Bu haftaki konuma girmeden önce geçen haftadaki gelişmelere kısa bir göz atalım. Öncelikle THY’nin 167 dar gövdeli uçak için Panasonic firması ile yaptığı kabin içi eğlence (IFE) programı için anlaşma imzalandı. Ancak THY’ye önemli bir uyarım olacak. Bu tür kabin içi programları uçaklarımızda 1990 lı yıllarda başladı. A310 larda bile şimdiki kadar gelişmiş olmasa da “Air Show” adı altında bir sistem vardı. Sonraları A340 lar gelmeye başladığında yine yanılmıyorsam Panasonic firması ile bu IFE sitemi daha modern hale geldi. Ancak bu firmanın yaptığı haritalar kasıtlı ya da kasıt olmaksızın yanlışlıklara yol açıyor. Örneğin; A340 uçaklarındaki haritada Türkiye sınırları içine Ermenistan ve Kürdistan’ın konmuş olması büyük bir infiale yol açmış ve ben o zamanlar bu konuyu işlediğimde, “kasıtlı olduğu ihtimalini düşünmeden edemiyorum” demiştim.
Halkımızın tepkisi THY’yi de harekete geçirmiş, uçaklardaki sistem hemen kapatılmış ve Panasonic haritaları yeniden yapmak zorunda kalmıştı. Yine aynı firma geçen sene Fransa ile İsrail arasında tartışmaya yol açtı.
THY’nin yeni yöneticilerini, kurumsal hafızalarının olmaması nedeniyle, uyarmak istedim. Panasonic’in yapacağı sistemi, Kabin içi ürünler müdürlüğü elemanları, ilgili sistem uçaklara konup yayına başlamadan önce, sistemi ve bilhassa haritaları iyi kontrol etsinler. Aksi takdirde yine bu tür kötü ve çirkin sürprizlerle karsılaşma ihtimali mümkün.
*****************************
Değerli okurlarım;
Aslına bakacak olursanız, geçmişi irdeleyerek yazdığım yazı ve makaleler genelde genç nesle yönelik olmakta. Çünkü yeni nesil bizim çalıştığımız özgür şartlarda çalışmıyor. Belki de çalışma hayatının normalde şimdi gördükleri gibi olduğunu düşünüyorsunuzdur. Kesinlikle aynı değildi.
Bildiğiniz üzere havacılık sektörü diğer sektörlere göre, genelde yüksek ücretlerin seyrettiği bir sektördür. Ülkemizdeki işsizlik konusunun yanı sıra işe girilse bile alınacak ücretin şimdikinden az olabilme kuşkusu nedeniyle işverenlerin mantıklara uymayan despot yönetimlerine ses çıkaramaz olmuşlar.
Tabii ki, ortanın üstü ücret alanlar da var. Düşük gelir düzeyi olanlar, mantıksız işveren baskı ve korkutmalarına karşı risklere girip haklarını arayabiliyor. Çekinmeden ve korkamadan mücadeleyi sürdürüyorlar.
Konunun daha iyi anlaşılabilir olabilmesi için bir örnek vermek istiyorum. Tabii ki bu kişisel görüş içeren makalem her türlü yoruma açıktır.
Asya kıtasında, maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Bu yarıktan açık olarak içeriye sokulan el, yiyeceği alıp çıkarken yumruk yaptığından, dışarı çıkarılamaz.
Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Sadece yumruk haline gelmiş elini gevşetip yiyeceğini bırakması kaçabilmesi için yeterlidir.
Bir nevi elindekinin cazibesine tutsak olmuştur. Tutsaklıktan kurtulmak için yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmak iken, bunu yapabilen maymun çok az görülür.
İşte, güzelim Türkiye’mizdeki iş hayatı böyle seyrediyor. Gelir düzeyi ortalamanın üstünde olanlar, gelecek tehlikelere aldırmadan elini yumruk şeklinde tutmaktadır. Benliğini bağımlı olduğu şeylerden kurtarması ve içinden geldiği gibi, rol yapmadan özgürce ifade edebilmesi, aynı maymunlarda olduğu gibi, çok zordur.
