ASKERİ HAVACILIKTA ÖNCELİK UÇUŞ EMNİYETİ Mİ GÖREV Mİ?

Her hafta sivil havacılığımızın genel sorunlarının yanı sıra havayolu ve bakım merkezlerimizle ilgili yazılar yazıyorum. Bu yazılarıma ilave olarak havacılık sektöründe çalışanların sorunlarına duyarsız kalmadan, sorunlar ve çözümlerine yönelik makalelerle onlara yardımcı olmaya çalışıyorum.
Ancak, havacılık dediğimizde bizler sadece sivil havacılığı gözlemleyip yorumlarda bulunurken branşım dışında olan askeri havacılığa pek girmiyorum. Bu konuya uzak kalmamın sebebi, sivil havacılıkla askeri havacılığın birbirinden farklı olmasıdır.
Ben ve üyesi bulunduğum sivil havacılık akademisi olarak en çok önem verdiğimiz konuların başında şüphesiz uçuş emniyeti ve uçuş emniyetinin olmazsa olmazı olan uluslararası kurallara uygunluğudur. Havayolu şirketlerinin yönetimlerinin hangisine olursa olsun, sizin şirketinizin en önem verdiği konu nedir diye sorduğunuzda ilk olarak ‘uçuş emniyetidir’ diye cevap alırsınız. Peki, bu gerçekten böyle midir? Tabii ki, ‘Hayır’…
Uçuş emniyeti sadece sivil havacılığımıza yönelik olmayıp, askeri havacılığımız içinde son derece önemlidir. Hatta olmazsa olmazlarındandır. Hal böyle olmasına rağmen sivil havacılığımızdaki şirketleri yakından gözlemleyebilmemize rağmen askeri havacılıkla ilgili gözlemler yapmak ve bilgiler almakta son derece zorlanıyoruz.
Sivil havacılığımızda her kaza veya kırım sonucunda çok miktarda bilgi kirliliği yaşanırken son zamanlarda bu hastalığımız maalesef askeri havacılığımıza da nüksetti. Bilhassa 10 Kasım 2012’de yaşanan ve ülkece hepimizi son derece üzen Siirt Pervari yakınlarında dağa çarparak parçalanıp 17 şehit verdiğimiz Sikorsky helikopter kazasında bu bilgi kirliliği iyice ayyuka çıktı.
Ülkemizde yaşanan siyasi kaos ortamı nedeniyle iktidar ve muhalefet partilerimizin sözcüleri neler söylemedi ki… Oradan buradan aldıkları duyumlarla, kimi kazayı metal yorgunluğuna bağlarken kimisi %100 pilot hatası ve hava şartlarına bağladı. Genelkurmay Başkanlığımız kazanın nedenleri arasında medyada yer alan metal yorgunluğu konusuna açıklık getirerek bu helikopterin 2000 yılında alındığını ve helikopterin uçuş saatinin bu tür bir şüpheye meydan bırakmayacak kadar az olduğunu ifade etti.
Her ne kadar askeri havacılıkla ilgili yorum yapacak konumda olmasam da ister döner kanatlı isterse sabit kanatlı olsun, bir hava aracının metal yorgunluğu şartlarını iyi bilirim. Genelkurmay’ın açıklamasına dayanarak bu kadar az bir süre havada kalan bir aracın metal yorgunluğuna uğramasının mümkün olmamasının yanı sıra bu kontrolün yapılması gereken zaman içinde ve imalatçı firmanın kuralları çerçevesinde yapılması gerekir. Bu çatlak kontrolleri aynı bizim zaman zaman çektirdiğimiz akciğer filmi veya tomografi gibi x ışınları ile yapılır. Bu kontrollerde sadece çatlak değil metalde zaman içinde oluşabilecek korozyon bulguları da araştırılır.
Gelelim kazanın pilottan kaynaklandığı konusuna… Hava aracı kazalarında en kolay yol, o aracın pilotun hatasından düştüğünü söyleyerek topu taca atmaktır. Bir kaza oluşumunda kaza nedeni olarak pilot değil bir başka nedeni ortaya sürdüğünüzde mutlaka size karşı çıkıp ‘ Bu olamaz’ diyenler olacaktır. Bu nedenle en kolay yol seçilir ve öldüğü için kendisini de savunamayan pilot suçlanır. Kesinlikle emin olamayacağınız bu konuda ahkâm kesmek ne doğrudur ne de vicdanidir. Ayrıca bu tür bir yaklaşımda bulunmak kaza-kırım komisyonlarını da etki altında bırakacak olup detaylı bir araştırma yapmalarını da engeller. Her kazanın sebebi anında anlaşılabilmiş olsaydı, kaza kırım ekiplerinin oluşturulmasına, günler süren incelemelerin, analizlerin yapılmasına gerek olmazdı değil mi?
Her kaza sonucunda mademki mutlaka kaza-kırım komisyonlarının sonucu beklenmek zorunda, o halde kazanın nedenini peşinen metal yorgunluğu, pilot hatası veya hava şartlarının kötü olmasına bağlamak da neyin nesi oluyor?
