Geçen haftaki yazım rekor sayıda okundu ve şimdilik 124 yorum aldı. Bu yorumların çoğu, maalesef uçucu ekiplerin birbiriyle dalaşması şeklinde oldu. Yazdığım yazı, her zaman olduğu gibi, gerçekleri yansıttığından, okurlarım yazımı unutup birbiriyle dalaşmayı seçtiler :)
Yazdığım yazıya gelen yorumlardan; pilotluk mesleğinin kalitesini çalışılan şirkete ve alınan ücrete göre değerlendirenleri hayretle okudum. Sivil havacılığımızın, özellikle lisansiye branşlarının hepsinin, belirli uluslararası kriterleri vardır. Bu kriterleri yerine getiremeyen, zaten o meslekte ehil olmadığından mesleğini yapamaz. Bu nedenle; A şirketinin kaptanı veya F/O’su, B şirketinden daha değerli diyemezsiniz. Kişilerin aldıkları ücretler, tamamen çalıştıkları şirketin ücret politikası sonucu olup, kimse “çok ücret alan, az ücret alana göre daha iyi pilottur“ diyemez. Ücret politikası;arz/talep dengeleri içerisinde şirketten şirkete her zaman değişiklik gösterebilir.
THY’ye girdiğim senelerde ben; 2800 TL alırken, DC-10 kaptanı 5000 TL civarında ücret alıyordu. O zamanlarkaptan bulamamak diye bir sorunumuz yoktu, uçaklarımızda genelde kaptan/kaptanla uçardı. Ayrıca, o zamanlardaki tek şirket olan THY’nin, pilot fazlalığı yüzünden bazı pilotlarını, Teknik A.Ş’nin malzeme deposunda çalıştırdığı, bu kişilerden bazılarının bugün THY uçaklarında hala kaptan olarak uçtukları da bilinir. Ücrete geldiğimizde ise, bildiğiniz üzere, ücret iktisadi bir kavramdır ve çeşitli değişkenlerle belirlenir. Ücret bir mesleğin popülaritesini belirlemez. Arz/Talep dengeleri, bu değerlendirmede esas alınır.
Bunun yanı sıra ücret, bir mesleğin diğer bir meslek grubuna göre daha önemli olduğunu da kesinlikle göstermez. Örneğin; yarın pilotlar çoğalıp, dispeçerler azalır ise, gösterge dispeçlere dönebilir. Bu nedenle, “A” şirketinde çok yüksek ücretle çalışan bir kişi, “B” şirketinde aynı vasıf ve özelliklerde olmasına karşın daha düşük ücret alabiliyor. Bu nedenle bazı yorumcuların; doğru dürüst adam olsaydın daha çok ücret veren şirkette çalışırdın şeklindeki yorumlarına kesinlikle katılmıyorum.
Geçen haftaya yönelik bu değerlendirmelerden sonra, gelelim her geçen gün artan ve bu gidişle artması kuvvetle muhtemel Apron kazalarına;
Geçen haftanın en önemli konusu, Çelebi Hava Servisi’nin güvenlik görevlisi kızımızın uğradığı kazadır. Bu köşenin sürekli okurları anımsayacaklardır, bir de-icing işlemi sırasında hayatını kaybeden Güven Alkan kardeşimiz, bir dolu hataların kurbanı olmuş ve ben bu olayın suçlularını, bu konuda çok tecrübeli biri ve eski bir de-icing-anti icing hocası olarak açıkca yazmıştım. Danimarka medyasındaki gibi Danca(!) dilinde yazamadığımdan, THY yönetimi ve yerli medyamızanlamamış:) olmalı ki, bu kazayı fazla büyütmeden kapattı.
Oysaki THY mevzuatları gereği büyük gövdeli bir uçakta, pilota De-icing sonrasında tamam işaretini veren kişi, kulaklıktaki teknisyen olmalıydı. Ama orada teknisyen yoktu. Neyse,ölen öldü, kalan sağlarla sistem aynen devam ediyor.