Çalışanlar, bugünkü Türkiye’de, çalıştığı kurumu eleştiremez. Çünkü aynı maymun gibi, elinde tuttuğu yiyeceği bıraktığında, bir daha yiyecek bulamayacağını sanır. Bu nedenle; Hindistan cevizinin içindeki tatlının büyük veya küçük olması, o insanın, Hindistan cevizinden elini çekmesi veya çekememesi ile doğru orantılıdır.
Kısaca; söylenenin aksine, ekonomik güç ve makamlar yükseldikçe korku da artmakta. Bu tezi bazıları, ah ah fakirlik kör olsun.Bir param olsa var ya…Ben bunlara yapacağımı bilirim dese de aslında yapamaz.
Çünkü gelir düzeyiniz ne kadar yüksek olursa olsun yaşam standardınız anında gelir düzeyinizle paralel hareket edecek ve her zaman daha daha diyerek bir türlü doyum noktasına erişemeyeceksinizdir.
Devlet kurumlarımızın başında olanlar, devlet adına iş yapmalarına rağmen, siyasi iktidarı hangi parti temsil ediyorsa, o yapıda düşünürler ve kendilerini o yapıya uygun icraat yapmak zorundaymış gibi hissederler. Zaten iktidardaki siyasilerce yapılmak istenen; kurumları, çalışanları kendileri gibi düşündürtmek ve icraatlarını kendi düşünce yapılarına göre şekillenmesini sağlamaya çalışmaktır. Oysa ki; o devlet memuru, siyasi iktidarın değil, devletin memurudur ve maaşını, siyasi iktidardan değil, görev yaptığı devletin vatandaşlardan topladığı vergilerden almakta olduğunu bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Peki, öylemi yaparlar? Tabii ki Hayır
Aynı örneklemeyi burada da vererek maymun-tuzak-insan üçgeni içerisinde görev anlayışının şekillendiğini görmek mümkündür.
Bu örneği sadece devlet kurumlarımızdan değil, diğer işyerlerimizden de vererek çoğaltmak mümkün. Çalışanların; özgürce, çalıştığı kurumu eleştirebilmesi ve işverenlerin de kendilerini eleştiren çalışanlarını dışlamadığı bir ülkede, zaten sorun kalmaz. Sektörümüzde bu böyle midir? Hayır!
Sektörümüz kurumlarının başındaki yöneticiler, siyasi otoriteyi temsil eden bakandan izin almaksızın konuşamazlar. Şirketlerimizde çalışanların da; şirketi hakkında olmasa bile, sektör ile ilgili kişisel görüşlerini dile getirmelerinin suç sayılma ve işten atılarak cezalandırılma riski vardır. Bireysel veya toplumsal sorunları dile getirenlere en azından; “Şamata yapma, kes sesini” denebilir.
Şimdi burada, siyasilerimiz tarafından her konuda; “demokratikleşme rüzgârları”(!), “ estirildiğini anımsayacak olursak, çok haklı olarak; çalışanların da hak ve özgürlüklerini demokratikleştirecek bir açılıma gereksinimleri olduğunu sayın devlet büyüklerimize duyurmak gerekmektedir.
Peki, şimdi diyeceksiniz ki; tamam da, sektörde genel müdürler ve patronlar var. Onlar neden çekinsin ki? Rahatça, yanlışları eleştirebilir ve haklarını arayabilirler. Onlar, hem vergi ödeyip, hem de ülkenin işsizlik sorununu çözecek istihdamı sağlamışken, neden korkarlar ve haklarını aramazlar? Konuşamamalarının nedeni nedir?
Bu sorunun yanıtı olarak; yine, yukarıda açıklamaya çalıştığım maymun örneği verilebilir. (Yani açıkçası, elimizdekilerin yitirilme korkusu… )
Bazı patronlar; Hindistan cevizinin içindeki tatlının büyüklüğüne aldanarak, bir gün mutlaka bir avcı tarafından özgürlüğünün elinden gideceğini bile, bile yumruğunu açmaz ve elindeki tatlıyı bırakmaz.
