Bu hafta yine; gündemden düşmesi şöyle dursun, tam tersine, THY yöneticilerinin gereksiz çıkışları ile daha çok gündeme oturan THY grevini yazmak zorunda kaldım. Okurlarımdan, yazılarımda üst üste aynı konuyu işlediğim için özür dilerim.
Umarım, bu haftaki yazım son olur ve bir dahaki yazıma kadar her şey THY çalışanları ve THY adına olumlu çözümlenir.
Hayatım boyunca, gücünü yanlış yerde kullanan kişi ve kurumlara karşı oldum. Çocukluğum, hatta gençliğim Karagümrük’te geçti. O zamanlar; her semtte, mahalle aralarında kurulmuş, çete gibi faaliyet gösteren gruplaşmalar olurdu. Bu grupların liderleri, gözlerine kestirdikleri delikanlıları, kendi gruplarına alarak, diğer gruba karşı üstünlük sağlamaya çalışırlardı. Ben de; bu grupların içinde güçlü olanın yanına girip de nefer olacağıma, zayıf grup hangisi ise, o gruba güç katmak için girer ve en popüler olan gruplara karşı mücadele sürdürürdüm. Şüphesiz, bol bol dayak yerdik. Ama kesinlikle yılmazdık. Gençlik işte… Şimdi, bu anılarımı düşündükçe; bu grup ve çete benzeri yapılanmalarda ne işim vardı acaba? diye, kendi kendime gülerim.
Bu konuyu anlatmamın nedeni;“hani can çıkar, huy çıkmazmış” derler ya, işte bugün içinde aynı böyle bir durum söz konusu. Kendisiyle hiç anlaşamadığımı bildiğiniz, 30 yıldır selamım, sabahım olmayan Hava-İş Sendikası Başkanı Atilay Ayçin, bugünlerde zor durumda. Ne yapmak lazım? Ya, güçlüden yana olacaksın, ya dagüçsüze denge sağlamak için, güçsüzü destekleyeceksin.
Devletin, hükümetin, paranın, yandaşlarının, hemşerilerinin, atadığı tüm yöneticilerinden aldığı destek ile Hamdi Topçu, Atilay Ayçin’in kişiliğinde, zaten gittikçe kan kaybeden Türk sendikacılığına son darbeyi vurmaya çalışıyor. THY’nin son senelerdeki bölünme ve sendikasızlaştırma politikalarını incelerseniz, gelecekteki tehlikeyi daha net gözlemliyebilirsiniz.
Bunların yanı sıra; Ayçin’e seslenerek; düne kadar,” yaşa, var ol”, “en büyük başkan bizim başkan” söylemleri, şu anda, maalesef “yeter artık” “çek git” söylemlerine dönüştü. Bizim toplumumuz bu işte. Güç nerede, bizim millet orada…
Bir anda Ayçin “OUT”, Hamdi “IN” oluverdi!
Sevgili muhalif cephe; maç bitmeden takımınızı lütfen yuhalamayın. Düne kadar, aynı teknik direktörle maç da kazandığınız olmuştu. Unutmayın. Maçın bitmesine az kaldı. Biraz dayanın lütfen… Sonra; koltuk sizin, merak etmeyin. Sendika seçimine; ne Ayçin, ne de yanındakilerin bir daha gireceğini düşünmüyorum. Ekipler birlikte gelir, birlikte giderler. İşin aslı budur.
Değerli okurlarım;
Grevin başlamasından bugüne dek geçen sürede; THY ve Sendika, sürekli karşılıklı birbirlerine vurmakla kalmayıp, mahkemelerde hak arayışlarına başladılar. THY, bu mücadelede çok acımasız davranıyor.Sonuçta, karşısında olanların, çalışanları olduğunu unutuyorlar.
