HADDİNİ BİLMEK VE AHL'DEKİ RÖTAR SORUNLARI

Bu yazımda; içerisinde 30 yıl yaşadığım ve çalıştığım AHL’deki yetersizlikler ve rötarlardan sözedeceğim.
Yazılarımı izleyenler; çok sevdiğim atasözlerimizi, deyişlerimizi, zaman zaman yazılarımın içine serpiştirdiğimi bilirler. Bu deyişlerden, özellikle son zamanlarda sıklıkla kullandığım, “Yumurta kapıya gelmeden harekete geçilmemesine” yönelik olanı…
Tarih, 22 Mart 2010. Yazımın konusu; “Rötarlı yaşam, sektörün kaderi değildir!” (Tıklayın)
Bundan iki yıl öncede bu rötar konusu gündemdeydi ve bu konuda biraz araştırma yapıp bir köşe yazısı oluşturmuştum. Aslına bakarsak; o günlerde, yani iki yıl önce, bu yıl yaşadığımız kadar hava hareketleri, kış kıyameti olmamasına karşın, yine rötarlar yoğun yaşanıyordu ve işin ilginç yanı, medyada kimse bu konuları yazmaya gerek bile duymuyordu.
Herkes rötar uzmanı olmuş..?
Gazetelerde, ondan bundan duyduğu bilgilerle kendini çok aşan konularda ahkâm kesmesinin yanı sıra Business Class, First Class, konfor ve ikram konularından başka yazacak konu bulamayanlar, karşımıza bir anda rötar uzmanı gibi çıkar oldular. Havacılık geçmişi olmadığı halde “Uçmak için yaratılmış bir millet değiliz!” diyerek, kendini tüm havacılık camiasında gülünç duruma düşüren sözde havacılık uzmanına; THY ekipleri tarafından yine izzet ikramda bulunulacak mı? TALPA bu söyleme yanıt verecek mi? Gerçekten merak ediyorum.
Ayrıca, bu zat-ı muhtereme; Türklerin uçma yetenekleri konusu gibi bilemeyeceği konuda yargıda bulunacağına, haddini bilip kendisinin gerçek mesleği olan gazetecilikte son zamanlarda oluşan yanlı ve tetikçilik kavramlarının nasıl geliştiği hususunda bilgi verip ahkâm kesmesini salık veririm.
Tekrar konumuza dönelim;
Yukarıda verdiğim linkteki yazımda en çok üstünde durduğum konu RNAV ve inişlerde iki uçak arasındaki uzaklık idi. Bu yazımdan sonra, RNAV uygulanmaya başlandı ve trafiğe bir miktar çeki düzen verildi. Ancak, inişlerde iki uçak arasındaki uzaklıklarda, kaptan arkadaşlar hala 7- 8nm uygulanıyor derken, DHMİ yetkilileri; 3nm’ye indiğini söylemekteler. Bu konu da, şüphesiz rötarın ana sebeplerindendir.
Acaba diyorum; ATC deki arkadaşların haklı mücadelesi ve kurallara göre çalışacağız söylemi, 30 uçakta indirsen 100 uçakta indirsen taltif edilme sisteminin olmaması, son zamanlarda ATC arkadaşları iki uçak arasındaki 3-4nm olması gereken mesafeyi 8nm ye çekerek suni bir rötar yaratılmış olabilir mi?
Sözde 3 gerçekte ise 7-8nm olarak yaşandığı iddia edilen iki uçak arasındaki iniş aralık uzaklığına, bir de lodosu ve AHL’nin çakışan pistlerini koyduğunuzda, rötarsız kalkamazsınız.
Şimdi DHMİ genel müdürüne lodostan neden etkileniyorsun diye sorsak, anında çakışan pistlerini ve AHL’nin konumunun hava akımları irdelenmeden yapıldığını söyleyip; “o zamanlar, bu pistleri buraya yapanlara sorun” diyecektir… İşin ilginç tarafı; Airport TV’de konuk ettiğim İTÜ Meteoroloji Bölüm Başkanı Prof. Mikdat Kadıoğlu, Türkiye’de hava akımları hesaplanarak yapılan tek pistin Sabiha Gökçen Havalimanında olduğunu söylemişti. Güzel ülkemin plansız işlerinden sadece bir örnek..!
Bir TV kanalında, rötarlar hakkında Hamdi Topçu’nun konuk olduğu bir programı keyifle izledim. Hamdi beyimiz, yine karşısına birkaç gazeteci alarak, program yapma gereği duymuş. Malum, rötarlara sorumlu aranıyor ve başbakanımızın ve bakanımızın, THY’nin bu konuda Hamdi beyimizin suçunun olmadığını duyması gerekiyor(!). Programı yapan TV kanalı da gerçekten iyi seçilmiş. Yani, yer, zaman ve soru soran gazeteciler özene bezene seçilmiş.
Hamdi Bey diyor ki; “AHL’nin kapasitesi beklediğimizin üstünde gelişti.” Günaydın-Günaydın-Günaydın!!!