Peki, onları ürküten konu nedir? Onları ürküten konu; ellerindeki tatlının büyüklüğü ve bir daha eline geçemeyeceği korkusudur. Eleştirmezler, alkışlarlar, övgüler düzerler, ama, bunu hiçbir zaman içten gelerek yapmazlar. Ta ki, bir başka iktidar gelene kadar bu övgü sistemi sürer. Ne zaman mevcut iktidar gider, yeni bir iktidar gelir, işte o zaman; “Kral öldü, yaşasın yeni Kral!” oyunu oynanır. Bu çark böylece döner durur ve bu sistem, senelerdir böyle sürer gider. Bu yapı medyamızda da mevcuttur. Birçok yayın organının günün şartlarına göre nasıl döndüğünü gülümseyerek izliyorsunuzdur. Devlet büyükleri ile fotoğraf çektirmeler, zoraki de olsa, devlet büyükleri ile birlikte aynı karede resimlerinin çıkmasını sağlamak hepsi sevgiden, saygıdan değil menfaat eksenlidir. Ne zaman kral ölür işte o zaman yeni krala aynı senaryolar uygulanır.
Peki, sistem böyle olduğuna göre; Sivil Havacılığımızın otoritesi, sektörün patronları ve genel müdürleriyle rutin toplantılar yaptığında, kim kalkacak da, Örneğin; “bu sistem böyle yürümez, burada hatalar vardır, alt yapısız bir büyüme içersindeyiz, rötarların sebebini önce otoriteler kendinde aramalı” diyebilir? Eğer derse, devletin gücünü ve uyum sağladığı siyasi iktidarın yetkisini kullanan otorite bunu sistemin yürüyüşüne yönelik eleştiri mi, yoksa kendine yönelik bir başkaldırı olarak mı yorumlar? Ne dersiniz?
Cevabınız; “Baş kaldırma” ise, “Yandı gülüm keten helva”…
Devlet kurumunu yöneten yönetici de, sorun olmadığına göre bu işi çok iyi yürüttüğü izlenimine sahip olur ve yanlışının farkında olamaz. Bu kanıya nereden sahip olduğumu sorarsanız; sektördeki yöneticilerin otoriteye yapamadıkları eleştiriyi, özel sohbet anlarında, yani, özgürleştiklerinde ağızlarından fazlası ile aldığımı söyleyebilirim.
Biz Türkler; “önce sorun çıksın, sonra çözeriz” mantığı ile iş yaparken, yabancılar; çıkması olası sorunları önceden görüp önlemini aldıktan sonra iş yapıyor. Bunları yetkililere haykıracak bir kişi var mıdır?
Atatürk Havalimanının, çok önce yazdığım bir yazıda, artık doyum noktasına eriştiğini ve önlem alınmazsa, rötarların artacağını, apronda yer kalmayacağını, slotların farklı meydanlara yönlendirilmesinin şimdiden düşünülmesi gerektiğini söylediğimizde, kimse önemsemedi. Çünkü biz; sorun en üst seviyeye çıkmadan, çözüm arayışlarına girmeyen bir milletiz.
Hatırlarsınız, bir yazımda Sabiha Gökçen Havalimanının mükemmel yeni terminali olmasına karşın, artmakta olan hava trafiğine, gelecekte tek pistle ve iki high speed exit’le yanıt verebilmesinin mümkün olamayacağını belirterek, seyrüsefer yardımcı aletlerinin yetersizliğini ve alçalma seviyesinin hala CAT-1 olmasını eleştirmiştim. Birkaç sene önce yazdığım bu yazıdaki eksiklikler henüz yeni yapılmaya başlandı. THY’nin genel kurullarında (kayıtlarda mevcuttur) manavdan domates alır gibi uçak alıyorsunuz. Havacılık sektörü krizlerden en kolay etkilenir. Olası bir kriz durumunda bu kadar uçak risk olmaz mı? Soruma bir her krize hazırız siz merak etmeyin Sefa Bey denmiştir.
