featured

GÜNEŞ SİSTEMİMİZ DIŞINDA YAŞAM VAR MI?

Geçtiğimiz günlerde; THY’nin Bodrum-İstanbul seferini yapan TK-2525 sefer sayılı uçağının pilotları heyecanla; “garip yeşil bir ışık kümesinin üzerlerinden akıp, geçip gittiğini”kuleye ropor ettiler.
Bu geçip giden nesne, bir UFO muydu?
Bu olay, uzaylıların ve başka dünyaların varolup olmadığı sorularını yeniden tartışılır duruma getirdi, ve gündemi bir süre oyalayarak. insanların ilgi merkezi oldu.
AirlineHaber de, bu haberleri anında izleyerek sayfalarına taşıdı. Bu yazımı ben de bu güncel konuya ayırmak istedim.
Wright Kardeşlerin ilk ağır motorlu uçuşu 17 Aralık 1903te yapması ile başlayan gökyüzünde uçma denemeleri üzerinden sadece 113 yıl geçti. İlk pervaneli uçaklardan sonra geliştirilen jet motorlarının gelişiminin ucunun nerelere gideceği, günümüzde izlenemiyor bile. Sürekli; daha uzağa, daha büyük hızla, ama, daha az yakıtla uçabilecek, hatta uzaya çıkıp yere inecek uçaklar tasarlanıyor. Uzay yolculukları çok yakında gerçekleşecek. Yani, yüz yıl önce ilkel araçla başlayan uçuş serüveni, bugün uzaya taşmış durumda.
Roket teknolojisi, ilk önce kıtalarası savaş amacı ile geliştirildi, insanlığın uzaya çıkmaya yönelmesi ile bu gelişmelere bağlı olarak 1960’lı yıllardan bu yana gelişti ve bugün uzayın; dünya üzerinde, dünya ölçülerine göre kavrayamayacağımız uzaklıklarına, gözlem ve kayıt yapabilen araçlar gönderebilme aşamasına ulaştı. Bu uzaklıklara ulaşabilecek (kendini yenileyen nükleer füzyon enerjisi kullanılan) uzay araçları ile insanlı uçuşlar planlanıyor. (Biz, ne yazık ki bu işlerin çok uzağındayız. Şimdilerde; “Kabe tavaf eden robot” yapabilmekle övünüyoruz. Kavanozlara peynir koyup; birine güzel dini(!) sözler, diğerine kötü(?) sözler üflüyoruz ve “kötü söz” üflenen kavanozdaki  peynir, kararıp küfleniyor! Genç insanlar bunlarla oyalanıyor…
Buna da TÜBİTAK öncülük ediyor! Yani, bilimsel gerçeklerden uzaklaşıyor, gökyüzüne üflenen dualardan, yaşadığımız somut hayata çözümler bekliyoruz!
Bunları; polemikden uzak, TÜBİTAK çatısı altında yaşanan bilimsellikten uzak bir gerçekliği vurgulamak için örnekledim. Bu kafa yapısıyla ve “bilimsel” yaklaşımla, biz, büyük yarınlara hazırlanan dünya insanlarıyla nasıl yarışabiliriz?
Oldukça pahalıya mal olan uzayın keşfi projelerinin amacı; artık, yeteri kadar kirlettiğimiz, doğal kaynaklarını hesapsız kitapsız, sadece günlük çıkarlarını düşünen aç gözlü girişimcilerin karları uğruna talan ettiğimiz (Cerrattepe’de insanlar altın mladenine karşı direniyor, çünkü, hem yerüstü, hem de yeraltı kaynaklarını kurutacak olan siyanür teknolojisi ile altın çıkarılacak ve daha sonra bir ot bile bitmeyen arazi parçası kalacak geriye…) dünyada, artık kaynakların yetersiz kaldığı ve daha çok kalacağı gerçekliği ile yüz yüze gelmemiz… Başka dünyalar bulma ve oralara ulaşma araştırma ve çalışmalarının şu anki rakipsiz öncüsü NASA. Bu konuda eski Sovyetler Birliğinin de hatırı sayılır önemli çalışmaları vardı. Ancak, Sovyetlerin dağılması sorucu bu çalışmalar da durmuş vaziyette. Gerçi Avrupa Birliği’nin ESA (European Space Agent) var ama uzaya sadece haberleşme ve başka amaçlı uydular gönderebiliyor, ISS (International Space Station)’ye gönderilecek platformları üretiyor.
Uzay araştırmalarının öncüsü NASA, Mayıs ayının ilk haftalarında, Kepler adı verilen uzay teleskopunun 100’den fazla, Dünya boyutlarında yeni gezegen keşfettiğini duyurdu. (Kepler teleskobu, adını, Rönesans dönemi gök bilimcisi Johannes Keplerden aldı.). Teleskobun görevi 7 Mart 2009’da başlamıştı.