Ben; en son 2010 senesinin Mart ayında, rötarların yoğunluğundan söz ediyorum, birileri yeni uyanıp TV’de yeni, yeni dert yanıyor. Ayrıca, uçak kapı kapattıktan sonra tüm sorumluluk kulenin deniyor. Bakın, burada haklılık payı var, ama konu bu kadar basit değil. Park problemi sanki ilk kez bu yıl yaşanmış gibi, tekrar bu konuyu da tazeledi. Askeri alanın kalkması gerekir diyerek, yıllarca herkesin dilinden düşürmediği ve hala bir adım bile atılmayan konuya yüklendi. Bu konuda haklı, ancak, bu bölgenin alınmasının, rötarların önlenmesi ile ilgisi olmayıp, sadece açık park yerlerini artıracaktır.
AHL’nin konumu yanlışmış… Haklı. Ama bu havalimanı yeni yapılmadı ki. Geline demişler ki; “Oyna…” Gelin; “yerim dar” demiş. .Yerini genişletmişler, bu kez de “gerim dar” diye söylenmiş misali bir serzeniş bu. Herkesin bildiği bu konuları tekrar kendinde bir suç olmadığını ispatlayabilmek için Temcit pilavı gibi ısıtıp, ısıtıp önümüze koymamak gerekir.
Bütün slotları bana verseler, AHL yine de yetmez dedi. Bunu en az 3 yıldır cümle âlem söylüyor, sanırım yeni jeton düştü. Bir an düşündüm de; tabii ki sizlere de hatırlatmakta yarar var. Bu rötarlarla mücadele 18 Nisan 2011’de, yani tam bir yıl önce; THY-TAV ve DHMİ’nin birlikte kurup imzaladığı“Ortak karar almak” projesi ile çözüme kavuştuğu söylenmişti. (Tıklayınız)
Ancak görülen odur ki, çözüme kavuşmamış. Peki, bu rötar konusu madem ortak bir karar alma projesi ile gündeme geldi ve başarısız oldu. Burada söz hakkı olan THY ve TAV konuşulmuyor, sadece tek suçlu olarak DHMİ mi gösteriliyor? Hani bir sözümüz vardır. “Hırsızın hiç mi suçu yok?”.
Peki; madem durum bu kadar tıkanmış ve şimdi kazmayı vursan en az 2 yıla yakın bir sürede askeri limanı ve teneke mahallesini, ancak düzeltir, park yerleri oluşturursun. Bu zaman diliminde; THY 2012 yılında 30 uçak daha getireceğini söylüyor. THY’nin; acil olarak yeni bir hub daha oluşturması gerektiğini de yazmıştım,ama hala oluşturamadı. Bu meydan belli, kısa vadede hiç mi hiç çözüm yok. Sen hala buraya uçak yığıp, yarayı kangrene çeviriyorsun. Benden söylemesi, bu sene içinde başka hub oluşturmaya mecbursun.
Hamdi Bey, AHL’deki personel sayısından da rahatsızmış. Metrekareye düşen çalışan sayısı çok diyor.Hiç bu tür tabir duymamıştım! Sanki yağış raporu veriyor gibi… Gelecek senelerde rüzgârların bu kadar haşin esmeyeceği ve 10 Knot’ın üstünde rüzgâr olmayacağı hususunda oldukçu iddialı.!? Bunun yanında; sektörde 100.000’i aşkın çalışan olduğunu, bunun 29.600 kişisinin THY bünyesindeki şirketlerde çalıştığını, bunun 15.000’inin sendikalı olduğundan söz ederek, bunun sektördeki rekabeti bozduğunu belirtti.
Kısaca; “AHL’nin tamamını bana verin, Ataköy’e doğru hemen bir pist yapın, lodosa bir çare bulun, çalışanlarım sendikasız olsun, bakın bana ne harikalar yaratacağım” der gibi bir konuşma sergiledi.
Bu arada; Hava-İş’e bir laf atayım: Hamdi Bey, aynı TV programında sizden yaka silkti bir öneri bile getirmiyormuşsunuz(!)…
Sadece bunlarla kalınsa yine iyi. DHMİ’nin İstanbul’dan yönetilmesi gerektiğini, Avrupa’nın THY’Yİ denetlemelerinde taraflı olduğunu, denetimlerde çok eksik arandığını, kısaca, “ah bizi bir denetlemeseler, bu kadar sıkmasalar, AHL’ yi tamamen bize bıraksalar, metrekareye düşen yağışı, (pardon! Çalışanları) azaltsalar, bakın bakalım rötar olur mu? der gibi bir hava sezinledim.
Bu güzel ve eğlenceli, sanırım seyredenlerin de gülerek izlediği bu programda emeği geçenlere şahsım olarak buradan teşekkür ediyor ve yine önemsenmeyecek ama ileride yine karşılarına, yukarıda verdiğim linklerdeki yazılarım gibi tekrar koyacağım bazı bilgiler sunmaya çalışayım.
