Sektörümüz ve sorunlarına yönelik yazılarımı sürdürüyorum ve bu yazımda; ülkemizdeki genel sendikacılık yapısı ve sorunlarına girmeden, sektörün tek sendikası ve tek sendikalı şirketi, Hava-İş ve THY arasındaki sorunlara yer vermek istiyorum.
Türk sivil havacılığının en büyük şirketi olan THY çalışanlarını temsil eden Hava-İş Sendikası’nın her geçen gün kan kaybetmesinin nedenlerini; sadece anti demokratik yasalarımıza ve THY’nin siyasi iktidar destekli yönetiminin gücüne bağlamayarak, sorunun örgüt ve üye bağlantısına değinmek istiyorum.
THY genel müdürlüğünü yürüttükten sonra, yönetim kurulu başkanlığı görevinde de bulunan Cem Kozlu, sendikacılıkla ilgili bir sohbet anımızda bana; Japonya’da işçiler eylem yaparken, başlarına siyah bir bant taktıklarını ve sorunları çözülene dek bu bantla mesai yaptıklarından söz etmişti.
Bu siyah bantla, hoşnutsuzluklarını ve isteklerini belli eden Japon işçilerinin bu eylem tarzı, beni etkilemiş ve “bizim sendikalar, bu eylem biçimini niye uygulamazlar” diye düşündürmüştür. Japonlar başlarına takıyorsa örneğin sende bu süreçte çalışanların koluna siyah bant taktır.
Japon işçileri gibi; kafalarına ya da kollarına taktıkları siyah bant ile yolcuların ve dolayısıyla kamuoyunun ilgisini üzerine çekmek ve sorunun kamuoyu tarafından da anlaşılmasını, destek ya da protestosunu sağlaması açısından oldukça etkili olacağını sanıyorum.
Günümüzde yapılan sendikacılığı ben; çim sahada hala kösele kramponlarla top oynamaya benzetiyorum… Sahanın yapısına, yani çim veya toprak zemin farkına bakmadan, sahaya yanlış kramponla çıkarsanız, kayar ya da düşersiniz.
Globalleşen (küreselleşen) dünya koşullarında, politikacılar ve siyasi iktidarlar tarafından sendikacılığı bitirmeye yönelik onca oyun oynanırken, sendikalarımızın hala 1980 öncesinin yasaları ile şimdiki yasalar arasındaki farkları gözetmeden mücadele etmeleri, toprak saha ile çim saha arasındaki farkı görememelerine benziyor. Bu nedenle; maça, yani sendikal mücadeleye girerken, günün değişken koşullarına da dikkat etmeniz gerekiyor.
Hükümeti, oylarımızla öyle veya böyle bizler belirliyoruz. Her ne kadar bu günkü iktidara oy vermemiş olsak da; bu bize günün yasalarına uymama lüksünü vermiyor. Bu nedenle, düşünce yapımıza, kafa yapımıza, siyasi görüşümüze uymuyor diye, şüphesiz, işvereni yok sayamamakla beraber, mevcut iktidara oy veren ve destekleyenleri de hiçe sayamayız.
Sendikalar, emek örgütleri olmaları nedeniyle, sadece emeğin siyasetini yapmak durumundadırlar. İktidarda hangi parti olursa olsun, mücadele yandaş ve karşı zeminde değil, sadece ve sadece işçilerin sorun ve istekleri doğrultusunda seyretmelidir.
İşveren ve sendika, bunlar çalışma hayatımızın olmazsa olmazları. Birinin olmaması diğerinin açığa düşmesine neden oluyor. Bu nedenle, ben, ne sermaye düşmanı, ne de işçi düşmanıyım. Ben özellikle, THY gibi, çalışanların çoğunun aklı-selimi ön planda tutacak yapıda kimseler olması nedeniyle, yapılan bu sendikacılık tarzının, özellikle THY çalışanlarına uygun olmadığını ısrarla vurguluyorum.
THY’nin genel kurullarını kaçırmamaya çalışırım. Beni THY genel kurullarında izleyenler bilirler ki, THY yönetimine en çok soru yönelten benim. THY’nin büyüme stratejisi bu genel kurullarda şekillendiğinden, sen, sendika olarak on binlerce işçiyi temsil ediyorsan, o platformda da mutlaka olmalısın ki, THY’nin yaptıklarını denetleyebilmelisin…
“Karşıma çıkmıyor” diye laf attığın Hamdi Topçu, orada sana cevap vermek zorunda. O platformdaki her konuşmayı, kayda alınıp aynen ne söylendiyse THY sitesindeki yatırımcı ilişkileri bölümünden, genel kurul tutanağı bölümünü seçtiğinde, okuyabiliyorsun. Uzaktan, megafon elinde onu bunu tehdit edeceğime gir o platforma ne istersen yüzlerine söyle.
