” Gidin bana bu yeryüzü üzerinde öyle güzel bir yer bulun ki, bütün kralların gözü kalsın, kimse gözünü bu yerden ayıramasın. Gidin bana yeryüzünün cennetini bulun…” Bergama Kralı II.Attalos’un emriyle 2000 bin yıl önce yola çıkan atlılar, aylarca süren arayıştan sonra Antalya’nın muhteşem doğasıyla karşılaşır, krallarına giderek aradığı cenneti bulduklarını söylerler. Kral bizzat görmeye gelir, yeryüzünün cenneti olduğunu düşündüğü bu yere, adını vereceği bir şehir kurulmasını emreder. ‘Attalos Yurdu’ anlamına gelen ‘Attaleia’ şimdiki Antalya, benim de cennetim oldu. Yirmili yaşlarımın başında buraya taşındığımızda, havacılıkla ilgili ne bir bilgi ne de bir hayal vardı aklımda. Bir uçağı yakından bile görmemiştim.
İlk işe girdiğim şirket, havalimanına yakın bir yerdeydi. Üzerimizden geçen uçaklar olurdu. Uçaklarla en yakın ilk göz temasım o zaman olmuştu. Her geçişlerinde kulakları sağır eden sesine herkes alışmıştı. Ben bahsedene kadar duymadıklarını söyleyen bile olurdu. Çay molalarında bahçeye çıkar, uzaktan gelen uçak sesiyle herkesin başı birkaç saniyeliğine yukarı kalkar, eğlenceli bir şekilde üzerimizden geçen uçağın hangi şirket olduğu tahmin edilmeye çalışılırdı. Uçağın tipini söyleyen bile olurdu ki uçakların tipi olduğunu ilk orada duymuştum. Anlatılanları dinlerken hiçbir fikrimin olmadığı bu koca metal kuşun ardından gözden kayboluncaya kadar bakar, ihtişamına hayran olurdum. Eve dönüş yolunda havalimanının yakınından geçerken, onlarca uçağın karanlıkta parlayan kuyruklarına gözüm takılır, kiminin park yerine gidişi esnasındaki manevraları, köpek balıklarının heybetli yüzüşünü anımsatırdı.
Gün gelecek bahçesinde sohbet ettiğimiz şirketin üzerinden yıllarca geçip duracağım, hatta her geçişimde eski iş arkadaşlarımın ”Bu uçakta Arzu olabilir…” diye tahminde bulunmuş olabileceklerini düşünüp, kendi kendime gülümseyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama gün geldi aklımdan geçmeyenler, aklımdan çıkmayan muhteşem anılara dönüştüler. Bu şehir beni sevdi, beni hayallerimin ötesindeki hayallerle buluşturdu. Yeryüzünde var olan ne çok yer gördü gözlerim ama bu şehrin eşsizliğini hiçbir yerde görmedim. Belki de havacılığa benzeyen ruhuydu sevdiğim. Fırtınalı bir havada kalkış yaparsınız. Uçak çılgınca sallanır, şimşek ışıkları kabini dans pistine çevirir, yağmur damlaları tepemizde tempo tutarken, bulutların arasından başınızı bir çıkartırsınız sanki bambaşka bir evrene ışınlanmış, keyifle süzülüyorsunuzdur. Antalya’nın ruhu da böyledir. Muson yağmuru gibi yağan yağmurdan beş dakika sonra size tepeden bakan güneşle aydınlanır, montunuzu çıkartıp, tişörtle sokaklarda yol alırsınız. Üstüne, özür niyetine sokaklara yayılan turunç kokusuyla mest olursunuz.
Havada geçen yirmi yılda, şehrin her ayrıntısını dört mevsim, gece gündüz izledim. Birlikte büyüdük sayılır. Günbegün değişti. Bir uçuşta gözüme takılan, diğerinde görünmez oldu kalabalıktan. Yeşil, beyaza döndü. Saçlarım gibi kırlaştı çehresi ama hala güzel seyretmesi. Özellikle deniz üzeri inişlerde, uçağın yana yatarken sanki kanadı suya değecekmiş gibi hissettirip, neredeyse balıklarla bakışacak kadar yakınlaşması heyecana heyecan katar. Gece falezlerden denize yansıyan ışıklar, cennetin kapısından hoş geldiniz diyerek sizi karşılar.
Efsaneleri seven ruhumu besler. Tanrıların derin uykuda olduğu söylenen dağlarına her baktığınızda ayrı bir his kaplar içinizi. Üzerinden kuşlar gibi usulca süzülen uçakların dağlara bıraktığı izleri, hayal gücünüze güç katar. İlham arıyorsanız, Roma İmparatoru Hadrianus’un adına yapılmış kale kapısından içeri adımınızı atmalısınız. İmparatorların gezdiği masalsı sokakların içinden yat limanına baktığınızda, ilham perilerini yanı başınızda hissedersiniz. Dört mevsimi bir arada yaşatan ruhunun güzelliğine hatta çılgınlığına alıştınız mı başka bir yerde var olmak istemez bedeniniz. Havacılık gibi içime işledi bu şehir. Apronun tozunu bir kez alan her bedenin yaşadığı gibi ne senden ne de uçaklardan ayrı kaldı bedenim. Hayat, her ayrıldığımızda bizi yeniden bir araya getirdi, ruhuma çizeceği yeni izlerin peşinden bambaşka yerlere götürdü.
Atatürk’ün de dediği gibi dünyanın en güzel yerisin Antalya.
Binlerce yıl önceki atlılar gibi yolumuzu düşüren hayata minnettarım. Ben gibi yolu her düşenin, yeryüzündeki cenneti ol…
70’li Yıllarda, hızlı betonlaşma öncesinde Antaiya gerçekten çok güzeldi. Bana o günleri hatırlattı bu yazı. Kalkışta da alçalmada da hayranlıkla izlerdim. Kaleminize sağlık.
Hayal aleminde yaşamak güzeldir. Atamız yaşasaydı Antalya bu hale gelmezdi. Dünya cennetlerinden sadece birisi idi. O da 60’lı yıllarda. Falezlerin denizle buluştuğu bir yerdi. Yine de “yeryüzünün tek cenneti” değil,OLAMAZ DA! Konu abartılmış.
Antalya yeryüzü cennetlerinden biriydi. Geçti! Genetiği ile oynanmış hormonlu gıda maddesi gibi. Dallas’vari bir görüntü ile artık cennet denemez. Çok iddialı olmuş yazı.
Tüm mitolojilerin, inançların, dinlerin, ideolojilerin hedefi yeryüzü cennetidir. Hindistan, İsviçre, İtalya, Norveç, Yunanistan, Hırvatistan ve Türkiye’de pek çok nokta yeryüzü cennetidir. Kişilere, toplumlara göre değişkenlik gösterir. Mesela antik kentleriyle ünlü Muğla. Muğla’da, Bodrum, Marmaris, Fethiye, Datça, Milas, Ortaca ve Ula. Kimilerine göre Karadeniz sahilleri. Kimilerine göre Yedigöller. Antalya deyip noktalamak son derece iddialı. Derseniz ki; dünyanın en güzel cennetlerinden biri, o olur. Kaldı ki Bergama Kralı II.Attalos’dan bu yana, dikine yapılaşması ile Antalya Manhattan’a döndü.Bu kadar iddialı bir yazı gerçekçi değil!