Bunların olacağı önceden bilinirken, ellerinde tuttukları Hindistan cevizinin içindeki tatlıyı bırakmamakta direnen, bir gün avcı tarafından tamamıyla yok edileceğini bile bile elini çıkartmayan yöneticilere ne demek gerekiyor? Şirketlerin ceplerinden ekstra giden yakıt paraları,şirketlerinin bu nedenle uğradığı rötarlar,yakıt kritiğine girme stresi taşıyan pilotlar nerdesiniz?. Bunların korkudan isim veremeyerek attıkları yorumları okuyor musunuz? İşte gerçekler orada yazıyor.
Peki, o zaman; sivil havacılığımızın eleştirilemediği, sorunlar ve çözümlerinde fikir birliğine varılamadığı yerde ne olur? Cevabı lütfen içinizden verin. Hatta yorum bile atmayın. Ben sizi duyabiliyorum.
Havacılığımız; dün olduğu gibi bugünde, siyasilerin ve kendilerini ona uygun şekle getirmiş devlet memurlarının iki dudağı arasında şekillenir ve sistem resmen kimsenin mutlu olamayacağı şekilde kilitlenir.
Aslına bakacak olursak; suçu, devlet adına görev yapan otorite dediğimiz yöneticilerde ve siyasi telkinlerle göreve getirilmiş yöneticilerde bulmuyorum. Her insan bazen en iyisini kendisinin bildiğini sanabilir. Her insan, övgü ve iltifatı sever. Alkışlanmak, önem verilmeyi istemek insana özgü özelliklerdir. Ancak, İnsanların yaradılışında var olan bu yapıyı kullanıp, onları kendi istekleri doğrultusunda yanlışa götürmek için sahte övgü ve iltifat yağdıran insanlarla, gerçekten yapıcı bir tarzda doğruları söyleyerek eleştiren insanları o yönetici ayırt edemiyorsa kendi sonunu hazırlar.
Dolayısıyla istemeden de olsa Kendini ve kurumunu kullandırırlar ve süresi dolup görevini terk ettiğinde, kimse aramaz, sormaz, bir köşede yalnızlığa itilirler. Bir şekilde kendi elleriyle hazırladıkları hazin sonu yaşarlar.
Bunun yanı sıra, BAZI patronlarda(!) yerini hazmedemeyen insanlarda görülen “Ben neymişim be abi” sendromu etkisi gözlenmektedir. Bu sendroma tutulan kişiler; kurumsal çalışma yapamadıkları gibi, çalışanına da saygı duyamaz ve başarısızlığının nedenlerini düşüneceğine genellikle dengesiz tavırlar sergileyerek kendisinin eksikliğini etrafa sataşarak gidermeye çalışır. İşte herhangi bir şirkette bu uyarılar alınıyorsa, şunu bilin ki bu uyarılar, o şirketin ve kişinin bitişine çeyrek kaldığının işaretleridir(!).
Sonuç olarak; Yönetilenler, yönetenlerle birlikte, sorunlarını ortaya koyup özgürce ve samimi ortamlarda konuşamadıkça, bu çıkarcı sistem çerçevesinde havanda su dövülmeye devam edilir. Ne rötarlar biter, ne de uçuş emniyeti ve güvenirliliği sağlanır.
Bu nedenle, sergilediğim eleştirilerimin, hiçbir siyasi görüşe veya kişisel duygularıma göre şekillenmediğini, sektörün mutfağındaki asıl işi yapanlardan aldığım bilgiler doğrultusunda değerlendirildiğinin altını çizmekte yarar görüyorum.
Maymunun düştüğü tuzağa düşmeyeceğimiz günler dilerim.
10 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
Sefa Bey THY Teknikte 2017 1 ocak itibari ile uygulanacak genelge ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyor musunuz ? Sendika’ya sorduğumuzda mahkemeye vereceğini söylemekte bu sendikanın kendi imzaladığı genelgeyi mahkeme kararı ile iptal olabilir mi ? Bu konuda sesimize ses olmamızı bekleyen yüzlerce arkadaş var.