Bu talihsiz kaza oluştuğunda medyamız birbiri ile adeta yarışırcasına konuşacak ve yorum yapacak uzman arayışına girdi. Tabii ki siyasilerin birbirlerine atıp tuttuğu, yalan yanlış, bilen bilmeyen herkesin bir şeyler söylediği, altı doldurulmayan beyanların havada uçuştuğu bir ortamda TV’nin karşısına geçip yorum yapmanın yanı sıra siyasilerin beyanlarını yalanlamak askeri veya sivil havacılıkta aktif olarak çalışan biri için çok zor olacağından yorum yapacak uzman sıkıntısı baş gösterdi.
TV’lerin bu önemli olayı haber programlarına yetiştirme çabası içerisinde, ben de birkaç TV tarafından arandım. TV’lerin yaptığı bu daveti, benim konum olmadığından yorum yapamayacağımı söylememe rağmen yine de CNN TÜRK te 3N1K programını yapan ve sunan Cüneyt Özdemir ile konuşmadan önce peşinen olaya sadece hava aracı olarak bakacağımı ve metal yorgunluğu ve kaza-kırım komisyonlarının çalışma şartları dışında yorum yapmayacağımı söyleyerek kabul ettim.
Tabii ki canlı yayında, gerek Başbakan, gerek MHP Genel Başkanı ve gerekse İçişleri Bakanı’nın yorumlarından sonra Cüneyt beyin sorularına cevap vermeye çalıştım.
Aslına bakacak olursanız, bu kaza olduğunda kişisel merakım nedeniyle aradığım Sikorsky tipi helikopterlerde uçan birçok pilot tanıdığımla saatlerce konuyu tartışmış ve kazanın oluşumu hakkında karşılıklı fikir yürütmüştük. Sikorsky’lerin teknik özelliklerinden tutun da, Kara Kuvvetleri’ne bağlı olanları ile Jandarma Komutanlığı’na bağlı olanların arasındaki seyrüsefer aletleri farklılıklarına, azami yük taşıma kabiliyetlerine, en modern Sikorsky’lerde bulunması gereken Haritalı GPS sistemlerinin yanı sıra HTAWS (Helicopter Terrain Awareness and Warning System) isimli aletin neye yaradığına kadar her şeyi anlattılar. Ben de bu kazaya uğrayan helikopterin bu en modern seyrüsefer aletlerine mücehhez olup olmadığını sorduğumda ise bu Sikosky’nin Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı olanlardan olduğunu ve bu helikopterin glass kokpitli olduğunu ve bu seyrüsefer aletlerinin tamamının bu helikopterde bulunduğunu söylediler.
Bu seyrüsefer aletlerinin görevlerinin bu tür kazaların oluşmamasını sağlamak amaçlı olduğunun yanı sıra ve hava şartları ne olursa olsun yani sisli bir havada bile yerden yüksekliğinizi vermekle birlikte,50 mile kadar bir mesafedeki önünüzde bir engel olup olmadığını bile renk kodları ile gösterdiğini anlattılar.
Bu helikopterlerin VFR (Görerek) ve IFR(Aletli) uçuş yapabileceklerini, bu görevde pilotun VFR uçması gerektiğini belirterek bu kazanın bir çatışma ortamına 14 kişi indiren ve daha sonra hava şartlarının kötüye gittiğini bile bile o çatışma alanına bıraktığı 14 askerin yanına tekrar takviye götürmek uğruna şartları zorlamış olabileceğinden bahsettiler.
Bizim sivil havacılığımızda olan SKPK(Sorumlu pilot kaptan kararı) bir arıza veya hold item durumunda kaptanın inisiyatifine bırakılan bazı durumlar, askeri havacılığımızda acaba komutana mı bırakılıyor diye düşünmeden edemedim. Bu pilotlarımızın dinlenme süreleri nedir? Bu pilotlarımız o kötü ortamda ve sanırım devamlı teyakkuz durumunda uyuyabiliyorlar mıdır? Bu yardımcı seyrüsefer cihazları GPS-HTAWS acaba faal midir? Bu aletler faal olsa bile kalktıktan sonra arıza yapıp pilotları sisin içinde yalnız bırakıp vertigo olmalarına neden olmuş olamaz mı? Ya da sivil havacılıkta öncelik uçuş emniyeti sonra görev iken, askeri havacılıkta bunun tam tersi uygulamadan kaynaklanan bir alışkanlık ya da aşırı özgüven (over confidence) mi kazaya neden oldu diyerek düşündüm durdum ama o kısa ve sadece “Soru-Cevap “şeklinde geçen sürede konuşamadım.
Sonuç olarak, bu helikopter kazasının rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiği helikopter kazasına çok benzediğini ve oluşturulacak bir kaza-kırım komisyonunun bu kazanın nedenlerini araştırıp bulsalar bile ( -ki sanmıyorum) kamuoyuyla paylaşmayacaklarını düşünüyorum.
Exit mobile version