Bu keşiflerin en ilginci, bilim insanlarının uzayın “yaşama elverişli koşullara sahip” bölgeler olabileceğini iddia edecek bilimsel bulgular ortaya koymaları.
Kepler teleskobunun uzayın derinliklerinden gönderdiği verileri izlemekle görevli, Nasa’nın California’daki Ames Araştırma Merkezinde görevli bilim insanı Dr Natalie Batalhya; yapılan hesapların, Samanyolu’nda 10milyardan fazla yaşamaya elverişli gezegen olabileceğini gösterdiğini söylüyor.
En yakın yaşanabilir gezegen 11 ışık yılı uzaklıkta
Ekran Resmi 2016-06-01 11.12.25
Dr Batalha, Yıldızların yaklaşık %24ü, Dünyanın boyutlarından ortalama 1.6 kat daha küçük olan yaşama elverişli gezegen barındırıyor. Bu bizim hoşumuza giden bir rakam, çünkü bu boyutların altındaki gezegenlerin kayalıklardan oluştuğunu tahmin ediyoruz. Eğer yaşanabilir en yakın gezegen neresi olabilir? diye soruyorsanız, bu yaklaşık 11 ışık yılı uzaklıkta,aslında çok yakın bir mesafe diye ekliyor.
Uzay Teleskobu gibi gözlemciler ile, Güneş sistemi dışındaki gezegenlerin atmosferinden geçen yıldız ışıkları inceleniyor. Bu da; olası biyolojik verileri sağlıyor. Bu araştırmalarda yıldız ışıklarının incelenmesi sonucu; gezegen üzerinde bulunan gaz bulutları, su buharı, oksijen, metan ve karbondioksit saptanabiliyor ve bu da, o gezegendeki biyolojik eko-sistemin varlığı hakkında bir fikir veriyor.
Ekran Resmi 2016-06-01 11.12.44
Uzay Teleskobu gibi gözlemciler ile, Güneş sistemi dışındakigezegenlerin atmosferinden geçen yıldız ışıkları inceleniyor. Buda; olası biyolojik verileri sağlıyor. Bu araştırmalarda yıldız ışıklarının incelenmesi sonucu; gezegen üzerinde bulunan gaz bulutları, su buharı, oksijen, metan ve karbondioksit saptanabiliyor ve bu da, o gezegendeki biyolojik eko-sistemin varlığı hakkında bir fikir veriyor.
Bu görevde elde edilecek veriler, ayrıca değişken yıldızların, astro-sismoloji araştırmalarında ve Güneş benzeri salınımları araştırmalarında kullanılarak test ediliyor. Buna göre, ileriki yıllarda daha net öğreneceğimiz bir gerçekliğe adım adım yaklaştığımız kesin. Çünkü, artık gezegenimizde zamanın daraldığı biliminsanları tarafından sıklıkla dile getiriliyor. Yeryüzünde önlenemeyen nüfus artışı ve kentleşmeler nedeniyle; daha çok insane daha çok yiyecek, su, barınma ve çağdaş yaşamın konforunu sunabilmek ve yaşamı sürdürülebilir bir çevrimde tutuma eşiği çoktan geçilmiş durumda.
Bu ayki yazı konusunu uzay araştırmalarından bir alıntı olarak sunmak istememdeki amaç; hem havacılığın artık aerospace olarak tanımlandığı günümüzde uzay araştırmalarından da uzak kalmamak, hem de gündelik yaşamımızın içinde unutttuğumuz, geleceğe yönelik yaşamımızın nereye ve ne yöne doğru gittiğinden bilgi sahibi olmak, farkındalığı sağlamak.
Şüphesiz bu konu, dar sınırlı alanda incelenecek bir konu değil. Dünyanın, sadece sınırları içinde yaşadığımız ülkemizle sınırlı olmayan, evrensel ölçekte bir kavram olduğunu kavramak ve böylece kendinden ve geleceğinden bilgi sahibi olmak için sınırlı da olsa konusunda bir fikir verebilmek.
Yani, bu yazının amacı; geleceğini uzayın derinliklerinde arayan, geleceğinde söz ve karar sahibi olmak isteyen insanların arasına karışmak için, bir fikir antrenmanı olabilir ancak…
 
 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 8 sene önce

    Tubitaki kotuleyin anca ulke 1900 lu yillarda ne haldeydi bu yaziyi yazan arkadas kac yasindasin merak ediyorum uzayi birak hastaneleri bok goturuyordu sen neden bahsediyosun bide tubitak diyosun dua et suanki haline

    Cevapla
  2. 8 sene önce

    Eline saglik agabey..

    Cevapla