20 Mayıs tarihinde yaşanan helikopter kazası ve sonrası gelişmeler ve kazaya ilişkin görüşler Türkiye’de özellikle helikopter denilen hava aracına yönelik bilgi ve denetim eksikliğini su üstüne çıkardı.
Ülkemizde 2 sene içinde 4 sivil helikopter kazası yaşanmıştır.Bu rakam çok fazla. Askeri havacılık beni aştığından o konuya girmiyorum.
Şimdi daha önceki tarihlere gidelim ve çok kısa bir süre içinde yaşanmış kazalara bir göz atalım.
Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU ekibinin kiraladığı helikopterle, kaza yaptığı günlere döndüğümüzde, bu kazaya anında ulaşılıp, ulaşılamadığı ayrı, ELT’nin neden sinyal üretmediği ve helikopterlerin mevzuatı bile olmamasının yanı sıra hava şartlarının kötü olmasına rağmen uçuşa gidilmesini ayrı konu olarak değerlendirmek gerekir. Yoksa, sapla saman bir anda karışıp bizim bundan sonra olası kazaları önlemek için sunduğumuz fikirlerde boşa gidecektir. Kısaca, konu apayrı bir yere gidip adeta sulanıyor. Öncelikle, mevzuatı olmayan bir hava aracında “Denetimi neye göre yapacaksın?” sorusu karşımıza çıkıyor.
Bunun yanı sıra; Sağlık Bakanlığı’nın Polonya’dan kiraladığı Hava Ambulans helikopteri bildiğiniz üzere 31-01-2009 tarihinde Bolu’da düşmüştü.
Yine, TC-HET kuyruk isimli ve CİNER grubuna bağlı EC-155 tipi helikopter, 6 Nisan 2011 tarihinde Bursa Orhangazi yakınlarında düşmüştü.
Ve; Son kazamız, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “Alouette 2 SA 318C” Tipi bir helikopteri ise 20 Mayıs 2011 tarihli. Bu kazaların yanı sıra helikopterlere yönelik onlarca tehlike atlattı haberi.
Bu kazaların nedenlerini sorgulamış ve daha önce yazmış biri olarak son kazaya odaklanalım.
Bizim ülkemizde kazalar bile bile oluyor. Adeta kaza geliyorum değil, “ben her an gelmeliyim” der gibi bir durum söz konusu. Genel bir bilgi açısından hava araçlarının eskiliği veya yeni olması onları güvenli veya güvensiz kategorisine sokmaz diyerek konumuza geçelim ve sevgili medyamızın sapla samanı nasıl karıştırıp üstüne gidilecek konu belliyken kasıtlı veya bilgisizlik nedeniyle kazayı çok farklı yerlere nasıl çektiklerini birlikte irdeleyelim.
Her gün kafamızın üzerinde uçan ve yerleşim bölgelerinin üstünde sıklıkla rastladığımız bu helikopterler aynı uçaklar gibi belirli sürelerde bakımları ve denetimlerinin gerçekleşmesi sonucunda uçabiliyorlar. Her hava aracı gibi bu helikopterlerde de pilotun ve teknisyenin, uçurduğu tip helikoptere yönelik kurs alıp bunu lisansına işletmesi şart. Bu şartların biri yerine getirilmediğinde kaza maalesef kaçınılmaz olmakta. Örneğin; B 737 tip kursu olan bir teknisyen veya pilot bu kursu alıp lisansına işlettikten sonra geçerli oluyorsa bu helikopterde de aynı olmalıdır. B-737 de uçan bir pilot veya teknisyen, bir A-320 kursu almadan ve lisansına işletmeden A-320 de nasıl görev yapamıyorsa bu şüphesiz helikopterlerde de böyle olmalıdır.
Dünyada havacılık ikiye ayrılıyor. Birisi Sivil havacılık diğeri ise Askeri havacılık. Biz konumuz gereği sivil havacılığımıza yönlenip bu konuyu masaya yatıralım. Türk Sivil Havacılığının otoritesi SHGM dir. Bu Genel Müdürlüğün; ülkemizdeki yerli hava araçlarına ve ülkemize sefer yapan tüm yabancı hava araçlarına tam yetkili olarak denetim yapma görevi vardır.