Medyada, hukuki terimlerle aynen yayınlanan THY’nin mahkeme başvurusu ve sendikanın bu başvuruya yönelik yorumunu kısaca özetleyeyim;
THY, İstanbul İş Mahkemesine başvurarak; şu anda resmen yapılan grevin, yasal grev olmadığını ve duruma el konulmasını istiyor. Buna gerekçe olarak da; 29 Mayıs 2012’de eylem yaptıkları gerekçesiyle işten çıkartılan işçilerin, 24.Dönem Toplu İş Sözleşmesindeki anlaşmazlığın ana nedeni olduğunu iddia ediyor.
Yasada yazan;“toplu iş sözleşmelerinin, işçilerin iktisadi ve sosyal durumları ile çalışma koşullarını korumak ve geliştirmek amacıyla yapılması gerektiği” ifadesine atıfta bulunarak, işe iade davası ile bu sürecin ayrı tutulması gerekmesine rağmen, bunun TİS sözleşmesindeki sendika yönetiminin 305 konusunun olmazsa-olmaz maddesi olduğunu belirterek, sendikanın bu isteğinin, işçilerin iktisadi ve sosyal durumları ile çalışma koşullarının korumak ve geliştirmek amacı ile bağdaşmadığını belirterek, uygulanan grevin yasal olmadığını iddia ediyor.
THY, bu tezini güçlendirecek, medyada sendikanın görüşleri olarak yayınlanan ne kadar yayın varsa topluyor, bunları ek olarak da mahkemeye sunuyor.
Sendika, buna yanıt olarak; Toplu İş Sözleşmesi tekliflerinde 305 işçinin işe iadesi ile ilgili bir maddenin olmadığını ve bu suçlamanın yanlış olduğunu iddia ediyor.
İlgili mahkeme, THY’nin bu talebini aldıktan sonra, konuyu saptayacak (Hukuki terimle tespitte bulunacak), daha sonra gerek duyarsa, tedbir koyarak, grevi belirli süre erteleyecek. THY, bu davanın seyri böyle olursa, hemen bu mahkemenin tespit ve tedbir koyma avantajını kullanarak, tekrar mahkemeye başvurup, grevin tamamen kaldırılmasını isteyecek.
Kısaca hâkim; her ne kadar toplu iş sözleşmesi önerisinde 305 işçinin ilave şartı olmasa bile, sendikanın; kamuoyuna mal olmuş ve delillerle sunulan ve medyada sıklıkla yayınlanan ve ”305 geriye alınmadıkça bu sözleşme bitmez” beyanlarını kabul edip, tespit ve tedbirini koyup, bunu kanunsuz grev olarak kabul edebilir.Bu konu hâkimin takdiridir.
İşte o zaman, 305’in yanına yüzlerce kişi daha katılır. Yapılan bu grev bir anda yasal olmayan grev kapsamına alınıverir. Greve katılanlar eylemci olur.
THY’ye buradan seslenmek istiyorum;
Sevgili THY; “At ahıra kadar kovalanır” diye bir atasözümüz vardır. Grevi zaten kırmışken ve medyaya verdiğin röportajlarda;“greve katılan yok, her şey normal seyrinde devam ediyor”derken ve kendi başına çalışanlara zam yapmışken, ne gerek var bu mahkemeye? Bu yasal grev sürecini aklıselimle çözebilmek varken yangına körükle gitmekten daha kötü olanı yapıyor ve grevin yasal olmadığını savunarak yangına benzin dökmek de neyin nesi oluyor?
Çok acımasızsınız, çok…
Peki diyelim ki; Mahkeme bu tespit ve tedbir koydurma konusunda sizi reddetti. O zaman ne olacak? Sendika yönetimi, aslanlar gibi ortaya çıkıp, haklı olarak; “THY mahkemede kaybetti” diyecektir. Zaten, sendika yönetimini sıkıştırmış ve vurdukça vuruyorsun, ya kaybedersen, bu vuruşların aynen geriye teper. BU RİSKE GİRİLİRMİ?
Madem; “işlerde yavaşlama yok, greve katılan yok” diyorsun. O halde, bırakın işçileri, grevlerine devam etsinler. SANA NE!
