Değerli okurlarım… Merhaba… Yeni bir konu ve yeni bir olguda sizlerle birlikte olmak, sizlere ışık tutacak, farklı düşünmeye yelken açacak bir meselede paylaşımda bulunmak üzere merhaba…
Bugün, son günlerde dikkatimi çeken çok güzel bir sosyal medya paylaşımından sizlere bahsetmek istiyorum … Geçenlerde ‘Z Kuşağının Cevabı’ başlıklı bir sosyal medya paylaşımı okudum. O kadar hoşuma gitti ki bu konuya değinmeden edemeyeceğim doğrusu….
Okuduğum bu yazıda benim çok sevdiğim ‘Z’ Kuşağını temsil eden 21 yaşında üniversite öğrencimiz o kadar güzel tespitlerde bulunmuş ki gençliğin nereye gitmekte olduğundan başlamış, eğitimden, ülkenin şartlarından, sosyal durumdan, film konularından yol alarak tüm kuşaklara masal olmaması gereken bir demeçle bitirmiş… Yazdıklarını okuduğumda 21 yaşındaki bir gencin bu kadar önemli tespitlerde bulunuyor olması ile gurur duymadım desem yalan olur!
Şimdi haydi gelin bu gencimizin önemli kritikleri düşünebileceğimiz önemli cümlelerinden alıntılara:
‘Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak iyiye ayırdınız!
Gençlerin nereye gittiğinden çok yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?
Ülkenin başını belaya sokan olayların baş aktörleri genelde gençler mi? Yoksa yetişkinler mi?
Sanatçı kimliğiyle her türlü olumsuz örneği sergileyenler ergen mi?
İnancıma küfür edenler kaç yaşında?
Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filimde olumsuz temaları işleyenler kaç doğumlu?
Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve ‘Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!’ gibi klişe sloganlardan vazgeçin. Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz uyanıp yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bizlere ihale ediyorsunuz? Çarpık ilişkiler ile dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz… Kan damlayan, şiddet kusan rezil senaryoları siz yazdırıyorsunuz… Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizlersiniz… Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren yine sizlersiniz… Siz, futbol maçlarında kavga edenleri el üstünde tutup, okulda kavga edenleri disipline gönderenlersiniz… Her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz… Size bir şey söyleyeyim mi? Yeni nesil pırıl pırıl… Hiçbir sıkıntı yok… Asıl sıkıntı, yeni nesle eski kaliteli nesilleri unutturan yetişkinlerde… Son iki yılda kaç tane gerçek Türk filmi çekilmiş ve geçmişi anlatıyor? Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış? Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki! ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz da yok! Kusura bakmayın.’ şeklinde kaleme alınmış bir yazıdan bahsetmekteyim. Belki bu demece rastlayanlarınız olmuştur ama ilk defa burada okuyanların da yaratacağı sinerji ile ben şimdi sadece bu gence değil tüm gençlere havacılık perspektifinden seslenmek istiyorum:
Biz havacılar şunu biliriz. ‘Havacılık kuralları kanla yazılmıştır.’ Dolayısı ile havacılıkta kurallar nettir, güncellenir ve zaman içerisinde geliştirilir. Bu nedenledir ki kurallara bağlı kalmak son derece önemlidir. İster hosteslik ister hostluk mülakatlarında gerekli olan boy standardı konusunda olsun, gerek ekip kaynak yönetimi yetkinliğine sahipliğinizin ölçümlendiği ‘HTA’ denilen psikolojik testler olsun, gerekse kişilik özelliklerinizin analizi olsun hiç fark etmez; mühim olan bir kural vardır ve o kurala uyulmadıkça havacılık aksiyonlarında ve süreçlerinde aksaklık yani kanama doğacaktır. Bu konu direk uçağınızda taşıyacağınız yolcuya aksedeceğinden ve insan hayatı söz konusu olacağından son derece önemlidir. Bakın bugün Nepal’de düşen uçakta kaç kişi kayıp olmuştur…
Başarı ise kansız gelen bir olgu ile süslenmelidir. Dolayısı ile bu noktada gerek yazımın başında sizlere arz ettiğim 21 yaşındaki gencimizin tespitleri olsun gerekse havacılık mülakatlarında son zamanlarda sosyal medyada bulunan serzenişler olsun yetişkinlere bir demeç vermek gerek….
Ne mi? Biz yetişkinler olarak gençlere kurallarla yaşamayı öğretmediğimiz müddetçe, kendilerimizin gençliğinde çektiği aşırı baskılı ve kurallı büyümenin acısını çıkartırcasına onlara serbest ve özgürlük zannettiğimiz kuralsızlığı aşıladığımız müddetçe ne yazık ki gençlerin kafa karışıklığına ve aslında bizlere ego olarak görünen ve bizi rahatsız eden davranışlarının önüne geçmemize hiç fırsat olmayacaktır. Bugün, yaşamın her alanı kurallarla bezenmiştir. Markete gittiğinizde en başta gelen kural aldığınız bir ürünün ücretini ödeme kuralıdır.