Hal böyleyken; SHGM polis helikopter pilotlarının ve teknisyenlerinin lisansını veriyor, temdit ediyor ama denetleyemiyor. İlginç. Dünyadaki uygulamalara baktığımızda, her ne kadar Şikago Konvansiyonunda asker, polis ve gümrüğe ait hava araçlarını konvansiyonun dışında bırakmış bulunsa da, uygulamalara baktığınızda, ABD dahil neredeyse tüm gelişmiş ülkeler polis hava araçlarını, milli sivil havacılık otoritesi tarafından, havaaracı tesciline almakta ve denetlenmekte olduğu görülmektedir (ÖRNEĞİN http://www.airport-data.com/aircraft/N187AE.html sitesine giriniz). Emniyet Genel Müdürlüğü bizde direkt devlete bağlı olarak çalışmakta iken, yine bir devlet kurumu olan SHGM’nin denetlemesine tabi olmaması, ikinci ilginç nokta. Ayrıca emniyet teşkilatının helikopterlerinde TC kodunun olmaması, üçüncü ilginç nokta olarak karşımıza çıkıyor. Cumhurbaşkanı-Başbakanın uçakları SHGM denetiminde ve TC kodlu ama zaman zaman kullandığı polis helikopterinin denetimi SHGM’de olmadığı gibi TC kodu da yok. Sanırsın ki korsan.
Kısaca; Emniyet teşkilatımızın helikopterleri ucuş izinlerini devlet kuruluşu olan DHMİ den, pilotlarının ve teknisyenlerinin yetki belgelerini ve lisans temditlerini yine bir devlet kurumu olan SHGM de yaptırırken, havacılıkta en önemli olan denetimleri neden SHGM ye yaptırmaz. Bakım ve denetim aynı yerde yapılıyorsa, o bakımdan da, o denetimden de hayır gelmez. Kesinlikle bakım ve denetim ayrı yerlerde yapılmalıdır.
Gerçi, SHGM de maalesef helikopter konularında yetersizdir. Bu da işin bir başka yanı olarak karşımıza çıkıyor.
www.shgm.gov.tr sitesine girdiğinizde karşınıza;
1- Havayolu İşletmeleri 2- Hava Taksi İşletmeleri 3- Genel Havacılık İşletmeleri 4- Balon İşletmeleri 5- Çok hafif havaaracı işletmeleri 6- Zirai Havacılık İşletmeleri 7- Uçuş Eğitim Organizasyonları 8- Terminal İşletmecileri 9- Yer Hizmetleri Kuruluşları 10- Heliport İşletmecileri 11- Kargo Acentaları 12- Yetkili Hastaneler ve Yetkili Bakım Kuruluşları… Yönetmelikleri çıkmakta.
Balon var ama Helikopter yok. Bunada İlginç diyelim, 4 üncü ilginç nokta.
Helikopterin ineceği yerin (Heliport) yönetmeliği var ama Helikopterin kendinin yok. 5. ilginç nokta.
Yani, havaalanının yönetmeliği olupta uçağın yönetmeliği olmaması gibi bir şey.
http://www.scribd.com/doc/3996491/FAA-Helicopter-Instructors-Guide
http://www.caa.co.uk/docs/1196/20080110JAR-OPS3OperationsManualChecklist.pdf
Siteleri incelendiğinde yabancı ülkelerin helikopter konusunda çok önemli yönetmeliklerinin bulunduğunu gözlemliyebilirsiniz.
Peki, Yönetmeliğiniz yoksa ruhsatlandırmayı nasıl yapacak ve denetimi nasıl sağlayacaksınız.
Bizim mevzuatlarda; Helikopter yönetmeliği olmadığından, bu aracı sanırım hava-taksi işletmeleri kapsamında değerlendiriyorlar. Bu yönetmeliğin yeterli olmadığı 7 Şubat tarihindehttp://web.shgm.gov.tr/doc3/shtops3t.pdf de görüleceği üzere bu helikopter mevzuatı henüz taslak aşamasına benim 7 Şubat tarihinde yazdığım “Cumhurbaşkanımız kalkıp dese ki”.. başlıklı yazımdaki “neden mevzuat yok” ikazımla aynı günde kondu. Buna da 6. ilginç nokta diyelim mi?
Bu mevzuat taslak halinden çıkıp yönetmelik haline dönüşse bile, birileri çıkıpta bu helikopterleri yönetmeliğiniz bile olmadan nasıl bu tarihe kadar kafamızın üstünde uçurdunuz kardeşim diyemez mi? Her konuda olduğu gibi, kazalar olmadan bu konuya eğilemez miydiniz?
Sapla, samanı ayırt etmek lazımdır sözümüzle yukarıda sapı anlatıp şimdide samana bakmakta fayda var.
Ülkemizde kazaların sonucu hayatını yitiren kişiler, maalesef isimlerinin önemine veya makamlarının yüceliğine göre değerleniriliyor. Bazı kazalar hemen unuturken bazıları için Cumhurbaşkanımız bile devreye girebiliyor. Kısaca, kazaya neden olan sebeblerden daha önemlisi kazada ölenlerin veya yaralananların sosyal konumu veya makamlarının önemi..
Medyamız bu ayrımı hemen yapıyor. Yandaş medya burada da görevde, unutulması istenen ve hatanın devlet otoritesinden kaynaklanma ihtimali yüksek olan kazalarda hemen konu kapatılıp gündem değiştirilebiliyor. Veya, kaza kasıtlı olarak abartılıp kazanın oluşumu ile ilgili komplo teorileri yazılmaya başlanıyor.