Bırak bu ajitasyon kokan ifadeleri; Yok efendim sendika yönetimi çukura düşmüş de, onlara ip atıyormuş da… Bu örneklemeleri, artık ilkokul çocukları bile yapmıyor.
THY’nin hukuk danışmanları; ya, bu işi bilmiyorlar, ya da, güvendikleri (!)bir durum söz konusu.
Ben hâkim olsam; grev normal süresinde ve bir hafta önceden işverene haber verilerek kurallarına uygun olarak başlamış yasal bir grevdir. “Tespite ve tedbire gerek yoktur” der ve THY’nin başvurusunu reddederim.
Az kalsın unutuyordum; klasikleşmiş Hamdi Topçu Show geçen hafta SKY TURK’de yayınlandı. Programı sunan Hilmi Hacaloğlu’nu kutluyorum. Bu genç arkadaş, twitter’dan gelen her soruyu Hamdi Topçu’ya yönlendirdi. Hamdi Bey, teklemeye başladığında, üstüne, üstüne gitti. Hilmi Bey, biraz daha dersine çalışsaydı ve bir iki can alıcı soru daha sorabilseydi, Hamdi Bey stüdyoyu terk ederdi. Ancak yine de güzel programdı. Bu program yapımcısı, umarım hala görevini sürdürüyordur(!) Bu tür objektif program yapan kişilerden az kaldı. Bunların, aynı kelaynak kuşları gibi koruma altına alınmaları gerekir.
Hamdi Bey; modern sendikacılık nasıl olur, bunun dersini de aynı program sırasında verdi.
Sağ olsunlar, çok şey öğrendik! Neymiş efendim; modern sendikacılıkta, sendikalar işverene çok eleman almaması için isteklerde bulunurlarmış. Doğrudur, gerçek demokrasi (ileri demokrasi değil!)’nin uygulandığı ülkelerde, sendikalar işverenle aynı masada, şirketin tüm gider ve gelirlerinde söz sahibi olabiliyorlar. Gerektiği kadar işçi alınmasını önerip, denetliyorlar. Tamam, bu doğru da, bizde sendikalara o hak verilir mi? Verdin diyelim. Hemşerilerin, konun komşun, eşin dostun, akrabaların ne olacak? Onlar nerelerden, nasıl nemalanacak? Bu nedenle Hamdi Bey, modern sendikacılık lafını bir daha ağzına alma, ne olur ne olmaz :)
Hamdi Bey, söyleşisine devam ederek, uygulanan greve havalimanı muhabirlerinin bile güldüğünü söyledi.
E, gayet normal! Grevden önce Mart ayında bir grubu Los Angeles, diğer bir grubu Pekin’e götürürsen, gülerler tabi. Genelde THY; yeni hat açılımlarında, tanıtım-reklam yapsınlar diye, muhabirleri gezmeye götürürdü. Böyle bir durum yok iken, bir anda bu gezi ikramı çıktığında, ”Bayram değil seyran değil, acaba eniştem beni neden öptü” deyişimizi anımsayarak; “Durduk yere nereden çıktı bu gezi daveti? Diye düşünüp, yanıtını bulamamıştım. Şimdi anlayabildim. Önce yatırım yapacak, sonra kazanç bekleyeceksin. Öyle değil mi Hamdi Bey?
Biraz da grev yapan arkadaşlara bir bakalım;
Kim ne derse desin; ben, işlerini, geleceklerini tehlikeye attıklarını bile bile greve katılan çalışanlara saygı duyuyorum. Hele hele, kabin memurlarına yönelik sempatim daha çok yoğunlaştı. THY gibi, sektörde en yüksek kabin memuru maaşını veren bir şirkete zar zor girmişsiniz ve bu zar zor bulduğunuz işinizi kaybetme riski varken, greve destek veriyorsunuz ya, valla ne diyeyim… Helal olsun sizlere!
Aslına bakacak olursanız; bu kadar işveren baskısına rağmen, bu greve katılım çok olabilirdi. Bu katılım azlığını ben sendika yönetiminin grev stratejisinin yanlışlığına bağlıyorum.
