inceleniyorum; enden, boydan. Yapacağım işler ile ilgili hiç bir bilgileri yok. Zor günler… yine anacığıma sığınıyorum, başaracaksın diyor, yüreklendiriyor.
1992’de İkram ünitesi çalışanlarının iş föyleri yoktu, talimatları da! Menü kartı, yükleme planı, yeni gelen uçağın boş ağırlığı gibi konulara çok uzaktılar. Ne vardı derseniz devamlı teftiş vardı. Danimarka’dan gelen danışman Frank Warup’la birlikte çalışmak eğlenceliydi, Tuğrul Şavkay ve Vedat Başaran gibi ünlü şeflerle birlikte olmak da çok keyifli. Sonrası, İkramcılara hediye bir kitap çalışması. Buyurun dedik, önlerine koyduk, arkasından Genel Müdür Yusuf Bolayırlı beyden gelen şeflik. Ama ne sevindik ana-kız.
***
1967’den 1992’ye kadar, Muzaffer’im camın önüne dikilip beni bekledi hep. Her defasında…”anne böyle yapma” derdim ama dinlemezdi. Beni karşılar, elimden valizimi alır, siler, temizler ve odama götürürdü. Sabah olurken yatardık ama ben uyandığımda o çoktan ayaktaydı. Bana olan desteği çok güçlüydü. Minicikken öksüz kalmış bir çocuğun büyüdüğünde anneliği çok farklı oluyor. E/R uçuşlar başlayınca beklemeyi bıraktı. Kar,sis yüzünden günlerce gelemediğimde yine camda ağlar bulurdum. Eğer ben, şirket içinde başarılı olmuşsam, arkamda bir isim bırakmışsam, onun katkıları sayesindedir. Anneler Günü’nde; onu özlemle anıyor ve siz değerli anneleri kutluyorum.