Bu hafta yine suya sabuna dokunan ve nasıl bir doyurucu yazı yazabilirim diye düşünürken, son haftalarda sivil havacılık konularında ahkâm kesebilen ve kendine uzman sıfatı yakıştıran, hepimizin yakından tanıdığı bir zat-ı muhteremle ilgili gelişmeler ile haftayı geçiştirdik. 30 Nisan tarihinde köşe yazımla kınadığım bu muhterem zat, nihayet, konunun muhatabı TALPA’nın 17 Mayıst’a yayınladığı bir bildiri ile kınandı.
Bildiriyi son paragrafına kadar çok beğendim. Ancak, son paragrafta yer alan; Cebeci’den özür dilenmesini bekleyen cümleyi tutmadım. Özür, benim bildiğim; muhatap olduğun kişilerden beklenir. TALPA’nın muhatabı, hiçbir zaman bu ilgili kişi değildir. Sınırı aşan bildirimlerde bulunanları “Haddini bil” diyerek sert bir tarzda yanıtlamak ve özür bile dilense sessiz kalmak yeter de artar bile…
Aslına bakacak olursanız, sözü söyleyene değil, söyletene bakmakta yarar var. Türklerin uçmak için yaratılmamış bir ulus olduğunu iddia eden -Yabancı pilotları ben aldırttım -, ATC’ler için; yabancı kontrolör gerekli diyebilen bu kişiye, sayın Bakanımız da uzman sıfatı ile yaklaşmaktadır!?
Bu kişiyi, Bakanımız; THY Yönetim Kurulu Başkan ve Genel Müdürü karşısına alıp da havacılığımızı konuşuyorsa, ya bu kişiler de havacılığı bilmiyordur, ya da bu kişi gerçekten onları havacılık konusunda yönlendirebilecek bilgiye sahiptir. Bu kişinin bilgili ve deneyimli olmamasına rağmen etkili olabilmesi işin düşündürücü yanıdır. Ayrıca, bir gazeteci; Ulaştırma, Habercilik ve Denizcilik Bakanımız Binali Yıldırım’ı “Dostumdur” diye lanse edebiliyorsa, sapla saman iyice karışmış demektir.
Sayın Cebeci, havacılık konularında hiç bir alt yapı birikimi olmadan yazı yazıp ahkâm kesebildiğine göre, yarından tezi yok, internetten beyin cerrahları ile ilgili tüm yazıları araştırıp, bu konuda yazı yazmaya başlayacağım. Bakarsınız, bir gün gelir, Sağlık Bakanımız da beni uzman tayin eder ve tüm beyin cerrahları karşımda el pençe divan dururlar.
El pençe divan dedim de aklıma geldi; bu kişi, THY seferlerinde özel ilgi gören bir zattır. Bu arkadaşı, bu havaya sokan; pilotlarımız ve kabin memurlarıdır. Tabii onlar da şimdi diyecekler ki ;“ Sefa bey, bu kişiye genel müdürümüz, yönetim kurulu başkanımız bile saygı gösterirken, biz nasıl farklı yaklaşabiliriz? Sanırım, “Balık baştan kokar” sözü, bu durumlar için söylenmiş olmalı. Ancak yine de verilebilmesi olanaklı bu cevaba karşın uçuş ve kabin ekiplerine tavsiyem işten atılma pahasına da olsa kişiliğinizi ve mesleğinizi her kim olursa olsun ezdirmemelisiniz cevabım olacaktır.
Paranızı ve işinizi kaybettiğinizde bunu telafi edebilirsiniz. Telafisi olmayan ve kaybedip kazanılamayan tek kayıp ONUR dur.
Değerli okurlarım;
Geçen hafta CNN Türk’te yayınlanan “Medya Mahallesi “ isimli bir programa Yılmaz Özdil konuk olmuştu. Zevkle izledim.
CNN Türk’te Yılmaz Özdil’e neden sarı basın karı kullanmadığı soruldu.