Yine bir yazımda, Frankfurt havalimanını örnek olarak göstermiş, bu limanda araçların yer altından ilerleyerek, olası kazaların minimize edildiğini kamuoyunun ve ilgililerin dikkatine sunmuştum. Bu yazımı da DHMİ sanırım Türkçe(!) yazdığım için hiç umursamadı. Bizim ülkemizde böyle işte… Önce kaza olur; vah, vah ah, ah birkaç gün sürer ve sonra hayat yine aynı istemler ve koşullar eşliğinde devam eder. Ta ki; yeni bir ah vah diyeceğimiz kazayaşana dek… Tekrar söylüyorum; AHL’de yaşanan veya yaşanacak her türlü apron kazası normaldir. Suçu TGS-ÇELEBİ-HAVAŞ’a atmadan önce havalimanının yetersizliklerine öncelik vermeliyiz. Çünkü asıl sorun yetersiz alt yapıda olup daha sonra yer hizmetlerine bakmak lazım.
Şimdi, yaşanan bu apron kazasının perde arkasına bir bakalım:
AHL karlar içinde, uçaklar push-back yaparken bile kayıyor. Daracık Apron ’da araçlar ve yayalar birlikte, birbirlerine adeta çalım ata ata ilerliyorlar. Araç sürücüsünün kaç saattir mesaide olduğu belli değil.Kar yağdığında, genelde personel servisleri geç kalır ve de-icing aracının şoförü, yenisi gelmeden işini bırakamaz,çalışmayı aynen sürdürür. Bu durum, geceden kalma bir şoförün dalgınlığına neden olabilir. Umarım bu tür bir mesai aşımı söz konusu değildir. ( Mesai aşımı varsa lütfen yorum atın)
Bu arada, onlarca uçağın kalkış yapmak için hazırlık yaptığı o daracık Apron‘da, koca, koca araçlar birbirinin arasından teğet geçerler. Bu arada kalkış için sıra bekleyen uçakların pilotları telsizle harekât birimine; “hadi-hadi” diye bağırırken, Push-Back biriminin şefi’de aynı anda bir dolu çağrılar aldığından kendi operatörlerine “hadi hadi, daha çabuk” diye bol fırçalar atar ve şoförlerin eli ayağına karışır.Sonrada kazanın faturası mutlaka çalışana kesilir.
Bu stresi yazarak anlatmak gerçekten çok zor, ama ben 30 sene yaşadığım Apron koşullarında bunları gözümde canlandırmanın ötesinde resmen yaşayabiliyorum. Bu kaza kadar, bu kazaya neden olabilecek her türlü çalışma ortamlarında araştırmak gerekir. Kazaya uğrayan ve kazaya neden olan kardeşlerimize tekrar geçmiş olsun dileğimi sunuyorum. Böylesi yoğun bir Apron‘da başka kazalara davet çıkardığımız ve bu karlı kış günlerinde bu olasılığın daha da arttığı, kulaklarda küpe olarak kalsın.
Geçenlerde THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu; CNN Türk’te PR amaçlı bir programa davet edildi. Tabii büyük zevkle izledim. Programı Taha Akyol sunuyor ve yanında, THY’den tanıdığım, eski bir kabin memurumuzun eşi olan Uğur Cebeci de bulunuyordu. Fakat Cebeci neden oradaydı, pek anlayamadım? Kendisi değil eşi havacıdır. Havacılığı sadece ikram ve koltuk rahatlığı olarak değerlendirebilen bu ikili, adeta ”Bozacının şahidi şıracıdır” Tiyatrosunu birlikte oynadılar desem yeridir.
Bu yüzden, Taha Akyol’un bu programında, TV ekranın sağ üst köşesine “Bu bir reklamdır”yazılmalıydı. Sanırım, RTÜK bu program şeklinde sunulan bana göre reklam içerikli olan bu programda “Bu bir reklamdır” spotunun neden konulmadığını sorgulayacaktır.
Hamdi Bey dedimde, aklıma geldi; Hamdi Bey, o gün AHL için harika bir benzetme yaptı. Öncelikle, Hamdi beyi bu mizahi görüşünün gerçeği tam yansıttığı için tebrik etmek gerekir. Hamdi Bey; AHL’yi altı kişilik sahada 12 kişinin top oynamasına benzetti. Mükemmel bir saptama ve çok doğru bir bakış açısı. İnanın, bana göre bu saptama, programın en doğru söylemi oldu. Gerçekten, AHL’de; hem havada hem de Apron’da korkunç bir trafik var. Ancak; o anda programda ben olsam, anında bir soru sorar ve derdim ki; Hamdi Bey; madem AHL ‘de 6 kişilik sahada 12 kişi oynuyorsunuz ve bu oyuncuların en azından 10 tanesi THY forması giyiyor.