Sefa hocam selamlar,
Hocam yazilarinizi yillardir takip ederim, fakat bir eleştirim olacak sadık okuyucularinizdan biri olarak. Hocam, sitenizde köşe yazılarınızı görebileceğimiz sade bir bölüm yok. Sefa Inan ismine tikladigimizda, sizin girdiginiz haberler de görülüyor listede. Bence bu olmamalı. Kose yazilarinizi, gundelik haberlerle bir tutmamak lazım. Ayrıca gecmis haberlere ulaşabilmek de kolay olmali, oldukca zor. Arama kelimesi girmek dışında. Mobil versiyon da kullanici dostu degil, yalnızca gozuken haberleri okuyorsunuz, baska şans yok ne yazik ki. Ayrica artik duzenli yazmiyor musunuz? Bazen 2 haftada bir bazen 5 gunde bir, keske duzenli gun ya da gunleriniz olsa eski gunlerdeki gibi, ve de yorumlara begeni ya da begenmeme butonu gelse iyi olur. Aklima gelenler bunlar. Saygilarimla,
Sevgili okurum:) Çok haklısınız. Eskiden haftada bir yazı yazardım kenara çekilirdim şimdi ise özel haberler dahil haftada bir kaç yazı yazmamın yanı sıra haber kovalamaktayım. İş yüküm arttı diyebilirim. Ayrıca bazen köşe yazısı yerine özel haber yazıyorum. Çünkü herhangi bir olayı anında sıcağı sıcağına değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Köşe yazısı haftada bir olduğundan yazacağım konu soğuyor. Bu seferde haftanın en önemli konusunu özel haber yapınca köşe yazısı ortada kalıyor.Ancak yinede hafta arasıda olsa yazmaya çalışıyorum. Diğer eksiklikleri webmaster arkadaşa ilettim yapmaya çalışacak. Eleştiriler için çok teşekkürler.
Hocam siz de haklısınız. Kaale alıp da yoruma cevap vermeniz bile yeter.. Eksik olmayın, yazilarinizi ozellikle ozlememizin sebebi havacılık için şu sıkıntılı dönemde araştırmacı, analiz eden bir yapiya sahip olusunuz nedeniyle, havacilik sektoru çalışanlarına sizlerin tecrübesi, fikri,ongorusuyle birlikte onemli yazilar kaleme alacağınızı dusunmemdendir. Saygılarımla
Sefa bey,
Bırakın kurumsal hafızayı normal hafıza bile yok imza atanlarda. Bırakın uyarmayın, uyarmayın ki yaşayarak öğrensinler….
Sefa Bey diğer yazılan haberlerde geçmişteki olayı bilmemekle beraber israil ile uydu krizi nin sebebi Fransada ki thales firmasıylaydı.harita da aynı şekilde olmuş olabilir.saygılar.
Haritayı Panasonic farklı firmaya yaptırmış olabilir. Fransa-İsrail konusu ilgili haber https://www.airlinehaber.com/israil-ile-fransa-birbirine-girdi-air-france-deki-harita-krizi/ Haberimizde var.
ah Sefa beyciğim ah başımıza ne geldiyse hep bu yalakalıktan geldi. medya ne yapsın adamlar çapsız. Onlarda ekmek parası için bugün kötü dediğine yarın iyi deyiveriyor. Kimse havacılığın iyiye gitmesi için uğraşmıyor. Hepsi cebi doldurmaya çalışıyor. Siz duruşunuzu kaybetmeyin yeter.
Biz o tuzağa çoktan düştük. Bundan sonra sizin dönemlerinize dönüş yok.Ver kırbacı çalıssınlar.Yöneticilere baksanıza. Yol iz bilmeyen bir dolu embesil
Teşekkürler Sefa Bey. Çok farklı bir örnekle iş ve işçi sorunlarına dokunmuşunuz. Ayrıca panasonicin Türkiye haritasındaki o bölünmeyi hatırlar gibiyim.