Bakın yanıta;
Çocukken, her yıl İzmir Fuarı’na gittiğini söyleyen Özdil, Yeni Asır’da çalışan babasının, Nejat Uygur’un fuardaki bir gösterisi için eve, kendi deyişiyle “avanta” bilet getirmesinin, hayatında nasıl büyük iz bıraktığını anlattı ve devam etti…
“İzmir Fuarı geldiğinde, her yıl eve avanta biletler gelirdi. Bir gün Nejat Uygur bileti geldi. O zaman İlkokul 2. sınıftaydım. Biletin altında Nejat Uygur’un muhteşem zekâsıyla “’avantaforlar içindir” yazıyordu. Yani adam, o muhteşem zekâsıyla hem basın çalışanlarına bedava bilet veriyor. Ama bir yandan da ‘Ben sana bu bileti mecburiyetten veriyorum, Allah’ın cezası’ diyor. Dolayısıyla bu, benim hafızama mıh gibi çakıldı. Yıllar sonra gazeteci oldum. Bugün bile benzer bir mesele geldiğinde aklıma hep o gün geliyor. Hayatım boyunca arkadaşlarımın organizasyonu da içinde hiç bir sinema, tiyatro vs. için bedava bilet kullanmadım. Bugün benim sarı basın kartı dahi kullanmamamın, maçları basın tribününde seyretmememin kökeni; fuardaki Nejat Uygur’un verdiği avanta(for!) biletidir. Keşke, Nejat Uygur, o avanta biletleri, bütün gazetecilerin çocukluğunda dağıtmış olsaydı.” dedi.
İşte, Yılmaz Özdil’i beğenin veya beğenmeyin, onu Türkiye’nin en çok okunan yazarı yapan, işte bu kişilik yapısıdır.
Ben, burada havacılık medyası içerisinde sadece köşe yazarlığı yapıyorum. Kendime ait olan,www.sefainan.com isimli kişisel bloğumda ise, amatör olarak para kazanma amacı olmaksızın gençlere tüm arşivlerimden faydalanmalarını sağlıyorum. Benim yüzümden başkalarının da sorumlu tutulmasını istemediğim bazı riskli yazı ve haberleri, kişisel bloğumda yayınlıyorum.
UTED dergiden alıştığım ve çok sevdiğim köşe yazarlığını, aralıksız olarak 1991 yılından itibaren zevkle sürdürüyorum. Kısaca; Yılmaz Özdil’ in laf attığı avantafor’ları, ben de sektörümüz ve medya içinde fazlası ile görüyor ve bu satırlarda ben de onları kınıyorum.
Belgeli olmak kaydı ile sektöre yönelik yazamadığım veya yazamayacağım hiçbir konu yoktur. Yollayın bana haberi ve belgeleri, siz arkanıza yaslanın, gerisi benim işim…
Sektörün şirketleri kendi reklamlarını yaptırabilmek ve olası yanlışlarının görmemezlikten gelebilmesini sağlamak için avantalar sunmaktalar. Bu konu şirketler açısından yanlış değil. Çünkü yüzbinlerce liraya mal olacak bir reklam yerine; avantaforlara bir seyahat, bir bilet veya biletini Upgrade ettirip, daha konforlu uçuş sağlamak yeterli. Böylesi avantajlar sağlanan medya mensubu da bunun bedelini bir şekilde ödemek zorundadır.
Sistem şöyle çalışıyor; bir haber buldunuz diyelim. Bu haberin gerçekliğini mutlaka araştırmalı, belgeleri incelemeli ve sizin kafanıza yatıyorsa, yani, %100 eminseniz altına isminizi koyarak yayınlarsınız. Peki, bu çoğu zaman nasıl şekilleniyor bir bakalım. Haber kaynaklarınız gündem yaratacak bir haberi size iletiyor. Siz bu haberi doğrulamak için habere konu olan şirketi veya kişiyi arıyorsunuz. “ XXX bey, bu konuda ne diyorsunuz ?“diye sorduğunuzda, bu haberin kendine olacak zararını gören patron veya genel müdür, size; haber gerçek de olsa “alakası yok” der ve mutlaka savunmaya geçer.
Buyurun buradan yakın. Sizin o konuda bilgili olmanız koşuluyla, elinizdeki belgeler de gerçekse, bunu doğrulatmak için sorduğunuzda, karsınızdaki kişi ya yalan söyleyecek, ya da o konu öyle değil, karşılıklı konuşalım diyecektir. İşte tetikçilik dediğimiz ve Türkiye’de çok yaygın olan sistem böyle başlıyor.
Artık top habercidedir. O topu oyuna sokmak veya taca atmak da sizin elinizdedir. Bunu karşı tarafa hissettirdiğinizde, avantafor sistem anında başlıyor. Kişisel çıkarlar söz konusu olabiliyor. Bu çıkar o haberin gücüne bağlı olarak değişkenlik gösterebiliyor.
Kısaca; malzeme başkasından elde edilmesine karşın o haberi size ileten kişi, bu haberin yayınlanmasını beklerken, siz isterseniz bunu çıkara çevirebilirsiniz. Elinizdeki gazete, TV veya haber portalları ile istediğiniz kişiyle uğraşabilir ve onu zor durumlara sokabilirsiniz. Kısaca, siz değerli okurlarımız, o yayın organını ne kadar çok alır veya izlerse, bu yaptırım gücü de o ölçüde artıyor.