Gençlik tazelik ve içinde bir sürü işlenmeye müsait hücresi olan olağan üstü performansta beyin demektir. 21 yaşında, taptaze bir beyine geçmişte yaşananları, neden kurallara bağlı kalmak gerektiğini anlatmadığımız müddetçe ve onlara tarihsel verileri yönetmeyi öğretmediğimiz müddetçe onların sadece Google amcaları ile olan aşkına mani olmak mümkün olamayacaktır. Ben bazen derslerde bir olgudan bahsederken şunu anlıyorum ki aslında bizlere ters gelen gençlik hareketlerinin başı, gelişmesi ve sonuç sürecinde aslında onlar neyin bize ters geldiğini dahi bilmiyorlar…. Şaşırıyorlar. Bilmedikleri bir olguda toplumu gençlik ve yetişkinlik dönemi olarak ikiye ayırmak ne derece doğru bir aksiyon düşünmenizi isterim! Mesela dün iki mezun öğrencime iş buldum ve bana sordukları ilk soru işin mahiyeti, kalitesi, kariyer planları ile ilgili uyumu veya yol süresi değil verilecek maaşa ile ilgiliydi… Bunun da sebebi onlara içinde yaşamakta olduğumuz dünyada her şeyin para ile bağlantılı olduğu aşısının çok da güzel bir şekilde verilmiş olmasıydı…
Biz neden kuşakları konuşuyoruz ki… Bizim zamanımızda ebeveynlerimizin yanında bacak bacak üstüne atmak bile ayıpken, Türk kahvesi içmek doğru değilken bizler şimdi gençlerimizin sosyal medyada yaptıkları yayınlarda bize çok ters gelen görüntülerini paylaşmalarına neden kızıyoruz? Acaba siz bir Türk kahvesi bile içemezken, onların bu rahatlığını hızlıca kanıksıyor musunuz? Kanıksamıyor musunuz? Bizim yapamadıklarımızı yapma özgürlükleri olduklarından içten içe onları eleştirmemiz mi gerekiyor? Yoksa gurur duymamız mı? Ya da ‘kuşak çatışması işte’ diyerek her olayı, durumu, gelişmeyi kabullenip boş vermemiz mi gerekiyor?
Sizler bu soruları düşüne durum bence en önemli hassas nokta şurada:
Sizlerin çoğu da ‘Z’ kuşağının anne ve babaları olarak ‘Y’ kuşağı olduğunuz için belki de sizler de aradaki geçiş sürecini tam olarak kavrayamayanlardansınız…
Oysa ki gençlerin her düşüncesi, her aksiyonu, her isteği, her çektiği onların içine doğduğu gelişen ve değişen dünyanın şartlarına uyum çerçevesinde gelişiyor… Bizim zamanımız geçti evet doğru, şartlar da değişti ama değişmeyen tek şey dünya hali…
Dünya!
Yani alt zemin değişmediği müddetçe her olguda olduğu gibi güncelleşmeyi geçmişteki tarihsel veriler ile sıvamadığınız müddetçe bütünleşme de mümkün olamayacaktır. Krizler yönetilemeyecektir. Hatalı demeçler verilecektir.
Basit bir SWOT analizinde bile güçlü yanlarımız, zayıf yanlarımız, fırsat ve tehditlerimizi konuşabiliyorken, tarihsel veriler ışığında toplantılarda olumsuz ihtimalleri kritik yapabiliyorken stratejilerimizi belirlerken geleceği ön görmeye çalışıyorken, gençlerimizi niye SWOT mantığı ile kucaklayamıyoruz biliyor musunuz?
Siz düşüne durun; bu arada ben fikrimi söyleyeyim: kimse alınmasın gücenmesin, bizim zamanımızda yaşlı öğretmenler kıymetliydi. Bu cümlemden genç öğretmenler kıymetsizdi algısı doğmasın… Yeni öğretmenler, yeni işe başlayanlar en tecrübeli şef öğretmenin yanında sınıfta derslere girer 6 ay takip eder veya staj yapar sonra yavaş yavaş eğitilirdi… Tecrübeli yaşını almış hocalar ders esnasında anılarını ve yaşadıklarını örnekleme yaparak eğitim verirlerdi… Belki kitaplar konular değişmezdi ama şef öğretmen pozisyonunda yaşını başını almış olan eğitmenlerin tecrübe aktarımı çok uzun sürerdi… İşte bu uzunluk bugünlerde serzenişte bulunan ‘Z’ kuşağının aklındaki soru işaretlerini bertaraf edecek bir uzunlukta olurdu… Sakın zannetmeyin ki ortada bu yazımdaki gencimizin belirttiği gibi toplum ikiye ayrılmış! Yok öyle bir ayrım… Sizlere ayrım gibi görünen tek şey veya hata var o da tecrübeli insanlar ile tecrübesi sıfır olan insanların zaman zaman aynı pozisyonlarda, zaman zamansa liyakata uygunsuz görevlendirmelerinden kaynaklı hatalı uygulamalar aslında…
Bizim zamanımızda da annelerimiz babalarımız ‘bizim zamanımızda şu olmazdı bu olmazdı sakız çiğnemek ayıptı falan gibi demeçlerde bulunurlardı. Onların demeçleri de bize ters gelmekteydi ama dinlerdik ve yargılanmadan terbiye edilir ve zamansal gelişmelere dayalı kuşak farkını yönetmeyi bilirdik çünkü bizler eğitilirken saygı nedir? Sevgi nedir? Merhamet nedir? Maneviyat nedir? Maddiyat nedir? Doğru nedir? Yanlış nedir? Yol ikiye ayrılarak öğretilirdi…
Şimdilerdeki en büyük sıkıntı ne biliyor musunuz?