THY’nin bilançosunu al eline, eleştir, eleştirebildiğin kadar… Genel Kurul’un sonunda, dilek ve temennilerde; THY’nin yönetim ve denetim kurullarına, ver- veriştir. THY yönetiminin stratejisini beğenmiyor ve sunulan faaliyet raporunu benimsemediysen, ibra etmeyebilir ve bunu tutanaklara geçirtebilirsin.
THY’de pay sahibi olmak o kadar kolay ki. Sendika olarak hisse almana bile gerek yok. Bir tek yöneticin 5-10 liralık hisse alsın ve koca sendikayı temsilen orada bulunsun yeter… Bunları neden mi söylüyorum? Sendika olarak, sadece sokaklarda bağırıp çağırmak yetmiyor. Bu tür platformlarda da temsil edilmek gerekiyor. Hatta olanaklıysa, yönetim veya denetim kurullarında da temsil edilmen gerekir.
THY’nin gerçek yüzünü, yani mali durumunu iyi irdeleyemez ve gereksiz harcamalarını yüzlerine vurup sorgulayamazsan, toplu iş sözleşmesi zamanı geldiğinde, şirketin durumuna göre ne isteyeceğini bilemezsin.
Şüphesiz sendika olarak, alınacak hisse miktarı mevcut durumda özelleştirme başkanlığını elinde bulunan %49,12’yi geçemez ve %49,12’lik hisse istemezse, sendika olarak, bir temsilcini bile yönetime sokamazsın, ama, yine de THY yönetimine işçi adına girmeye çalışmak bile bir artıdır.
THY her zaman “çalışanlarımla varım” diyerek şov yapıyor. THY; çalışanlarıyla var oluyorsa eğer, çalışanların yasal temsilcilerini de yönetimine almaktan çekinmemelidir!
Ayrıca; sendikalar yol ayrımına çoktan girdiler. Sendika yönetimleri ile işçiler arasında müthiş bir güven sorunu yaşanıyor. Bu güven sorununu, doğal olarak işveren de hissedip körüklüyor. Bu nedenle sendikalar, öncelikle temsil ettikleri çalışanlarla aralarındaki güven sorunlarını çözmeli, mali konularda şeffaf olmalı ve özel hayatlarındaki yaşam biçimlerini çalışanların gözü önünde açık tutmalıdır. Aksi takdirde; orada burada yenilen yemekler, gidilen lüks otellerin ücretlerini ceplerinden bile karşılasalar, toplum bunu mutlaka sendika bütçesinden yapıldığını sanacak ve sendikası ile arasında güven eksikliği kaçınılmaz olacaktır.
Hava-İş’in 29 Mayıs 2012’de yapmış olduğu eylemden alınan sonuçlardaki başarısızlık, bir güven eksikliğidir. Bu güven eksikliği o eylemi daha başlar başlamaz etkisiz hale getirmiş ve sendikasına güvenip eyleme destek verenler işten çıkartılmışlardır. Halbuki; sendika o eylemi çok önceden planlayıp, toplumu bu eylemin gerekliliğine ikna edebilse idi, THY bu eylemi sineye çekmek zorunda kalırdı. Çünkü; katılımı yüksek olan bir eylemde, bir anda binlerce kabin memurunu ve pilotu işten çıkartabilmek olanaklı değildir.
Sendikalar, illa da eylemlerini bu denli sert ve zararını çalışanın çekeceği şekilde yapmak zorunda değiller. Bedel ödenecekse, bu bedel her zaman çalışanlara ödettirilmemelidir. İstifa etme erdemini göstermek de bir bedel ödemedir. Madem bir eylem planlıyorsun, bu eylemi iktidarını perçinlemek için yapıyorsun, o halde başarısız bir eylemde de istifa etmeyi bileceksin. Aksi takdirde zaten güven sorunu yaşanan, üyesinden uzaklaş(tırıl)mış sendikacılığa kalıcı bir darbe de sen vurursun ki, bu da çalışanları sendikadan uzaklaştırmakla kalmaz, bir gün bitirir.
Sendikalar için grev son kozdur. Bu koz kullanılmadan önce yapılacak bir dolu eylem çeşitleri mevcuttur. Örneğin, İş yavaşlatma dediğimiz bir eylem çeşidinde herkes kurallara uygun çalışırken sadece özveriyi kaldırmaları bile iş yavaşlatmadır. Örneğin; Uçak üzerinde bir lastik değiştirme yarım saatlik bir süreyi alacakken bunu kurallara tam uyum ve özveri olmaksızın yaptığında bu süre 1,5 saate kadar çıkmaktadır.
Ancak buradaki önemli nokta bu özveri siz çalışma, birkaç kişi ile kısıtlı kalırsa yani genele yansıtılamazsa bu birkaç kişi iyot gibi açığa çıkar. Bu nedenle tüm çalışanların sendika yönetimine tam olarak güvenmesi şarttır.
Rahmetli Demirel’in söylemi olan “Demokrasilerde çare tükenmez” sözcüğü gibi işçi-işveren arasında da hala çözüm çareleri tükenmiş değildir. Yeter ki günün şartlarına uygun bir strateji ile birlikte mücadele sürdürülsün.