Medya’mızın kazadan sonra en çok önem verdikleri konulara bakmadan önce bir bilgi tazelemesi yapalım. Bir hava aracının maksimumda taşıyacağı ağırlık o hava aracının kitabında belirlenmiştir. Bu ağırlığı o aracın pilotu mutlaka bilmek zorundadır. Kısaca maksimum kalkış ağırlığı (MTOW) gibi.
Bu düşen helikopter 2+2=4 kişilik. Şimdi düşünüyorum da bu 4 kişiyi tek, tek helikoptere binmeden önce tartamıyacağınıza göre ağırlık nasıl hesaplanır? Asansöre binmeyenimiz yoktur. Her asansörde maksimum ağırlık vaya kişi sayısı yazılıdır. Ancak; Bu ağırlık hesabı yapılırken mutlaka tolerans da konmuştur. Örneğin; Asansörlerde genelde kişi 80 kg olarak düşünüldüğünden 4 kişilik bir asansör 320 kg kaldıracak demektir. Ancak siz bu 80 kg lik 4 kişi yerine 40 ar kiloluk 8 çocuk da koyabilirsiniz.Hiç farkı yoktur.
Şimdi tekrar dönelim helikopterimize; Bu helikopterde 4 kişi denildiğinde 4 tane 80 kiloluk kişi binebilir gibi düşünülebilinir. Peki bu 4 kişi 70 er kiloluk kişilerse buraya ekstra alanacak bir çocuk bu helikopterin maksimum kaldıracağı yük miktarını geçmiyecektir.(+ toleransı da düşünelim) Kısaca, kişi sayısı yerine kilogram hesabı önemli. Bu nedenle, “5 kişi binmiş ve ağırlık arttığından helikopter düştü” mantığı gecersiz oluyor. Veya her hava kazasını meteorolojik konulara bağlayamayız. Bu işin kolayına kaçmak olur.
İkincisi ise; Helikopter’in içerisindeki yolcuların sivil veya resmi kişiliklerden oluşup oluşmaması medyamızın en çok üstünde durduğu konu olmuştur. Helikopterdeki kişilerin kim olduğu kazaya neden olarak gösterilemiyeceğine göre sadece idari yönden soruşturulmalı, ilgili kazayla bağdaştırılmamalıdır. Helikopterleri idari değil teknik konular düşürür.
Medyamıza bakıyorumda; Asıl konuya odaklanmaktan ziyade ayrıntıları yazıp çiziyorlar. Neymiş efendim; Fazla yolcu varmış ondan düşmüş. Neymiş efendim; Helikopterde siviller varmış bu nasıl oluyormuş. Düşünmüyorlar ki; Helikopterin düşme nedeni bizim için hepsinden daha çok önemli.Çünkü, bizler gelecekteki kazaları önlemeliyiz. Şüphesiz fazla yolcu ve emniyetin helikopterine sivil kişilerin binmesi yanlıştır. Ama bu hiç bir zaman helikopterin düşme nedeninden daha önemli olamaz. Sadece, idari araştırılması gereken bir konudur. Benim için bu kazadan alınacak ders, kazaya neden olan sebepler ne olursa olsun acilen bakım ve denetimi aynı teşkilattan ayırmak olmalıdır. Çünkü bakım ve denetim aynı teşkilatta yapılırsa her ikisinden de hayır gelmez. Medya, medya olsa bunu yazar. Samanla değil sapla uğraşır.
Hele, hele bazı medyanın helikopterin pilotunu kahraman ilan etmesi anlaşılır gibi değil. Helikopter veya uçak düşme tehlikesi geçirdiğinde pilotun ilk düşündüğü “dur yahu bu yolcularımı uygun bir yer bulayımda oraya indireyim” şeklinde olamaz. Çünkü; o helikopterde kendi canı da vardır ve pilotun o kısacık düşme anında yapacağı ilk iş, tüm bilgi ve deneyimi ile düşmeyi önleyici hamleler yapmak olacaktır. “Eyvah düşüyoruz bari yolcuları kurtarmak için neler yapabilirim” düşüncesine ihtimal bile vermiyorum. Bu tür düşüncesi olsa bile (ki sanmıyorum) önce Can sonra Canan geleceğini de unutmamak gerekiyor.
Medyamızın her hava aracı kazasından sonra bir kahraman yaratma merakını anlamak gerçekten çok güçtür.
Sonuç olarak;Ya birileri çıkıp sen yanlış konuşuyorsun diyerek fikirlerimi çürütmeli veya helikopterlere, yukarıda saydığım gerekçeler çözülmeden, binilmemeli.
NOT/ Kişisel blog’umda bu hafta uçaklardaki tuvalet kullanımı ile ilgili Meral Döşemeciler’in yazdığı“William Charles” başlıklı zevkle okuyacağınız bir anısı yayında olacak.