featured

Kendin çal kendin oyna..

Yazılarımı izleyen okuyucularım, genelde farklı konulara değinerek bu değişik konularda  somut yorumlar yapmaya çaba gösterdiğimi bilirler. Ancak, 3 haftadır ağırlıklı olarak sendikal konuları içeren yazılar yazmam, bazılarınızın sıkılmasına neden olmuş olabilir.
Benim de bir zamanlar mensubu bulunduğum THY’nin çalışanlarını; sendikal konulardaki sorunları karşısında yanlız bırakmamak, bu işlerle önceden uğraşmış biri olarak, onları bilgilendirmek ve deneyimlerimi hizmetlerine sunmaktan başka bir amaç taşımayan bu girişimim, normal görülmeli diye düşünüyorum. Bu nedenle, diğer  güncel konularda yazı bekleyen okurlarımdan özür diliyorum.
Köşe yazılarımda ve TV’mizde yaptığım programlarda; sendika yönetimine talip olan adaylardan daha çok, varolan sistemin bozukluğundan kaynaklanan yönetim eksikliklerini dile getirmeye çalıştım ve sendikacılık gibi çok önemli ve ulvi (yüce) değerler içeren bir kurumun, nasıl geçim kaynağı aracına dönüş(türül)erek her geçen gün ideallerinden koparak uzaklaştığını ve tamamen çürümeye yüz tuttuğunu anlatmaya çalıştım.
Bu konuyu irdelerken, aslında sendikacılığımızın bu duruma gelmesine neden olan ağır anti-demokratik uygulamaların yanında, en büyük sorumluluğun, yine o kurumların üyelerinin adam sendeciliği ve kurumlarını daha yakından denetlememelerinin de payı olduğunun altını çizdim.
Evet; Hava-İş Sendikasının olağan genel kuruluna adım, adım yaklaşırken, genel kurullarda delege savaşlarının yaşandığı arenalara bir göz atmakta yarar var.
İdealist ve üyelerinin çıkarını gözeten demokrat bir sendika yönetimi, tüm üyelerin eksiksiz olarak katılımını sağlamakla ve güven ortamında oy kullanmasını sağlamakla görevlidir. Hal böyleyken, geçen hafta THY Yer İşletme Bölümünde delege seçimlerinde yaşananlar; kimine göre taktik, kimine göre ahlaksızlık olarak değerlendirildi. Bakalım bu yaşananları sizler nasıl yorumlayacaksınız.
Olağan Genel Kurul ve delege seçimlerinin nerelerde ve hangi gün yapılacağını sendika yönetimi belirler. Bu belirlemede esas alınan, sendika yönetiminin kendilerince en güçlü oldukları bölümlerin delege seçim tarihlerini, ilk günlere alarak, kendilerince beklenen lehte sonucun, diğer seçim yapılmayan bölümlerde duyulmasına yöneliktir. Yani bakın biz kazanmaya başladık yine bizi tercih ediyorlar görüntüsü verilmeye çalışılır. Bu bence bir taktik olup, ahlaksızlıkla ilgisi yoktur.
Hatta vardiyalı iş yerlerinde seçim günü belirlenirken; en çok 07-15 ve 15-23 vardiyası oy kullanacağından o vardiyalardaki çalışanların içlerinden delege isimleri, ilgili seçim listelerine konularak oy verenlerin kendi arkadaşlarını listede görerek sempati ile oraya yönlenmeleri sağlanır. Buda legal bir taktik olarak değerlendirilebilinir.
Ancak; iddialı olamayacakları düşüncesiyle bir departmana (Yer İşletme) yönelik üyelerin tümünün oy kullanmasını engellemeye çalışmak, o departmandaki üyelerin oy verebilmesi için gerekli ortamı ve kolaylığı sağlamamaya yönelik davranışlarda bulunmanın adı, taktik değil ahlaksızlık olur. Ancak, THY Yer İşletme personeli, sandık başında yapılan tüm oyunlara karşılık demokrasi dersi vererek oyunu bozmuştur.
Sendikalar demokratik kurumlar ise, yöneticileri de demokrat olmak zorundadırlar. Demokrasi, işine gelindiği zaman içi doldurulan, işine gelinmediğinde içi boşaltılan bir rejim değildir. Ya demokratsındır, ya da değilsindir, bu kadar basit. Ve bu yapılanların demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Sendika yönetimi görüldüğü üzere,  “kendin çal kendin oyna” şeklinde seçim yaparak iktidarda kalmak istemektedir.