Yaşananlara bir bakar mısınız? Hükümetin bakanları; greve rağmen çalışanları tebrik(!) ediyor, Türk İş’ten her nedense ses yok. Kamuoyunu harekete geçirecek TV ve yazılı basın, bu konuda cılız kaldı. Medya istese, “THY’de Grev var” diyerek, halktan; emeğe sahip çıkıp, THY uçaklarını bu süreçte kullanmamalarını bile isteyebilirdi. Bu süreç iyi yönetilemedi.
Sadece kamuoyu değil, çalışanların birçoğu greve neden gidildiğini bile tam anlayamadı.
Birçok kere yazdığım gibi; 305 olayı ile toplu iş sözleşmesi sürecini birbirine karıştırılmayacaktı. (Şimdi de; mecburen “yok böyle bir isteğimiz” diyorlar.) Toplu İş Sözleşmesine girmeden tüm çalışanların sorunlarını tek, tek yazacak ve onlara greve hangi isteklerle gittiğine inandıracaktın.
Örneğin; Hat bakım çalışanlarına; “neden greve sahip çıkmadınız?” diye sorduğumda; “Abi, bizim için istenen bir hak yok ki, varsa yoksa 305 ve uçuş işletmenin sorunları… Ben neden destek vereyim?” diyor. Pilotlar; sendikanın illa ki 305 dediği için greve katılmama kararı aldıklarını iddia ediyorlar.
Kabin memurları ise en dertlileri…
Aldığımız ücretle ilgili bir sorunumuz yok ve şirketimizi çok seviyoruz, ama… Diyerek başlıyorlar anlatmaya;“İşimiz çok ağırlaştı. Her uçuşa giderken yorgunluktan ayaklarımız geri-geri gidiyor ve her uçuşa giderken; artık bu son olsun diyorum. Haksız yere verilen bir çok ceza, bizi incitiyor. Bir senelik kabin memurlarına yönelik bir seçim varmış. Bazıları B777 ekibi, bazıları ise; A340 ekibi oluyorlarmış ve her nedense belirli ve torpilli olanlar, B777’lerde uçuyor. Diğerleri; A340’da sürünüyor” diyorlar. Bir performans değerlendirme işi çıkarttılar, tam bir rezalet. Herkese güler yüz dağıtan, amirleri ne derse sorgulamadan robot gibi uygulayan kişiler, diğerlerine göre farklı davranış görüyorlarmış. Ekip sayılarının azlığı, dinlenme sürelerinin kısalığı derken,”Ooof, yeter, fenalık geldi bana!” diyerek yanlarından kaçtım.
Hemen, Uçuş İşletmeyi bekletmeden, yine esas konuya gireyim;
Pilotların Asaf Bora’sı, kabindekilerin Emine Lim’i ve müdürleri (!)… Onlar gitse, sanki hepsi grevden vazgeçip işe başlayacak gibiler. Aman Allah’ım, cadı kazanı gibi bir yer Uçuş İşletme…Ne olmuş buraya böyle?” diye şaşırdım kaldım. Resmen, dedikodu yuvası haline getirilmiş. THY, ceza yönetmeliğini değiştirip, ceza vereceklerini orada çalışmaya zorunlu bıraksa, en büyük ceza bu olur. Örneğin; üç yevmiye ceza yerine, Uçuş İşletme ’deki cadı kazanında bir hafta çalışma cezası verilse, daha etkili olur.
Kısaca; THY’nin her bölümünde sorunlar dağ gibi. Bu grev başarısız olursa, bunda kimse kendini başarılı veya başarısız görmesin… Bu grevin sonucunu, “Vicdan ve Cüzdan” arasında sıkışmış çalışanlar belirleyecek.
Bu nedenle; Kabin ekibinin cüzdanlarını kaybetmeyi göze alarak, vicdanları ile hareket ederek, 29 Mayıs’ta yedikleri darbeye rağmen, mücadelesini çok takdir ediyor ve alkışlıyorum.