Hiç düşündünüz mü acaba, bu dar alanda bu kadar çok oyuncu ile oynarken, onun bunun ayağının kırılacağı, sakatlıklar doğuracağını? Yani, Oyun sahasına benzettiğiniz Apron’a döndüğümüzde; araçların birbirinin üstüne çıkacağını, apron kazalarının kaçınılmaz olduğunu, kısaca; kazalara davetiye çıkartıldığını düşünmüyor musunuz?
Tabii ki Hamdi Bey’in bunları düşünecek durumu yok ki. Onun işi THY’nin filosunu her geçen gün sayısal olarak yükseltmek. Kendisine soracak olsanız, size anında bu benim işim değil, bu DHMI’nin,yani devletin işi diyecektir. Aslına bakacak olursanız doğruda…
Peki; Sayın Topçu; AHL’nin büyümesi sizin işiniz değil, burada hemfikiriz. AHL’nin bugün başlansa, 2-3 sene sonraya bitecek büyümesi veya yeni bir havalimanı yapılması iyimser bir tahminim. Demek ki, en az 2-3 sene 6 kişilik sahada gün geçtikçe artacak sayıda oyuncu (siparişteki yeni uçaklar) ilavenizle 12 kişi değil belki de 20 kişi top koşturacaksınız. Siz, amirlerinize bu kadar, şu kadar uçak aldım diye öğünürken Apron’da bu kalabalıktan kaç kişi daha kaza düşünüyor musunuz?
AHL sadece THY’nin limanı değil ve olsa bile siparişleriniz geldiğinde size bile yetmeyecekken, şu ana kadar herhangi bir yerde hub açmayı bile becerememişken, bu beğenmediğiniz sahada kaç kişiye kadar top oynamayı düşünüyorsunuz? Kar ve yağmur yağarken sıcak koltuğunuzdan bir kere yakından bakın bakalım orada neler yaşanıyor…
Birazda THY’nin 23.Dönem Toplu İş Sözleşme sürecinden söz edelim.
THY Toplu İş Sözleşmesi, nihayet başlayabildi ve bu sefer THY, “önce ücreti konuşalım” dedi. THY ilk defa farklı bir strateji uyguluyor. Bu toplu iş sözleşmesinin sonuçlarının her iki tarafa da hayırlı olmasını dilerken, baştan yapılan bir ego yanlışına dikkatiniz çekmek istiyorum.
THY ile Hava-İş’in ilk toplantısında, Hamdi Topçu’nun gelmediğini gören Hava-İş, başkan düzeyinde toplantıya katılmamış. Kendilerine “Atilay Bey nerede? Toplantıya katılmayacaklar mı?” diye soru soran THY yöneticisine; Hava-İş’in seçimle gelmeyen sözleşmeli avukatı, Abdi Pesok Bey; “Ne zaman Hamdi bey toplantıya gelir, işte o zaman bizim başkanda orada olacaktır” diye cevap vermiş. :)
Bunu duyduğumda, hemen aklıma Kanuni dizisindeki Vezir-i azam Pargalı İbrahim Paşa geldi. Hani, Pargalı İbrahim birisine kızdığında, gözlerini iyice açıp karsındaki kişiye yaklaşarak; “Sen kim oluyorsun be adam” diye bağırır ya…:) İşte aynı böyle bir durum söz konusu…
THY sözcüsünün yerinde olsam, bu repliği anında yapıştırırdım. Sakın yanlış anlamayın, bu söylem beni bağlamaz. Bunu söyleyen kişi seçilerek bir makama gelmiş bir kişi ise, bunu,“öyle söylenir mi veya böyle söylenmez ki” diye yargılar yorumlarımızla kimimiz haklı, kimimiz haksız der, geçiştirir giderdik. Ancak burada durum farklı seyretmiş.
Burada seçimle gelmeyen, sözleşmeli bir avukatın yanında, bir dolu seçilmiş sendika yöneticileri varken bu sözcüğü kullanabilmesi ve sendikanın seçilmiş yöneticilerinin ses bile çıkartamaması. İLGİNÇ…Sanırım abesle iştigal söz konusu…
Kısaca; bu söylemle birlikte, kılıçlar erken çekilmiş. Hamdi Bey ve Hava-İş in kıdemli başkanının bu s…k yarışı devam ederse bu ego yarışından toplu iş sözleşmesi neticesini bekleyen çalışanlar zararlı çıkacaktır. Bu s…k yarışının galibi kim olur onu bilemem. Ancak benim bildiğim bu tür durumlarda;
Fillerin tepiştiği yerde çimenlerin her zaman ezildiğidir.