Peki; diyelim ki o haber yayınlandı. Bu noktada artık siz avantafor sistemden yararlanamazsınız. Bu nedenle bazı kiralık kalemşörler son ana kadar haber yapmayıp bunu kişisel menfaate dökmeye çalışır.
Bir başka tarz habercilik de; siz haberin tümünü yayınlamaz ve karşı tarafa haberin ne olduğunu söylersiniz. Konuştuğunuz karşı taraf, yani kurum, kuruluş veya şahıs, acaba ne var elinde diye kaygıya düşer ve sizinle karşılıklı görüşmeye çalışır. İşte top yine sizdedir. Patronla ikili ilişkiler sayesinde o iş kapatılmış, gündem başka tarafa yönlendirilmiştir.
Gazeteci ile her an haberini yapabileceği kurumun başının veya patronunun samimiyeti olamaz.Nasıl sendika ile işverenin birlikte bir arada gözükmesi hoş karşılanmıyorsa bu ilişkide aynıdır. Bu ilişkiyi patron veya Genel müdür şüphesiz ister. Şirketi hakkında kötü yazı çıkmasın diye kurumsal iletişimler kurulmuştur. Bu üniteler medyada şirketleri hakkında eleştirileri yazdırmamak için ayrı kişisel menfaatler sunarlar.( Bilet, gezi, yemek, Upgrade vb)
Bu konumdaki, kişiliksiz sistemden farklı olmak için Yılmaz Özdil’in yazdığı avantafor sistemini reddetmeniz gerekir. Peki, bu size maddi olarak ne kazandırır? Hiç… Peki, bu satılmamış kalemin menfaati nedir derseniz? Günümüzde değeri hızla kaybolan ONUR-Kişilik ve Dürüstlüktür. Bu yenmez, içilmez ama insanı insan sıfatına koyan tek argümandır.
Günümüzde birçok medya patronu ve yazar bu sistemi çok yüksek oranda uyguluyor. Biri görevden mi alınmalı, hemen bir kalemşör tutun ve versin veriştirsin. Çünkü para bu sistemle kazanılabiliniyor. Yoksa gazete satmakla, TV açmak veya yönetmekle, reklamla falan ancak masraflarınızı karsılarsınız.
Benim Türkiye’de gördüğüm yanlış sadece habercilikle ilgili değildir. Benim gördüğüm yanlış; köşe yazarı gibi güncel konuları yorumlayanların birçoğunun yorumladığı konuya yönelik bilgi ve deneyim sahibi olmamalarıdır. Ondan bundan duydukları, arkadaşından edindiği bilgileri özümseyemeden yorum yapmak, trajikomik bir durum oluşturuyor.
Ekonomi yazarlarına bakıyorum; çoğu ekonomik konularda alt yapısı olan kişiler. Spor yorumcularına bakıyorum; çoğu sahada az çok topa vurmuş veya hakemlik yapmış kişiler, siyaset yazarlarına bakıyorum; genelde siyasi konularda TV’ lerde ahkâm kesecek ve geçmişi irdeleyecek kadar konularına hâkim kişiler. Sağlık yazıları yazanlar hekimler iken, koskoca Türkiye’de bir tane alt yapısı havacı olan gazeteci yok.
Sektörde konuşacak veya yazacak adam mı yok? Var, var ama; emeklisi çekilmiş köşeye, robdöşambrını pijamasının üstüne giymiş, evde oturuyor. Telefon edip mesleki deneyiminden yararlanmak isteseniz ve gidişatı nasıl görüyorsunuz deseniz; “ Biz unumuzu eledik, eleğimizi astık” diyorlar. Sektörde faal olarak çalışanların zaten ödü kopuyor. Kimse kendi şirketi hakkında iyi veya kötü yorum bile yapamıyor. Hatta, köşelerimizdeki yazıların yorum bölümlerinde isim bile kullan(a)mıyorlar.
Hal böyle olunca; okur nasıl doğru bilgilensin? Gazeteciliği ve kalemini gerçekler ve doğruluk adına kullanan patronun yanında değil garibanın ve çalışanın yanında yer alan kaç tane gazeteci vardır?
Yanıtınız bir elin parmaklarını geçmez ise okumayın veya seyretmeyin o kişileri kardeşim. Çünkü buzevat veya zevatlar siz onları okudukça veya programlarını seyrettikçe daha da çok prim yapıyor ve cepleri doluyor bilesiniz.