‘Yaşayarak öğrensin’ mantığında… Bırakın yaşasın, acı çeksin hayatı anlasın…. Peki öyle olsun…
Ancak unutmayınız ki bu evlatlar yani acı çekecek olanlar sizin kanınız canınız ve ülkemizin de cevherleri… Geleceği… Onları düşüncelerinde serbest bırakırsak, sahiplenmezsek, onları sadece genç hocalara emanet edersek ne olur biliyor musunuz? Sizler yaşlandığınızda onların yaşlılık ile empatisi mümkün olamayacağından muhtemelen kendinizi kimsesiz bir şekilde bir huzur evinde bulma olasılığınız çok fazla olacaktır… Bugün ebeveynlerinizden birini kayıp ettiğinizde (Allah rahmet eylesin) hayata dair bir soruyu dahi soramayacak olmanın kayıp duygusu ile başa çıkamayan insan oğlunun gelecekteki belirsizlik ile başa çıkması nasıl mümkün olabilecek?
Yani başka bir deyişle mesele bir ‘Z’ meselesidir gerçekten de…. ‘Z’ Kuşağının suçu alfabenin en son harfini temsil etmelerinde mi? Belki evet belki hayır ama asıl mesele bence tüm olguları zamanın içine hapsederek standart yargılarda bulunmakta… Örneğin host ve hosteslik imtihanlarında boy 1.60 cm veya 1.58 cm! Ne fark eder?
Çok şey fark eder… Ben, 1991 senesinde boyum 1.60 cm olduğu halde (ben öyle sanmışım) 1.57 cm ölçüm yapılan mülakatta elendiğimde çok üzülmüş büyük hayal kırıklığı yaşamış ve çok sinirlenmiştim. 3 cm ne fark eder? Değil mi? Bir de sabah erken git aç karnına git 2 cm ölçümde fark ediyor denildiğinden öyle yapmadığım için kendime kızmıştım… Yıllar içinde uçak yolculuğum esnasında boyum üst dolaplara yetişmediği zamanlarda bu kuralın ne kadar doğru bir kural olduğunu hostese seslenip üst dolaptan çantamı verir misiniz? Dediğimde çok iyi kavramış oldum ve beni eleyen ekibe teşekkür edesim geldi çünkü yolcunun karşısında rezil olmakta varmış… Sağlık şartlarına gelince her tür hava koşulunda her hava limanına iniyorsunuz ve uçak kapısını açıyorsunuz… Kapıyı açtığınızda üzerinize gelen rüzgar! Hiç düşündünüz mü? Adeta zatüre bile olmamanız mümkün değil… bu ve benzeri sebeplerle aslında sadece havacılık sektöründe değil her sektörde kuralları gençlere öğretmek, yaşanan tarihsel verilerden bahsetmek ve tecrübeli yaşını başını almış hocalarımızın tecrübeleri ışığında eğitilmelerine de olanak vermek gerek… Belki de bu açıklamaları mülakat öncesinde sebepleri ile sunmak gerek…
Yani, olayı bir ‘Z’ meselesi olmaktan çıkartmak gerek! Meseleyi ‘XYZ’ olgusunun bütünleştirilmesine değerlendirmek ve çözümlemek gerek! Aksi halde sürdürülebilirlik olgusundan bahsetmemek gerek! Peki bu nasıl olacak? İşte onunda formülü bende ama hadi size bir tiyo verelim
Hani tersine mühendislik olgusu var ya… İşte tam da uygulamamız gereken aksiyon belki de bu ama kesinlikle yenilerle değil tecrübeliler ile yola çıkmak gerek….
Kalın sağlıcakla… Sürçü lisan ettiysek af ola… (Bakın bu sefer doğru yazdım)
Başka bir konu ve başka bir olguda buluşmak üzere umutla kalınız…
Güzel okumalar…. Güzel ve sağlıklı yarınlar… Hoşça kalınız…
PhDC. Zülal GÜNAL (Kişisel gelişim, davranış, havacılık ve işletme yönetim eğitmeni, mentor, koç)