Değerli okurlarım;
Atatürk Havalimanı’ndaki uçak yoğunluğu, son günlerin en önemli gündem maddelerinden birini oluşturuyor. Konu, bilindiği gibi bugünün sorunu değil. Atatürk Havalimanı’na inen uçak miktarı arttıkça, konu gündeme geliyor ve bir süre sonra yine unutuluyor. Genelde bizler, konuşanları veya yazanları (yabancı olmadıkları takdirde) pek önemsemeyiz. Geçici çözümlerle adeta yamalı bohçaya dönmüş AHL‘de, şirketler, kalkış- iniş zamanlarını değiştirerek konuya geçici çözüm getirirler. Bunlar da geçici olmaktan öteye gitmez. Sonuç olarak hepimiz zaman kaybediyoruz, Ülke zaman kaybediyor, Şirketlerimiz dev havacılık yarışında zaman kaybediyor.
ABD 2003 yılından itibaren altyapısını hazırlamaya başladığı ve büyük bir AR-GE yaparak NEXTGENisimli bir projeyi, 2009’dan itibaren uygulamaya başladı. NEXTGEN projesinin amacının; uçuş emniyetini artırmak, gecikmeleri azaltmak, yakıt tasarrufu sağlamak ve uçakların çevreye-doğaya verdiği zararları en aza indirmek olduğunu söylemeye gerek bile yok. ABD’de bu amaca ulaşmak için teknolojik altyapı kurulmaya başlanmış yeni prosedürler oluşturulmuş ve amaca uygun personel eğitimleri yaptırılmıştır. Kısaca NEXTGEN şemsiye bir proje olarak uçakları en kısa zamanda ve emniyetle kaldırıp varış noktasına götürmek için mücadele eden bir proje olarak oldukça başarılı sonuçlar vermeyi sürdürüyor. Bu proje; UÇAĞI HAVADA BİR SANİYE AZ TUTMA YARIŞI olarak anılıyor. Her yıl; uygulama oranları, başarılı ve başarısız yönleri tartışılıyor, buna uygun yenileme faaliyetleri sürdürülüyor. AMAÇ VAR, PROJE VAR, EKİP VAR… SONUÇ BAŞARI. (Tam bizim gibi çalışıyorlar :)
Yani Atatürk Havalimanı’nı daha etkin kullanmak için iniş aralıklarını azaltma park sahalarını artırma gibi öneriler zaten her zaman konuştuğumuz konular. Ben buradan sizlere; artık olayın büyüdüğünü, sadece İSTANBUL’U değil, tüm Türkiye’nin, bugünü değil 2023 hatta 2040 yıllarını planlaması gerektiğini söylemek istiyorum. SHGM ve DHMİ yeniden günün şartlarına uygun yapılanmalı. Devlet mi işletir, özerk mi olur, özel mi olur, bunu bilemem, ama; mutlaka işi bilenlerden bir kadro kurulup hemşeri, partili, köylüm, arkadaş vb.…gibi torpillerden uzak, tamamen liyakat esaslı bir yapılanma gerekli.
Bana soracak olursanız; DHMİ’ye de SHGM’ye de, THY’ye de yabancı uzmanlar alıp, “bizi tekrar yapılandırın, biz bu işi bilmiyoruz” diyebilmek gerekiyor. Ayıp değil ki, bu işi onlar gerçekten güzel yapıyorlar. “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” derler. Yabancı ülkelere kurs görmeye eleman yollayacağınıza, onlar buraya gelsin ve kurumların en üst mercilerinde karar alma mekanizmalarının içinde olsunlar. Bizleri eğitsinler, öğretsinler ve gitsinler.
Üzümü yemek istiyorsanız yöntem bence bu olmalı. Baksanıza; EASA’ dan sarı kart yiyoruz, havalimanlarını doğru yerlere konuşlandıramıyoruz, pilotumuzu ve teknisyenimizi tam olarak eğitemiyoruz, İngilizce sıkıntımız tüm sektörde yaygın. Kısaca; sivil havacılığımıza neresinden bakarsak bakalım. Yönetilemiyor…
Dünyada en kolay iş uçak almaktır. Bastır parayı, bul krediyi istediğin kadar uçak getirirsin. Önemli olan, onların yaptığı uçağa onların kuralları gereği bakabilmen ve onları doğru dürüst uçurabilmendir. İşletmeciliği bile beceremezken bir de uçak yapımına bu kafayla gidersek, “yandı gülüm keten helva”…
Zamanında Türk Ulusal Takımını nasıl yabancı teknik direktöre verip, “alt yapımızı hazırla” demişsen, sivil havacılığımız içinde bunu yapmalısın.
Burada bazı arkadaşlar ve okurlar, “şimdi ulusalcı duyguları ile “biz Türk’üz biz yedi cihana hükmetmiş bir ırkın devamıyız” demesin lütfen! En azından onlar kadar bende ulusalcıyım, ama yetmiyor. Bazen de; “Kral çıplak” diyecek kadar da cesur olmak gerekiyor.

Exit mobile version