Değerli okurlarım;

Kasım 1989 tarihindeki 19.Genel Kurulda seçilen ve 20 yıldır yönetimde olan şimdiki başkanın dönemi, bence daha seçim sonuçlanmadan gönüllerde bitmiştir. Sendika yönetimini kazanmakla, sendikacılık yapmak aynı şey değildir.  Hakkında bu kadar spekülatif konuşmaların yapıldığı bir başkan artık fazlasıyla kaldığı koltuğundan inmeli ve yeni idealist insanlara yol vermelidir.
Şimdiye kadar yapılan delege seçimlerini irdelediğimizde; Teknik A.Ş’deki sonucun son derece dikkatle izlenmesi gerektiği düşüncesindeyim. Özellikle sendika yönetiminin en güçlü yeri olarak bilinen teknik bölüm, her nedense verdiği desteğin tersine, sendika yönetimlerince senelerdir kösteklenmiştir.
Örneğin; tüm THY personelinin bildiği ve teknik dışında kandırıldığı, lisanslı teknisyenlerin vergi muafiyeti haklarının kazanılması davası konusunda, ilk başlarda sendika yönetimi ve avukatları, hiçbir destek olmamış aksine bu davayı açarak başlatan UTED üyelerine; derneklerinin ve başkanlarının yalan söylediğini, olmayacak duaya âmin dediklerini söyleyerek bu davanın kazanılamayacağını NET olarak belirtmişlerdir. Sonra da bu inanmadıkları dava lehte sonuçlanınca, önce davayı açarak kazanımı sağlayan kişiyi işverenle beraber devre dışı bıraktıktan sonra, inanmadıkları davayı sahiplenerek sendikanın resmi maaşlı avukatı varken özel anlaşmalı avukatlarıyla bu davaları takip etmiş ve teknik personelden bayağıda nemalanmışlardır.
Daha sonra da bu hiç inanmadıkları davayı tüm personel kazanır diyerek, hem memur ve işçi kesimini kandırmış, vekâlet ücretlerini yine aynı sistem içinde özel anlaşmalı avukatlarına verdirterek THY’nin binlerce personeline dava açtırmış, sonrada davaların hepsini kaybetmişlerdir.
Burada asıl neden ya tutarsa mantığı doğrultusunda şekillenmiş, tüm personele dava açılarak davalar kazanılırsa alınacak avukatlık ücretlerini almak, kazanılamazsa Maliye bakanlığının dikkatini çekerek ilgili kanunda teknisyen ve mühendislerin aleyhine değişikliğe gidilmesine çanak tutmak amacı güdülmüştü. Sonuçta;  bunda da maalesef başarılı olmuşlar ve teknik personeli devre dışında bırakan kanun çıkmıştır.
Burada sorulması gereken konu;
Maliye’nin dikkatini çekerek teknisyenlerin ve mühendislerin tümünün aleyhine kanun değişikliğine neden olan mevcut sendika yönetimi nasıl ve kimden oy almıştır.   ÇOK İLGİNÇ…
Haklarını arayan uçak teknisyenlerine karşı; “Siz astronot musunuz?” haddinizi bilin anlamına gelen sözcüklerle hitap eden bir yönetim, nasıl oy alabilir? ÇOK İLGİNÇ…
Ayrıca; THY’den haksız çıkartılan ve kendi üyesi olan yüzlerce personeline sahip çıkıp onları ücretsiz savunacağına, yine dışarıdan anlaşmalı oldukları bir avukata geriye dönüş davalarını kazanmak adına %10 ve üstü rakamla dava açılmasını hangi etik kurallarla bağdaştırabilirsiniz.  İLGİNÇ(!)) Piyasa avukatı olarak bu %10 normal belki kabul edilebilir. Ancak paket olarak 300 kişi ve bu kişiler atılmış insanlardan oluşuyorsa burada “pes yani” denmesi sanırım normal olur.
İşten çıkartılmış yüzlerce üyesinin işverenden alacağı tazminattan %10 pay istemek sendika yönetimine yakışır mı siz karar verin.(ortalama kişi basına alınacak tazminat 50.000TL olsa %10 u 5000TL yapar. 2006 yılında 300 kişi dava açtığı düşünüldüğünde 1.500.000TL sendika tarafından mı yoksa avukat tarafından mı tahsil edilmiştir.  Araştırın.
Yine benimde konuk olarak bulunduğum TALTA’nın genel kurulunda; “Bu davayı kazanamazsınız. Kazanırsanız hangarın ortasında bu davayı kazananın elini sıkarım” ifadesi, Talta’nın genel kurul DVD kayıtlarında vardır. Ülkemizde verilen sözü tutmayan için söylenmiş manidar bir sözcük vardır. ”Tükürdüğünü yalamak” sözcüğü, sanırım iddialı konuşup sonunda kaybettiğinde verdiği sözü tutmayanlar için söylenmiştir.
Sonuç olarak; 
İşverenin özellikle Teknik A.Ş’ye ve sorunlarına dikkatle yaklaşması gerekiyor. Çünkü Teknikteki delege seçimlerinde sayısal fark hiç bu kadar fazla olmamıştı.( 1995’te sendika yönetimin en güçlü olduğu senelerde bile muhalefet listesi ile iktidar arasında 24 fark vardı) Bu olsa, olsa tepki oyu olabilir. İncelenmesi ve irdelenmesi gerekir diye düşünüyorum.

İyi haftalar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir