Değerli okurlarım,
Yazdığım konulara gelen yorumlarınızdan son derece büyük keyif almaktayım. Bu doğrultuda, her hafta sizlere değişik konularda güncel konular içeren yazılar sunmaya çalışıyorum. Bu yazıları yazarken, sadece kendi bilgim doğrultusunda değil, konuyla ilgisi olan değişik kişi ve kuruluşlardan da bilgi olarak yardım alıyorum.
Geçen hafta yazdığım iş hayatımız ve sendikal ilişkileri içeren yazıya gelen yorumlar ve tarafıma iletilen e.postalardan; önemli bir konuya parmak bastığım ve bu konudaki bilinçlendirme ve uyarmaya yönelik yazılarımın sürmesinin istenmesi çok hoşuma gitti.
Çalışma hayatımızla ilgili bu tür yazıların devamı mutlaka gelecektir, bundan kuşkunuz olmasın. Sizleri her hafta aynı konuyu işleyerek sıkmamaya çalıştığım için araya başka konular da serpiştiriyorum.
Bu hafta da, geçen aylarda Ulaştırma Bakanımızla yaptığım sohbetteki bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Sayın Bakanımızla Sivil Havacılığımızın alt yapı sorunlarını tartışırken, değindiğimiz önemli bir konuyu bu hafta ele almayı uygun gördüm.
Sayın Bakan, ülkemizdeki atıl bulunan havalimanlarının nerdeyse hepsinin açıldığını ve sektöre kazandırıldığını söyledi. Doğrudur. Senelerdir bazı milletvekillerimizin kendi seçim yörelerine verdikleri söz üzerine gerekli veya gereksiz açılan birçok meydan kullanıma açık hale getirildi. Ama, bu meydanların yapısal eksiklikleri ve konuşlanmalarındaki yanlışlar üzerine yeteri kadar gidildiği söylenemez.
Sayın Bakan, elindeki meydanların günümüz şartlarına uyumlu olup olmadığından daha çok, o şartları yeteri kadar iyileştirmeksizin havalimanlarını kullanıma açtı. Havayolu şirketlerimiz ise oralara sefer düzenleyebilmek için o meydanların şartlarına uygun uçaklar sipariş ederek seferlere başladılar.
Hepimizin bildiği gibi, küçük uçaklar, büyük gövdeli uçaklardan daha maliyetli uçuşlar yapabilmektedir. Yolcu kapasitesi düşük uçaklarla o hatlarda kar edebilmek, bugünkü şartlarda nerdeyse imkânsıza doğru gidiyor. Ayrıca bir çok şirketin uçak alım politikaları buna göre düzenlenmemiş olduğundan rekabet ortamı yok.
Low cost taşımacılığa alışmış olan ülkemizde artık geriye dönüş çok zor. Bu yüzden her havayolu şirketi yoğun rekabet ortamında en ucuza uçmaya çalışacaktır. Fakat meydanlarımızın farklı, farklı olması bilhassa Anadolu meydanlarımızda her tip uçağın sefer yapabilmesine olanak vermiyor.
Mevcut havalimanlarına sefer yapmak zorunda kalan şirketler ise, uçak tiplerini o meydanın özelliklerine uygun kılmak zorunda kalıyorlar. Ufak uçakların taşıdığı yolcu sayısının düşüklüğü, ucuza uçmak durumunda kalan şirketleri zorluyor.
Bu konu, beni ister istemez başka düşüncelere itiyor; “ İşe göre adam mı yoksa adama göre iş mi” deyişini hepimiz biliriz. Ve yine hepimiz işe göre adam mantığında hemfikir oluruz. Bu deyişi havacılığımıza göre değiştirdiğimizde; ” Meydana göre uçak mı? Yoksa uçağa göre meydan mı”? Şeklinde bir karşılık çıkıyor. Kısaca acil olarak netleşmesi gereken bir ikilem söz konusu.
Sayın Bakana bunu sorduğumda; meydana göre uçak alınması gerektiğini savundu. Ben, kendilerine aynı düşüncede olmadığımı belirttim. Şimdi bu meseleyi masaya yatırdığımızda o meşhur deyiş burada ters işliyor. Bence, adama göre iş mantığı ortaya çıkıyor.
Ülkemizin en büyük gelir kaynaklarından biri turizmdir. Turizm ise, havacılık sektörümüzle direk bağlantılı. Ayrıca, havacılık sektörümüzün ülkemizin bölgelerini, şehirlerini, birbirine yakınlaştırmak, güvenli bir ulaşım sağlamak ve kalkınmalarına olanak sağlama gibi son derece önemli bir işlevi de var.
Ülkemizde ne yazık ki, havacılığın önemi yeni, yeni kavranmaya başlıyor. Birçok havalimanımız, gerektiği için değil, “var mı var” mantığında yapılmış. Yani yeterliliği yok. Bu yeterliliği tartışılan meydanların modernizasyonu yeteri kadar yapılamadığı gibi, bazı meydanlarımızın yapıldığı yer bile uygun değil. Bu da havayolu şirketlerimizi, uçak tipi belirlemede ve low cost taşımacılık modelini uygulamada zorluklar çıkarıyor.
Havacılık sektörünün, Ulaştırma Bakanlığı bütçesinden alması gereken ödenekte fazlasıyla eksiklikler var. Yani, havalimanlarının olması gereken konumlarının değiştirilmesi ve orta büyüklükteki uçakların sefer yapabilmelerine olanak sağlayacak bir duruma gelmesi devlet imkânlarıyla şimdilik zor görülüyor.
DHMI ülkemizin karlılık marjı olarak en büyük devlet teşekküllerinden biri, belki de en büyüğü. Olanakları var, ama devlet işletmesi mantığından dolayı (gerekli gereksiz prosedürler) gerekli olan yatırımları yapabilmekte politik olarak zorluklar yaşıyor. Kazandığı oranda yatırım yapmıyor, ya da yaptırılmıyor.
Kısaca bu çok önemli konu, Devletimizin olanaklarıyla yapılamıyorsa, yerel yönetimlerce yapılsın diye bir fikir canlanıyor gözümde. Bu tür model birçok ülkede var. Bir bölge veya şehir, o bölgenin canlanmasını, istihdamının artmasını ve turizm gelirlerinden payını büyütmek istiyorsa yerel yönetimlerince bunu çözmeli diye düşünüyorum.
Bölge veya şehirlerimizin yerel yönetimleri, kendi bölgelerinin bugününü ve gelecekteki beklentilerine göre gerek konumsal gerekse büyüklük açısından yeterliliklerini kendileri belirleyerek bu işi yapabilirler diye düşünmeden geçemiyorum.
Gerekli olan finansal problemleri kredilerle çözebilir ve işletme gelirlerini alabilirler. Devletin ben yapamıyorum sen de yapmamalısın diye bir dayatmasının olması düşünülmemeli bile. Tabiî ki gerekli olan teknik donanım şartları ve denetleme devletin kurumları yani DHMİ ve SHGM tarafından yapılmak ve belirlenmek koşuluyla.
Saygılarımla.